‘Susma! Sustukça sıra sana gelecek’

Kadına karşı şiddet, hiç bir kadının dışında kalamayacağı kadar yaygın ve kadının erkekle yan yana geldiği her alanda gerek erkek iktidarının ve gerek siyasi iktidarın en saldırganlaştığı ve zavallılaştığı nokta. Çocukları da yakından etkileyen ve geleceklerini karartan bu şiddetin son bulması sadece fiziksel sağlık değil, hem bireyin hem toplumun ruhsal sağlığı, kadının ve çocukların yaşama üretken katılımı için de şart. Oysa kadının devlet katında yeri yok halen. Kadın bakanlığı kurulmasını istemeyen, kadını ailenin ve belirlenen sosyal hayatın bir parçası olursa ve bu ölçüde kabul eden iktidarın kadına yönelik şiddeti önleyebilmesi ise mümkün görünmüyor. Kadınların her gün üçer beşer şiddete kurban verildiği bir coğrafyada, karşı mücadeleye güç vermek ve şiddeti olabildiğince geriletmek insani bir sorumluluk aynı zamanda.
KCK davaları da yaşamımızı kuşatan şiddetin birer parçası. Avukatlara yönelik KCK operasyonu ise, kimsenin bu şiddetin dışında kalamayacağının açık göstergesi. Bu durum süreci takip edenler açısından sürpriz değil elbette. İlk adımda siyasetçiler, arkasından insan hakları savunucuları, belediye başkanları, profesörler, yayıncılar, gazeteciler derken sıra avukatlara kadar getirildi. Verilen mesaj çok açık; topyekûn imha anlayışı sanıldığının aksine bu gün sadece Kürtleri değil Kürtlerle ilişkilenen herkesi hedef alıyor. Ve hatta yok edilmek istenen sadece Kürt özgürlük hareketi değil, destek, dayanışma, hak ve özgürlük mücadelesinde muhalif kimlik ve mücadele kararlılığıdır.
Bu bağlamda son yaşananlar görünenin ötesinde bir boyut içermekte. Yargı alanının sistemin iç yüzünün en fazla deşifre olduğu alanlardan biri olduğu kabul edilirse yaşananları, sadece Öcalan’ın 47 avukatının değil savunma makamının, avukatlık mesleğinin ve yargılamanın en bağımsız ve muhalif tarafının gözaltına alınarak susturulmaya çalışılması olarak da görebiliriz. Yargı bağımsızlığının kavramsal boyutundan çıkamadığı, başka bir ifade ile yargının açıkça siyasi vesayet altında olduğu bu gün bu baskıya karşı durabilecek, sistemin açmazlarını deşifre edebilecek, sistemi bu noktalardan değişime zorlayabilecek potansiyeli taşıyan bir kesim yani avukatlar da bu siyasi vesayeti kabule zorlanmaktadır.
Avukat arkadaşlarımızın gözaltına alınmalarını protesto etmek için İstanbul Barosu önünden yapılan yürüyüş, avukatların bu siyasi vesayet dayatmasına ve Kürt özgürlük mücadelesi ile gösterdikleri dayanışmaya yönelik baskılara pabuç bırakmayacaklarını gösterdi. Saldırıların muhalif duran her kese ve her kesime yayılacağı gerçeğinin yarattığı tepki ise, bu gerçek karşısında toplumu mücadeleye çağıran bildik ama önemli bir slogana yeniden ruh verdi: Susma! Sustukça sıra sana gelecek.
