'Çağlar boyu sesi kalacaktır'
VEDAT YELER
“Meğer
Ne kadar da huzurluymuş dünya
İnsanın insanla
İnsanın doğayla kavgası başlamadan önce…
Ya şimdi...?
Akrepsiz ve yelkovansız
Zamanın kadranında soluk soluğa dünya…
Nereye varır bu yolun sonu
Var mıdır bir bilen..?”
Garip Şahin, Dersim (Bir Dünya Vatan) kitabından
Parçalıdır görünen bütün hikâyeleri. Bir bildiklerimiz var bir de bilmediklerimiz, bildiklerimizden katbekat fazla; saklı köşelerde duran, farklı insanlarda biriken ve kazıdıkça merak uyandıran hikâyeler. Peşine düşülesi bir insan yaşamı oluyor karşısında insanın.
Sınıfsız ve sınırsız bir yaşam tahayyülü olanın, dosta hasreti olanın, anaya hasreti, sevgiliye, yoldaşa, ülkeye hasreti olanın, insanın insanlığına hasreti olanın diline dolanmıştır elbette bizim Garip’in kaleminden akan mısralar. Ya ateş başında sıcak bir yoldaş çayına ya da avluda volta atarken gökyüzüne arada göz kırpan tutsak bedene heval olmuştur marşlarının, türkülerinin nakaratları…
***
Sürgün yaşamının 41. yılında veda etti ismini ‘sakladığı’ insana/insanlığa. Eserleri dünyaya yayılan sayılı devrimci ozanlardandır o. Bazılarımız Yılmaz Güney’in yönettiği Duvar filminin müzikleriyle duymuşuzdur adını, bazılarımız Dersim’e olan sevdasından biliriz ozanlığını, bazılarımız ise İbrahim’e olan inancı ve bağlılığıyla duymuşuzdur adını; ama çoğumuz pek fazla tanımayız devrimci Ozan Garip Şahin’i.
Asıl adı Nejdet Şahin’dir. Garip ismini kendi takmış. Aslen Sivaslı. Dersim’e göç etmiş. Bir yanında bağlaması bir yanında İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerine olan inancıyla devrimci faaliyetin içerisinde yer edinmiş. Gözaltı, tutsaklık ve ardından sürgün yolları görünmüş Ozan Garip’e 12 Eylül Askeri Darbesi’nden hemen önce. İlk durağı Yunanistan olmuş. Hatta ‘Nasıl Anlatırım Hasretim Seni’ eserini de bu dönemde Yunanistan’da yazmış. Ardından Fransa, Hollanda ve son olarak yıllarca yaşadığı İsveç’in Göteborg kentini mekân eylemiş. 1955 doğumlu Şahin, kansere karşı verdiği uzun savaşın ardından 6 Mayıs 2022’de yaşama veda etti.
***
Garip Şahin'in 200’e yakın eseri var. "Dersim (Bir Dünya Vatan)" adlı kitap çalışmasını da hastayken tamamladı. Kitap, Sancı Yayınları tarafından basıldı.
Şiirlerinin toplandığı bir kitap çalışması olduğunu ve daha bu çalışma tamamlanamadan hayata veda ettiğini de yıllardır dostu olan Yasemin Algül'den öğreniyoruz. Devrimci ozan Garip Şahin’in anısına yaşamının belli dönemlerinde ona yoldaşlık, arkadaşlık, kardeşlik etmiş Yasemin Algül, Grup Umuda Haykırış üyesi Mansur Ozan ve Ferhat Tunç'la konuştuk. Bazen çocukluğuna, bazen hastalığına, bazen cenazesine, bazen sanatına gideceğiz.
Garip Şahin'le tanışma sürecinizi hatırlıyor musunuz? Devamında ilişkiniz nasıl gelişti? Bize biraz paylaşımlarınızdan bahsedebilir misiniz?
Yasemin Algül: Ben onu Duvar filminin müzikleriyle tanıdım. Fransa’da tanıştık. Duvar filmi yapılmış ve bitmişti. Filmde hem oynamıştı hem de sazıyla sözüyle yer almıştı. Kanlı-canlı aramızdaydı. İlk olarak işçi derneklerinde denk geldim ona. Aynı ortamlarda bulunduk. Ondan sonra da aramızda sıcak bir dostluk kuruldu. Aynı evlerde kaldık, aynı türküleri söyledik, aynı yemekleri yedik… Garip Şahin Fransa’dan gittikten sonra farklı ülkelerde yaşamamızdan kaynaklı sık sık görüşemesek de sonuna kadar sürdü dostluğumuz, yoldaşlığımız.
