Almanya'nın Kürt'e özel maddesi: 129b
Dosya Haberleri —
- Yaklaşık bir buçuk yıldır, farklı Avrupa ülkelerinde yaşayan aktivistler 129b maddesi uyarınca Almanya'ya iade ediliyor. AZADÎ Hukuk Bürosu çalışanı Arno-Jermaine Laffin, “Sabri Çimen Fransa'da, Mehmet Çakas İtalya'da ve Kenan Ayas Kıbrıs'ta tutuklandı. Belçika da bir aktivisti iade etti ve son olarak İsveç'te bir kişi tutuklandı. Bu durum geçmişte de yaşanıyordu ama bu boyutta değildi” diyor.
BERDAN DOĞAN
Türk devletiyle paralel politikalar izleyen Almanya, Kürtleri karşı hukuksuz kararlara imza atmaya devam ediyor. Bunu da kendi yasasında 129b maddesine dayandırıyor. Alman cezaevlerinde 11 Kürt aktivist tutsak var. Tutsakların isimleri ve tutulduğu cezaevleri şöyle: Kenan Ayas: Hamburg, Aydın Özgür: Bremen, Mehmet Çakas: Hanover, Sabri Çimen: Wittlich, Mazlum Dora: Stuttgart, Ali Engizek: Düsseldorf, Merdan Kızılkaya: Stuttgart, Tahir Köçer: Münih, Abdullah Öcalan: Frankfurt, Ali Özel: Frankfurt, Kadri Saka: Hamburg.
Konuyu AZADÎ Hukuk Bürosu çalışanı Arno-Jermaine Laffin ile konuştuk. Almanya’da PKK yasağının ardından kurulan AZADÎ Hukuk Bürosu, kriminalize edilen Kürtlere 1996’dan bu yana danışmanlık ve hukuki hizmet veriyor. Sadece bununla da sınırlı kalmıyor Kürtlere yönelik hukuk kılıfıyla yapılan siyasi baskıyı belgeliyor, Alman kamuoyuna duyurmaya çalışıyor. AZADÎ Hukuk Bürosu çalışanı Arno-Jermaine Laffin, Alman devletinin Kurdistan'daki savaşta Türk devletinin yanında olduğuna vurgu yaparak Alman toplumunun çoğunluğunun hükümetin bu politikasına şüpheyle yaklaştığını ve hatta karşı çıktığına dikkat çekiyor. Almanya’nın Kürtlere yönelik ayrımcılığın “Kürt karşıtı ırkçılık” olarak adlandırılması gerektiğini kaydeden Arno-Jermaine Laffin, “Kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve toplumun aydınlatılması açısından hala yapılması gereken çok şey var” diyor. Laffin'in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle...
Ofisinizden gelen güncel bilgilere göre, Almanya’da 66 aktivist hakkında 129. maddeden dava açılmış. Bu davaların temel gerekçeleri ya da temel suçlamaları neler? Alman yargısının suçlamaları neye dayanıyor?
Ana odak noktası, söz konusu kişilerin PKK üyesi veya kadrosu olarak siyasi faaliyette bulunmuş olmaları ve Almanya'daki bölge veya alanların liderleri olarak sorumlu kişiler oldukları iddiası. Suçlandıkları faaliyetler arasında toplantı veya otobüs gezileri düzenlemek, tavsiye vermek, bağış toplamak, anlaşmazlıkları çözmek, HDP için kampanya yürütmek veya siyasetçilerle görüşmek yer alıyor.
2010'dan bu yana PKK üyeliği suçlamasıyla tutuklanmış 66 kişiye ek olarak, yine Alman Ceza Kanunu'nun (StGB) 129a ve 129b maddeleri uyarınca, PKK'yi destekledikleri gerekçesiyle haklarında dava açılanlar da var. Bu kişiler hapse atılmıyor ancak suçlamalar çok benzer ve bir suçlama mahkemeye getirildiğinde genellikle mahkumiyetle sonuçlanıyor. Polis ve savcıların çok daha fazla sayıda kişi hakkında üyelik ya da destek suçlamasıyla soruşturma yürüttüğünü ve bu soruşturmaların mahkemeye taşınmadığını ya da ilgili kişilerin bunlardan haberdar dahi olmadığını belirtmek de gerekir. Bu da yüzlerce insanın gözetlendiği anlamına geliyor. Alman Ceza Kanunu'nun 129, 129a ve 129b maddelerinin "gözetleme paragrafları" olarak da anılmasının nedeni budur.
