AKP hikayesi

Rohat BARAN yazdı —

NATO’nun komünizme karşı mücadelede temel bir üs, ileri karakol olarak kullanma hesapları sonrası Türkiye’de tohumları atılan siyasal İslamcı eğilim, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbe sonrası Fethullahçılar kılığıyla devlet kademelerinde daha fazla örgütlenme imkanlarına kavuşur. Daha doğrusu bu imkanlar onlar için yaratılır, onlar da beraber yürüyecekleri yola girerler. Kendi aralarında parçalı olsalar da iri olmak için diri ve yek görünmeleri ve birlikte hareket etmeleri gerektiğini bilirler. Tabii ki içlerinde gerçekten inanlar da vardır, ama esas güç bu inananları da kendisine maskeleyerek kullanmak isteyenlerin elinde bulunur ve oldukça acımasızdırlar.

Refah Partisi’yle 1996’da Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığıyla devam eden süreç, yine NATO ve Gladio tarafından bir proje olarak geleceğe hazırlanır. Türkiye’de o zamana kadar kullanılan partiler ve iktidarlar Kürt Özgürlük Hareketi karşısında oldukça yıpranmıştır. Herhangi bir meşruiyetleri de kalmamıştır. Ortadoğu’da kullanabilmeleri için İslami görüntülü bir güce ihtiyaç duyulmaktadır. Ülke yıllarca süren savaş sonrası ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel olarak çökme noktasına gelmiştir. Yeni bir gücün açığa çıkmasına muazzam bir zemin yaratılmıştır. Yeni projenin doğması ve yürü kulum dendiğinde koşar adımlarla ilerlemesi için her şey uygun hale gelmiştir. Türkiye toplumunun demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük konusunda açlıktan ölecek hale geldiği bir süreçte bu söylemleri ağzına sakız eder, o değerleri savunduğunu söyler ve hararetli savunuculuğunu yapar. Bazı liberalleri, demokratları ve solcuları da buna inandırır ve peşine takar. Müslümanların duygularına hitap eder, türban der, namaz der, mağduriyet edebiyatı yapar, gerçek inançlı insanları da peşine takar. 3 Kasım 2002’ye gelindiğinde yaratılan bu zeminde AKP adındaki çocukla doğar. Mevcut partilerin yıpranması, gerçek demokratik bir gücün açığa çıkmasının engellenmesi ve daha birçok nedenle parçalanan oylarla Türkiye’deki oy ortalamasının üçte birlik oranıyla iktidar olur ve tüm ülkeyi yönetme hakkına kavuşur.

Önü açılan AKP ilk başlarda yumuşak yüzle toplumu genel olarak rehabilite etse ve tepkilerin gelişmesini engellese de ‘düşünmezsen böyle bir sorun olmaz’ söylemleriyle Kürtlere nasıl bir yaklaşım içinde olacağını ortaya koyar. Zaman ilerler Kürtler, Kürt Özgürlük Hareketi AKP ve şefinin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için bazı adımlar atması için verdiği şansları ve ortaya çıkarılan fırsatları değerlendirmesini ister. 2004 1 Haziran hamlesine kadar süreç böyle devam eder.

AKP, sorunu yeni bir oyalama ve aldatma süreci yaratıncaya kadar ya görmezden gelmeye ya da güvenlikçi politikalar mı yoksa siyasal yollardan mı çözüm arıyormuş bocalaması içinde olduğu görüntüsüyle devam eder. Tayyip Erdoğan daha fazla güç olmalıyım, elimde çok fazla şey yok, şu-bu güç engeldir, şu engeli de aşalım, bir şeyler olacak diyerek hep Kürtlere vaatlerde bulunur. 2006’ya gelindiğinde ‘Kürt sorunu vardır, bu benim de sorunumdur’ deme noktasına gelir. Ancak 2007-2008’e gelindiğinde bir yandan Ergenekon operasyonları denilen devletin derinliklerine daha fazla yerleşme hamlelerini gerçekleştirirken, diğer yandan Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik imha saldırıları başlatır. 2008 Şubat’ında hem Kürtlere karşı nasıl kullanılacak bir güç olduğunu göstermek, hem de orduyu zayıf düşürmek için Zap’a saldırı başlatır. Özgürlük gerillası bu saldırıları kırar. Yaşar Büyükanıt Türk ordusunun yaşadığı bu mağlubiyeti ‘askerlerini Zap’tan yağdan kıl çeker gibi çektik’ sözleriyle itiraf eder.