Ferhat Tunç: 1978-79 yıllarıydı sanırım. Dersim’de ortaokula başlamıştım. O dönemler müziğe yoğunlaştığım dönemlerdi. Dedemin Kirmanckî ağıtlarından sonra ilkokul sürecimde Mahsuni, İhsani, Muhlis Akarsu gibi birçok halk ozanının türküleriyle tanıştım ve söylüyordum da. İlkokul sonrasında eğitimimi devam ettirmek amacıyla Dersim merkeze göç ettik. Dersim'de bu kez devrimci sanatçıların ağıtlarıyla tanıştım. İbrahim Kaypakkaya’nın Vartinik baskını sonrası yaralı olarak tutuklanması ve Diyarbakır’da işkence edilerek katledilmesi en çok ağıtlara konu bir durumdu. Bu ağıtları duymaya ve söylemeye başladım. İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri doğrultusunda faaliyet yürütenlerle birlikte hareket ediyordum. Bu hareketin en önemli faaliyetlerinden biri kültür ve sanattı. Ağıt ve marşlarını ezberleyip söylediğim ozanların başında Garip Şahin geliyordu. Bu vesileyle zaten tanışıyorduk.
Mansur Ozan: 6-7 yaşından beri bağlama hiç elimden düşmedi. Eski kasetleri ezberleyene kadar dinlerdik. Devrimci bir ailede de büyüdüğümüz için hep devrimci ozanları dinledik, onlarla büyüdük. Garip Şahin, Emekçi, Rençber ve diğer ozanların kasetlerini ezberleyen kadar dinlerdik. O zamanlar Garip Şahin’in Töre kaseti vardı. O kasetin üzerindeki resim nedense çok fazla dikkatimi çekmişti o yaşta. Resmi kendisi çizmişti. Genelde devrimci ozanlık geleneğinde sade bağlama çalınırdı o dönem fakat Töre’de sırf bağlama kullanılmamıştı. Org gibi başka müzik aletlerine de yer verilmişti. Farklı tınılar, farklı tonlar vardı o kasette. Bu durum dikkatimi çok çekmişti. Her dinlediğimde yeni bir şey keşfetmişim gibi oluyordum. Çocukluğumda her zaman dinlediğim bir kahraman gibiydi. Hani vardır ya; hiç ulaşılmaz, kimdir, neyin nesidir bilinmez gibi bir şeydi…
Yıllar sonra Yetiş Yalnız (TKP-ML TİKKO gerillası – 2016’da Dersim’de şehit düştü) ile beraber onu bulmak, yanına gitmek, görüşmek için konuştuk. Yetiş, Fransa’da onu tanıyanların olduğunu söylemişti. Onlardan aldığı bilgiye göre Garip Şahin Kanada’ya yerleşmişti. Bizim de sahnede okuduğumuz marşların birçoğu Garip Şahin'e aitti. Kanada’ya gitmemiz zordu. Yine de nasıl buluruz, nasıl ulaşırız diye hep kafamızda yer ediniyordu.
Yıllar sonra öğrendik ki Kanada’da değil, İsveç’te yaşıyormuş. Grup olarak kaldığı şehir olan Göterborg’ta bir konser verdik. Orada olan arkadaşlara da mutlaka Garip Şahin'i bulup davet etmelerini söyledik. Fakat arkadaşlar bulamamış. Konserden sonra iletişim kurabilmişler.
Bir gün Ozan Rençber aradı ve Garip Şahin’in hastalandığını, ona sanatçılar olarak videolu mesajlar hazırladıklarını, bizim de bir videolu mesaj göndermemizi istedi. Garip Şahin'in bizi birkaç defa dinlediğini ve beğendiğini de ifade etti. Yani yıllardır Garip’i arıyorum. İletişim kurmaya çalışıyorum. Bu çağrıdan hemen sonra direkt bir mesaj gönderdik. O da mesajı aldıktan sonra Rençber’e bizi çok samimi bulduğunu ve görüşmek istediğini söylemiş. Rençber’den bunları duyunca çok heyecanlandık. O andan sonra iki günde bir görüşüp saatlerce konuşuyorduk.