Söz konusu maddelerden etkilenen insanların aileleri ve özellikle çocukları ne durumda? Bu kişilerin aileleriyle iletişiminiz var mı?
Tabii ki aileler -özellikle de çocuklar- bu durumdan büyük ölçüde etkileniyor. Aktivistlerin tutuklanmalarına genellikle evlerinin aranması eşlik ediyorlar. Örneğin; burada polis, evlere saldırgan bir tavırla ve silahlı olarak girdiğinde, eşyaları tahrip ettiğinde ya da her şeyi karıştırdığında, orada bir çocuğun bulunup bulunmadığına dikkat etmiyor. Bir vakada, bir aktivist ailesinin evinin kapısında kalabalık bir polis gücü tarafından saldırıya uğradı; yere yatırıldı; bağlandı ve götürüldü. Tüm bunlar çok sayıda komşunun önünde gerçekleşti. Bu senaryo herkesi dehşete düşürdü ve bu kişinin tehlikeli biri olduğu izlenimi yaratılmaya çalışıldı. Aynı zamanda polisin bu eylemi, kişinin aile üyelerinin komşuları nezdinde itibarını da zedeledi. Böyle acımasız olayların mağdurlar ve aileleri üzerinde dramatik bir etkisi ve sonuçları olduğunu tahmin edersiniz.
Almanya’nın talebiyle farklı Avrupa ülkelerinden iade edilen Kürt aktivistlerin sayısındaki artış da dikkat çekici değil mi?
Evet. Yaklaşık bir buçuk yıldır, farklı Avrupa ülkelerinde yaşayan aktivistlerin 129b maddesi uyarınca burada yargılanmak üzere Almanya'ya iade edildiklerini gözlemliyoruz. Sabri Çimen Fransa'da, Mehmet Çakas İtalya'da ve Kenan Ayas Kıbrıs'ta tutuklandı. Belçika da bir aktivisti iade etti ve son olarak İsveç'te bir kişi tutuklandı. Bu durum geçmişte de yaşanıyordu ama bu boyutta değildi. PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan Medya Haber'e verdiği röportajda “Türkiye'nin yapamadığını Almanya yapıyor” dedi.
Bu kişiler Almanya'nın komşu ülkelerinde zaten tutuklu veya cezai gözetim altında mı? Yoksa bu ülkelerde ceza yargılaması yapılmadan doğrudan Almanya'ya iade etmek amacıyla mı tutuklandılar?
İlgili kişiler iade edilmek üzere gözaltında tutuluyor. Dolayısıyla bu ne yargılama öncesi tutukluluk ne de cezai tutukluluktur. Bu, sadece söz konusu kişilerin iadesi ile ilgilidir. Buradaki paradoks, ilgili devletlerin ilgili kişileri herhangi bir cezai suçla itham etmemesidir. Örneğin; Belçika'da mahkemeler, Kurdistan’daki savaşı uluslararası olmayan bir çatışma olarak kabul etmiştir. PKK üyelerinin ‘terörist’ olarak yargılanamayacağına ve cezalandırılamayacağına karar vermiştir. Bununla birlikte, Belçika makamları Federal Almanya Cumhuriyeti'nin kışkırtmasıyla bir aktivisti tutuklamış ve nihayetinde iade ederek PKK üyeliğinden mahkum ettirmiştir.
Kıbrıs da Kenan Ayas davasında zorlandı ve mahkeme süreci birkaç aşamaya yayıldı. Ancak sonunda, Almanya dayatması galip geldi ve Ayas iade edildi. Kıbrıs bunu yapmak zorunda değildi ki birkaç yıl önce başka bir Kürt aktivisti iade etmeyi reddetmişti.
Federal Adalet Bakanlığı tarafından Eylül 2011'de verilen genel yetki, tutuklamalar, suçlamalar ve kriminalizasyon için açık bir bilet oldu. Bu yetkinin tam içeriği nedir ve ne gibi etkileri bulunuyor?