Sürecin askeri olarak kazananı gerilla olur. Ancak Erdoğan, ordunun yenilgisinin ortaya çıkardığı durumu Türkiye’nin demokratikleşmesi için değerlendireceğine, devletin içine daha fazla yerleşmek için kullanmak ister. Tercihini demokratikleşmeden değil de savaşta ısrar yönünde yapar. Yaşar Büyükanıt’la mezara kadar götüreceği sırları ve anlaşmaları da bu çerçevede olur.

Film tekrar eder. 29 Mart 2009’da gerçekleşen yerel seçimlerde Kürt halkının ortaya koyduğu tutum ve seçim sonuçları demokratikleşme yönünde adım atılmasını gerektirirdi. Özgürlük Hareketi de bu düşünceyle 13 Nisan’da yeniden ateşkes ilan eder. Ancak bir gün sonra siyasi soykırım saldırıları gerçekleşir ve binlerce siyasetçi tutuklanır. Aynı yılın Aralık ayında saldırının ikinci aşaması devreye konar. DTP kapatılır. Önder Apo ve Özgürlük Hareketi sorunu demokratik yollardan çözmek isterken, karşısındaki tüccar güç hep çıkmaz yollar dayatarak fırsatçı yaklaşmak ister. Her sıkıştığında Kürt sorununun çözümü için bir şeyler yapacakmış gibi gösterir. Hele genel seçimler yaklaştıkça Kürtlerin oylarını kaybetmemek için her türlü hileye ve yalana başvurur. Anayasa referandumunda ‘yetmez, ama evet’ diyerek birçok kesimi bile böyle peşine takar. Seçim olur, söylenenler unutulur ve yine savaşa yönelir.

2011’in sonlarında tırmanan ve 2012 sonbaharına kadar süren savaş, AKP’yi sarsar. Zindanlarda başlayan ölüm orucu direnişleriyle toplumun daha fazla harekete geçeceğini görmüş olacak ki, kurtuluşu Önderliğin ayağına gitmede görür. Zaten 2008’de oyalama amaçlı başlayan Oslo görüşmelerinin de artık yeni bir aşamaya evrilmesi gerekmektedir. Yoksa bir yandan görüşme, bir yandan savaş politikaları AKP’nin inandırıcılığını gün geçtikçe yitirir.

2013 Newrozu’nda Önder Apo’nun Türkiye’nin demokratikleşmesi manifestosu okunur. Demokratikleşmeden yana olan tüm güçler çok memnundur ve AKP iktidarı dışındaki herkeste bu sorun demokratik yollardan çözülebilir yönünde bir ışık belirir. Ancak yine yürürlükte olan oyalama ve aldatma olur. AKP faşist iktidarı 2013’ten 2015 Nisan’ına kadarki süreci savaşa hazırlanma biçiminde değerlendirir. Kalekollar, karakollar yapar; yeni savaş teknikleri ve sanayisini geliştirir. Tıpkı Mussolini’nin Libya valisinin İtalya’dan Libya’ya yeni tanklar getirmek için ihtiyaç duyduğu zamanı ateşkesle geçirmesi gibi bir süreç yaşanır. AKP savaşa hazırlanır, ama söylemleriyle tazyik uygulayarak özgürlük hareketini töhmet altında tutmaya çalışır. Zaten sonrası süreçte kimin savaşa hazırlandığı daha iyi görülmüş oldu.

7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP 80’den fazla milletvekili kazanır ve AKP siyasal olarak da kaybeder. Ama bunu kabul etmez ve her şey daha açık yapılır. Zaten herkes bu süreci biliyor. 1 Kasım seçimleriyle tüm maskeler atılır, AKP-MHP’yle ittifak halini alenileştirir ve faşist, soykırımcı sömürgeci, kanla ayakta kalan iktidar gerçeği ortaya çıkar. Demokratik söylemleri bırakıp kanla beslenen AKP ve politikaları bugün Ortadoğu halklarının başına da böyle bela oluyor.

Her hikayenin bir sonu vardır. AKP-MHP iktidarının akıttığı halklar kanında boğulması dileğiyle…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.