Şahin’den bahsedilirken anımsadığınız anı veya anılarınız neler?
Ferhat Tunç: Dersim’de çocuk sayılacak yaşlarda birçok alanda birlikte olmuşuzdur. Köylerde ve ilçelerde propaganda çalışmalarına katılıyorduk. Daha çok yazın ekin zamanlarında, köylülerin ekin biçme dönemlerinde oluyordu bu buluşmalar. Köylüler “nasıl olsa kirveler gelecek ve ekinlerimizi biçecekler” düşüncesiyle ekinlere dokunmazlardı. Garip’in buna çok sinirlendiğini hatırlıyorum hep. Marşlar ve ağıtlar eşliğinde ekinler biçiliyordu. Çok sert ve kızgın mizaçlı biri olarak görünürdü. Yaptığı marşların çoğunda bu duyguyu veriyor zaten. İbocu hareketin ozanları genellikle Dersim'deydi. Garip Şahin Dersim'e göç etmiş bir Sivaslıydı. Ancak tam bir Dersim aşığıydı. Sorduklarında, “Ben Dersimliyim” derdi.
Aynı coğrafyanın çocuklarısınız ve hikâyeniz sürgünle devam ediyor. Dersim özlemi, sevdası Şahin'in hep dile getirdiği bir olgu. Şahin ve Dersim'i nasıl ifade edersiniz?
Ferhat Tunç: Garip Şahin’i Dersim sevdalısı yapan Dersim'in tarihsel gerçeğiydi. O büyük trajediyi ağıtlarına konu eden az sayıda devrimci ozandan biri oldu. Dönemin devrimci ozanlarının eserlerinde Dersim, çok yer almazdı. Bu alanda Garip Şahin bir ilkti ve hep öyle kaldı. Demanan aşiretinin direnişçi ruhundan çok etkilenmişti. Garip, bu etkilenmeyi “Demenu” adlı eserinde çok iyi anlatmıştı:
Demenu veciay kowu çheku ra
Cenik cuamerd u çeneku ra
Haydere apo, xalo wa u bıra
Haydere şime lewe demenu
Yine soykırım sürecini Kirmanckî ağıtlarına taşıdı ve bu ağıtlar her yerde söyleniyordu. Türkiye sol hareketinin gündeminde Dersim çok az yer buldu. O dönem söylenen ağıtlarla Dersim trajedisi, daha çok İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri etrafında örgütlenen kesimlerde bilinir oldu. Bunda Garip Şahin’in belirleyici bir rolü olduğunu söylemek lazım.
Yasemin Algül: Son günlerinde ona, ‘Hasretim’in neyin hasreti olduğunu, sormuştum? "Her türlü hasret" dedi. Sevgiliye hasret, anneye hasret, geride bıraktıklarına hasret... Kendisi tek başına ülkeden çıkıp yurt dışına geliyor. Yani geride bıraktıklarına hasret. Vatanıdır, Dersim’dir, eşidir, çocuğudur, dostlarıdır… Hepsine hasret. Hasta yatağında bunları anlatmıştı.
Dersim aşığı, Dersim’le yatıp Dersim’le kalkan birisiydi. Vasiyeti; yakılıp küllerinin Ovacık’ta Gözeler’den Munzur’a bırakılmasıydı ama daha sonra çocuklarının ısrarı üzerine Göteborg’ta defnedilmeyi kabul etti. Çünkü çocukları ona ulaşmak, gidip mezarını ziyaret etmek istiyordu. Öldükten sonra Dersim’e gitmek istiyordu ancak ölümüne iki gün kala çocuklarının isteğini kabul etti. Dersim’i bu denli seviyordu.
Sanat ve devrimcilik ilişkisi üzerinden Garip Şahin ve eserleri sizin için neyi ifade etmekte?
