12 fedai destanı...
Şoreş REŞİ yazdı —
- 12 fedai koşar adımlarla karanlığı yarıyor ve çağın kudurmuşlarının vahşetine yetişmeye çalışıyordu.
Yıl 2014; aylardan Ağustos...
Şengal cehennem kapısı gibi. Yer-gök ateş, canlı-cansız kavruluyor, mazlumların feryadı Şengal Dağı’na vurup tekrar dönüyor, dünyanın efendileri de yaşananları canlı seyrediyordu...
Şengal merkez, Sinum, Koco ve diğer köyler ile dağın üzerine ateş topu gibi bir güneş ile şafak yeni söküyordu. Katıksız Kürt’ün özünden kalan mazlumlar hala sabah uykusundayken, 12 fedai koşar adımlarla karanlığı yarıyor ve çağın kudurmuşlarının vahşetine yetişmeye çalışıyordu.
Bir hafta önceden sarı bayraklılar gelmiş, mazlumların elindeki bütün savunma araçlarını toplamış, askeri arabalarıyla şimdi Hewlêr’e doğru yol almaya hazırlanıyordu. İçlerinden bazılarının başı önde, utangaç, gözleri melül, kol ve kanatları kırık halde olacaklar üzerinde derin düşüncelerde ve suçluluk içindeydi. Ama emir böyle gelmişti... Emre karşı tek başına ne yapabilirdi? Çocuklarının rızkını nasıl tehlikeye atabilirdi? Oysa sarı bayraklı kardeşlerine güvenen Êzîdî çocukları, her şeyden habersiz hala sabah uykusunda ve siyah bayraklı cellatlarını bekliyordu.
Eli kanlı, siyah bayraklılar pusuya yatmış, sessiz, kin ve nefret dolu. Ganimet aşkı, iman, cennet ve peygamberlerine kavuşma rüyası ile günahsızlara yaklaşıyordu. Yıldırım hızıyla gelen arabalarının üzerinde ilk gördükleri ‘kafirlere’, hak yolunu insanlığa gösterenler (!) kan kusuyordu. Kan, ölüm, haykırışlar ve kaçışlar birbirine karışıyor ama insana inananlar teslim olmuyordu. Kalbi gibi elbiseleride beyaz olanlar, çıplak elleriyle direnmeye çalıştıysa da modern canavarlara karşı şansları yoktu; katiller, vücutları üzerinde temsilcilerinin bayrak rengini bırakarak hepsini yere seriyordu. Kuzey tarafında oturanlar biraz daha şanslıydı, yalın ayakları ile yönünü kutsal dağa vermişlerdi. Güneydekileri ise dünya efendilerinin yüzkarası olan en rezil yaşam bekliyordu. Direnenler, ihtiyarlar ve bazı kadınlar şanslıydı ki hemen orada can verdiler. Bahtı kara olanlar, kara ve çirkin bayraklar altında yönlerini Reqa’ya vermişlerdi. Ki alçakların sofrasında meze, pazarlarda on dolara satılmaya, cariye ve köle olmaya, insanlığı kurtaracak iddiasıyla yaratılan bir ideolojinin sloganları altında ilerliyordu.
Dağın güneyindeki ova adeta dünyadaki bir cehennemdi; çocuklar açlıktan ve sussuzluktan kırılıyor, güneş ışınları kör ederken, sıcak dayanılmaz derecede hastalara, yaralılara ufak kayaların kenarını mezar yapıyordu... Ama kara sakallılar hala insanları tarıyor, çoluk çocuk demeden hepsini yok etmeye; fermandan, Enfal’den, jenositten, ilahi emirin gereğini yapmaktan ve toptan kırımdan geçiriyordu... Yer, gök, taş, toprak yanıyor, cehennemin adı anlamsızlaşıyordu...
Tam da mazlumlar alevler arasındayken, kuzey dağlarından 12 kutsal adam ovaya indi! 12 güzel insan, fedai, kahraman, gözükara, koruyucu, melek... Uzun bir yolculuktan, sarı bayraklıların zindanlarından, kardeşlerini yakan ateşin korktuğu çocuklar gelmişlerdi. Tıpkı Êzîdî kahramanı Derwêşe Evdî ve 11 sadık yoldaşının halkını koruduğu gibi. Onlar da 1768 yılının mirasını 2014’e taşımış ve bin yıl daha hikayeleri anlatılacak 12 kahraman destanını yazmıştı. Ne diyeyim? Sizi doğuran analar övünsün! Varsın ölüm olsun ucunda, emin olun değer eyyy ölümsüz kahramanlar! Birinizin yerinde olmayı ne kadar da çok isterdim. Ahhh, varsın alçak kurşunlar vücudumu delsin; vız gelirdi!
Sakın kimse bu kutsal insanlar için ‘öldüler’ demesin; ölümü öldürenler ölmez!
Tek tek adlarını, ailelerini, topraklarını, geçmişlerini en ince noktasına kadar ezberlemek isterdim; isteriz. Belki bütün insanlığa bu 12 uluyu tanıtacak bir film, bir roman, bir destan yaratırız. Haydi Kürtler! Daha eloğlu işe el atmadan ve bu kahramanların hikayesini bozmadan bu filmi yapın; destanı temiz ellerinizle siz yazın! Bütün insanlık bilsin ve görsün ki esas kutsallık, hak yolu, peygamberlik, ululuk nerede ve ders çıkarsın!
Hadi gözünüzü sevdiğim sanatçılar, yazarlar, rejisörler, filmciler yaşatın bu kahramanlığı; yazın bu destanı! İnsanlığı bundan mahrum bırakmayın, ölmeden görmek isterim, yoksa gözlerim açık, insanlığa borçlu giderim.
Senaryo yazarı değilim, hiç de yazmadım. İstiyorsanız ruhumu, enerjimi, bilincimi, en son canlı hücresine kadar bütün gücüm ile yazmaya hazırım.
Haydi acele edin.