129b maddesi, yabancı suç örgütlerinin ya da sözde terör örgütlerinin yargılamasına olanak sağlıyor. Bu yasal hüküm Almanya'da ya da diğer AB ülkelerinde bulunan örgütlerin kovuşturulması için gerekli değil, zira bu örgütler zaten StGB'nin 129 ve 129a maddeleri uyarınca kovuşturulabilmekte. Ancak, Ceza Kanunu uyarınca kovuşturmadan sorumlu olan Federal Savcılık, ‘terörist’ olduğundan şüphelenilen tüm yabancı örgütleri soruşturamamaktadır. Bu bir yandan yetkililerin kapasitesini çok aşmaktadır. Diğer yandan da Federal Hükümet’in çıkarlarına göre belli bazı örgütlere dava açılmaktadır. Alman Ceza Kanunu'nun 129b maddesi de kovuşturma için gerekli olan izni sağlamakta. Bu izin, Federal Başsavcılık, Federal Dışişleri Bakanlığı, Federal İçişleri Bakanlığı ve Federal Başbakanlık ile istişare halinde Federal Adalet Bakanlığı tarafından verilen siyasi bir karardır. Dolayısıyla bu karar hükümetin en üst düzeyinde alınır. İznin kendisi fazla içeriği olmayan kısa bir metinden ibarettir. Gerekçelendirilmesi bile gerekmez. Bu aynı zamanda yargısal denetimi de imkansız hale getirmektedir.
PKK üyesi olduğu iddia edilen kişilere karşı açılan davalardaki tüm savunmalarda kovuşturma yetkilerine karşı itiraz ediliyor ancak mahkemeler bu yetkileri sorgulamıyor. Genel kovuşturma yetkisi, bir dernekle ilgili gelecekteki eylemleri için geçerlidir. PKK örneğinde, Federal Adalet Bakanlığı 2011 yılında örgütün bölge ve alan sorumluluların gelecekte yargılanması gerektiğine karar verdi. Bundan kısa bir süre önce, 2010 yılında Federal Adalet Divanı, PKK'nin Alman Ceza Kanunu'nun 129b maddesi uyarınca yargılanabileceğine karar vermişti. Bu konuya ilişkin eksik kalan bölüm, Adalet Bakanlığı'nın daha sonra sağladığı kovuşturma yetkisiydi. Genel yetki kapsamına girmeyen belirli münferit vakalarda, üyelere veya destekçilere karşı harekete geçilecekse bu yetki devreye sokuluyor.
Bu izinleri, Kürt aktivistleri kriminalize etme ve sindirme çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alman hükümetinin en üst kademeleri bir örgütün üyelerini terörist olarak yargılamaya karar verirse, bu tek başına korkutucu bir etkiye sahip olabilir. Bu aynı zamanda Almanya'daki Kürt toplumunu PKK çevresinin çok ötesinde damgalayan bir siyasi yaklaşım. Eminim ki her Kürt, PKK'ye karşı tutumuyla ilgili sorulara cevap vermek zorunda kalmıştır. Ancak çok spesifik tehditler var: Daha önce Alman Ceza Kanunu'nun 129b maddesi uyarınca PKK'yi desteklemekten dolayı açılan ve bugüne kadar herhangi bir suçlama yöneltilmeden soruşturmaların ve ev aramalarının yapıldığı vakalardan bahsetmiştim. İsnat edilen suçlar on yıl sonra zaman aşımına uğruyor. Bu zaman aşımı süresine kadar bireysel izinler verilmeye devam edilebilir. Yani siyasi açıdan uygunsa ya da yetkililerin başka sebepleri varsa, bu soruşturmalar her an mahkemeye taşınabilir. Bu, mağdurların kendilerini savunamadan yıllarca yaşamak zorunda kaldıkları somut bir tehlikedir. Bu durum, mağdurların, arkadaşlarının ve ailelerinin zarar görmesine yol açmaktadır.
Peki kamuoyunun farkındalığı var mı?
129b davalarındaki savunma avukatları yel değirmenlerine karşı mücadele ediyor. Yasal olarak mahkemeler ve savcılar son yıllarda artık dokunmak istemedikleri birçok hukuki riske girdiler. Ancak Belçika'da, ısrarlı ve cesur bir hukuk mücadelesi sonucunda Belçika mahkemelerinin PKK'yi artık bir terör örgütü olarak yargılamadığını, bunun yerine uluslararası olmayan bir çatışmada silahlı bir taraf olarak kabul ettiğini gördük. Belçika'daki savunma ekibi, yargılamanın hiçbir aşamasında bunu beklemiyordu.
Kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve toplumun aydınlatılması açısından hala yapılması gereken çok şey var. Savunma avukatları içerik açısından gerçekten çok iyi işler yapıyorlar, ancak bu mahkeme salonlarının dışında pek fark edilmiyor. Bu nedenle duruşmaları gözlemlemek ve raporlamak çok önemli.***
***
Cezaevinde de direniyorlar
Davalara yeterince ilgi var mı? Bazı tutuklular ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş ve hatta unutulmuş hissediyor? Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
Kriminalize edilmeyi ve kendi tutukluluk durumlarını bireysel eylemlerle protesto eden mahpuslar hep olmuştur. Örneğin geçen yılın sonunda Stuttgart'ta Mazlum Dora ve bu yılın başında Hamburg'da Kadri Saka açlık grevine başladı. Ancak bu kamuoyuyla çok geç paylaşıldı; cezaevleri dışında tereddütle karşılandı ve neredeyse hiç destek görmedi. Bu açıdan AZADÎ olarak başkalarını, özellikle de mahkumları ya da Kürt toplumunu eleştirmeden önce özeleştiri yapmalıyız. Sonuçta kendimize siyasi mahkumları destekleme hedefi koyan bir kurumuz. Ancak tutsakların çoğu zaman yalnız olduklarını da fark etmeliyiz. Yoldaşlarından, siyasi süreçlerden ve hatta cezaevlerinden bile izole edilmiş durumdalar. Bu durum, AZADÎ olarak bizim ve aynı zamanda siyasi yapıların, dayanışma gruplarının ya da aktivistlerin yanlarında durmasını zorlaştırıyor. Kendilerini ihmal edilmiş ya da görmezden gelinmiş hissetmeleri boşuna değil. Zaten cezaevinin amacı da bu. Kurdistan ve Türkiye'de tutsaklar kolektif hareket ediyor ve örgütlüler. Bu durum Almanya'da eksik. Ancak Kadri Saka ve Mazlum Dora'nın eylemleri, mahpusların kendilerini siyasi özneler olarak gördüklerini ve cezaevinde bile direnmeye hazır olduklarını gösteriyor. Cezaevini dışarıdaki siyasetimizden kopuk ya da birkaç arkadaşımızın siyasi bağlılığının sonu olarak değil, hepimizi ilgilendiren bir siyasi tartışma alanı olarak görmeliyiz. Bu nedenle mahpusları desteklemek ve AZADÎ gibi yapıları güçlendirmek için daha yoğun çaba göstermeliyiz.
***
Almanya’daki Kürt karşıtı ırkçılık
Alman toplumu devletin etiketleme, kriminalizasyon ve ayrımcılık politikalarına karşı nasıl bir tutum sergilemeli?
Federal Almanya Cumhuriyeti, Alman devleti, Kurdistan'daki savaşta Türk devletinin yanındadır. Federal Almanya Cumhuriyeti'nin NATO ve Avrupa içinde Türkiye devletini destekleme ve entegre etme görevi var. Bu, Kurdistan'da ve diasporada Kürt toplumunun zararına gerçekleşmekte. Buna PKK'ye yapılan zulüm de dahildir. Alman toplumunun çoğunluğu ise hükümetin bu politikasına şüpheyle yaklaşıyor, hatta karşı çıkıyor. Erdoğan rejimiyle yakın ilişkiler, Kurdistan'daki savaş, NATO üyeliği ve bir tahakküm projesi olarak Avrupa Birliği toplumun iradesini temsil etmiyor. Almanya'da toplum demokrasiyi esas alıyorsa Kürt sorununa ilişkin önyargılarını değiştirmeli ve Federal Hükümeti rotasını değiştirmeye ikna etmelidir. Kürt hareketinin kriminalize edilmesi Almanya'da demokratik bir eksiklik olarak kabul edilmeli ve Kürtlere yönelik ayrımcılık Kürt karşıtı ırkçılık olarak adlandırılmalıdır. Bunun yerine Alman hükümeti hem içeride hem de dışarıda stratejisini sertleştirmekte ve Kürt sorunu da dahil olmak üzere birçok konuda diğer Avrupa devletlerine kendi politikalarını dayatmaktadır.
Mevcut siyasi güç dengesi ani bir iyileşme beklememize izin vermiyor, ancak tam da bu nedenle çeşitli düzeylerde ve birçok küçük düzenlemede sürekli ve kararlı çalışma çok önemli. 129b davasına ilişkin her rapor ve dayanışmak için yapılan her eylem gerçekliği vurgulamalı ve daha yüksek sesle dile gelmelidir; ta ki bir noktada niceliksel değişiklikler niteliksel değişikliklere dönüşene kadar. Kürt hareketinin kriminalize edilmesinin sona ermesi ancak Kürt sorununun bir bütün olarak çözümü ortaya çıktığında olacaktır. Bunun için çalışmalıyız.