Ferhat Tunç: Kuşkusuz o tarihsel sürecin ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Garip Şahin, İbocu geleneğin şaşmaz bir neferi olarak yaşadı. Mükemmellik boyutunda bir devrimci duruşun sahibi oldu. Şahsen bu duruşundan çok etkilenmiştim ben de. Ancak Dersim'den ayrıldıktan sonra Almanya’da farklı bir gerçekliğin içinde buldu kendini. 80’lerin başıydı ve bu kez Almanya’da birlikteydik. Almanya’da çok daha durgun ve bir o kadar da üzgün bir Garip Şahin buldum. Buraya ait olmadığını söylediği çok olmuştur. O dönem farklı siyasal gelişme ve bölünmeler Garip Şahin’i fazlasıyla etkilemişti. Devrimi anlatan eserlerin o sorgulayan, hesap soran dili değişmişti. “Nasıl Anlatayım Hasretim Seni” eserinin sözlerini görünce doğrusu şaşırmıştım. Bir başka Garip Şahin vardı bu şiirde. Ben o eserini çok sevmiş ve söylemeye başlamıştım. Yılmaz Güney’in Duvar filmi için Fransa’ya gitmesi, sürgünde yeni hayatının ilk adımıydı. Sonra Yılmaz Güney kendisine filmin müziğini de yapmasını önermişti. Bu farklı bir ilişki olarak yansıdı hayatına. Yılmaz Güney’in Duvar filminde ilk kez Zazaca bir kilam olarak 70’lerde Dersim'de çok bilinen bir eserini de seslendirdi. Bu aslında Zazaca bir şarkının uluslararası bir filmde yer alması açısından sinema tarihinde de bir ilkti.
Dewiz û moravaenê
karker û emegdarenê
cini û cüamêrdenê
hayderê, hayderê
olvozenê hayderê
biraenê hayderê
Örgütsel bir ilişki yerine artık bireysel bir hayatın içindeydi. Almanya'da birlikteliğimiz üç yıl kadar sürdü. Ardından ben ülkeye dönüş yaptım. Ülkeye döndükten sonra Garip Şahin ile bağımız koptu.
Yasemin Algül: Devrimci bir sanatçıydı. 12 Eylül ve öncesinde Türkiye’de yaşayanlar Garip Şahin adını Halk Ozanı olarak bilirler. Hem eylemlerden bilirler hem de etkinliklerden. Sadece türkü ve marşları değil, kendisi de bizzat mücadelenin bir parçasıydı.
O dönemin türküleri dinlendiğinde bellidir zaten; Dönem türküleridir. Belli bir oluşumun dönemidir. Türküler de İbrahim’le ilgilidir, Ali Haydar’la ilgilidir. Yani dönemsel marşlar, türküler yapan devrimci bir ozan, bir sanatçımızdı Garip Şahin. Onu diğer sanatçılardan ayıran nokta, zamana dayanıklı şarkılarının olmasıdır. Birçok eseri günümüze kadar gelmiştir; hem marşları hem türküleri.
'Hasretim seni’ ve 'Yalnızlık' gibi türküleriyle yerelden evrenseli yakalamış birisidir. 'Hasretim Seni'yi 12 Eylül sonrası Yunanistan’da besteledi. O nedenle sesi çağlar boyu kalacaktır. Kendisi gitti ama eserleriyle yaşayacaktır. Gelip geçici olmayan zamana dayanıklı eserleriyle hep yaşayacak.
Mansur Ozan: Her görüşmemizde ona bir sürü soru soruyordum. Geçmiş dönem, bugün, devrimci sanat vb. birçok konuya dair konuşuyorduk. Ben aramasam o mesaj atıyordu. Sıkı bir ilişkimiz vardı.
Ülkedeki devrimcilik çalışmalarına ve İbrahim’e dair, “Belki benim yazdıklarım bazılarına çok uç gelebilir, bazılarına çok radikal gelebilir, bazılarına çok abartı gelebilir ama ben öyle yaşıyordum, öyle hissediyordum ve yaşadıklarımı mutlaka kitlelerle buluşturmalıydım” diyordu.
Yaşamından bazı örnekler vererek devam edelim. Misal; Fransa’ya geldiği dönemde de çok fazla zorluk çektiğini ve ona sahip çıkılmadığını belirtiyordu. O dönem bağlı olduğu hareketi eleştiriyordu. İşsiz kalmış, ekonomik zorluk çekmişti burada. Epey bir yoksulluk çekmiş. O dönemde de Duvar filminin hazırlıkları var ve oyunculardan tutun set ekibine kadar birçok alanda çalışacak kişi aranıyormuş. Yılmaz Güney o dönem birçok kurumdan destek istiyordu. Evinde kaldığı bir arkadaş Garip’e "Gel sana da orda iş çıkar, yeteneklisin" gibi bir şeyler söylüyor. Garip, çok yönlü bir sanatçıdır. Film için ilk olarak dekorla ilgileniyor. Çünkü iyi bir el sanatçısıydı. Heykelle ilgilenirdi, resimleri de var. Yani sanatın birçok alanında yetkin biriydi Garip Şahin. Aslında onu diğer devrimci sanatçılardan ayıran özelliklerden biri de çok yönlü olması. Set aralarında türkü söylüyormuş. ‘Hasretim Seni’yi söylerken Yılmaz Güney onu dinliyor, daha sonra da film müziklerini yapmasını istiyor. O da, “Hocam, benim bir bağlamam bile yok. Nasıl yapayım?” diyor. Yılmaz Güney ısrar ediyor. Daha sonra bağlama, müzik aletleri vb. ayarlanıyor Güney tarafından ve böyle gelişiyor film müzikleri.
Duvar filminde yer alan duvar yazılarının hepsini Garip Şahin yapmış. Filmde görünen İbrahim resmini şablonsuz yapmış.
Birçok sanatçının söylediği fakat söz ve müziği Garip Şahin’e ait birçok eser var. Bunları pek kimse bilmiyor. Örneğin, Emekçi’nin söylediği "Ali Haydar Ölmez" parçasının sözleri Şahin’indir. Paylaşan bir devrimci sanatçıydı. Bireyci veya isim yapma, maddiyat elde etme temelinde üreten biri değildi. Tek istediği; paylaştığı sözlerin veya müziğin üzerinde oynanmaması, bunların değiştirilmemesiydi.
Hastalığın ilk evrelerinde tanışmamızdan itibaren çalışmalarımızı iletiyor, fikrini alıyorduk.
Şahin'e veda ederken yanında olsaydınız ona kuracağız son sözleriniz ne olurdu?
Ferhat Tunç: Onunla iletişime geçmek için çok uğraştım. Türkiye’den ayrılmadan önce birçok kişi üzerinden kendisine ulaşmak istedim. Ülkeden ayrıldıktan sonra İsveç’te yaşadığı şehire bir etkinlik için gitmiştim. Garip Şahin’e yine ulaşamadığım için çok üzülmüştüm. Kanser hastalığının ilerlemiş olduğunu Ozan Rençber’den duydum. Kızı üzerinden hakkında bilgi ediniyordum. Bir süre sonra da hayatını kaybettiği haberini aldık. Son kez görüşseydik emekleri için teşekkür edecektim. En önemlisi de bir kardeş olarak gördü ve her zaman destekledi beni. 80’lerin başında Avrupa’da yaptığım çalışmaları küçümseyenler oldu. Bu duruma en çok kızan Garip Şahin olmuştu. Belki bunu kendisine hatırlatıp gülümsemesini sağlardım.
Son vedası nasıl oldu ve siz nasıl vedalaştınız?
Yasemin Aygül: Dost canlısıydı. Son günlerinde tek tek arkadaşlarını sordu. Tek tek arkadaşlarıyla konuştu. Veda konuşmaları gibiydi. Uzaktan gelen telefonlarla hüzünlenirdi. Garib’e giderken Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve diğer Komünarlarımızın mezarlarından birer avuç toprak aldım. Onlarla konuştum. Topraklarının nereye gideceğini söyledim onlara. Bir de Garip, kırmızı gülleri çok severdi. Mezarlardan aldığım toprağı kurutulmuş kırmızı gül yapraklarıyla karıştırıp Garip'in üstüne serptim. Onunla böyle vedalaşmak istedim.
Mansur Ozan: Ben onu çok geç tanıdığım için çok üzgünüm. Hatta keşke Yetiş ile beraber tanışsaydık. Marşlarıyla, türküleriyle vedalaştık. Ben ona Yetiş'ten çok bahsettim. Yetiş’i biliyordu. Yetiş’le beraber hep bir Garip Şahin hayranlığı vardı bizde. Onun eserleri daha çok dokunuyordu bize. Kişi olarak ona bir borcumuzun da olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla müziğini, ruhunu, sanatını taşımak, kitlelerle buluşturmak istiyoruz. Bu sözü ona da vermiştim ve sanatla uğraştığımız müddetçe onu böyle yaşatacağız. Ustamızdır ve sanatsal boyutuyla çok farklı, ileri bir noktada duruyor. Güncel ve üretken bir ozandı. Marşlarıyla, türküleriyle veda ettik ona ve onu böyle yaşatacağız.