Arnon kahramanları
Dosya Haberleri —
- Savaşma ve direniş kararlılığı PKK güçlerinde bir bütünen kabul gördü. Partinin kararını arkadaşların kararlı duruşları da pekiştirmiş oldu. Büyük savaş olacaktı ve biz de orada hazır olacaktık.
EMRULLAH BOZTAŞ
2 Haziran 1982. Saat, 17:00… Radyo anonslarında İsrail’in karadan, havadan ve deniz yolu ile Güney Lübnan’ı işgal için bir operasyona başladığını duyurdu. Dönemin İsrail’in Savunma Bakanı Ariel Şaron’du. Arnon kalesini savunan bir grup PKK savaşçısı ilk hava saldırısı ile işgalden zaten haberdardı. Derinden gelen silah sesleri, giderek yaklaşıyordu.
Nebatiye cephesinde Güney Lübnan savunmasına katılan Xalid Çelik, cephede kimlerin yer aldığını ve savaşın gidişatını anlattı.
Sizin dışınızda devrimci örgütlerden kimleri hatırlıyorsunuz?
Benim gördüğüm Türk solundan çok güç yoktu. Aslında bizden önce Dev-Yol varmış, ama biz gittiğimizde artık çok az sayıda insan kalmıştı. Türk hareketleri Filistin sahasını Avrupaya gidiş için bir basamak gibi kullanmışlar. Kürtlerde de bireysel düzeyde vardı. Sami Abdurrahman'ın ve DDKD’nin bir grubu vardı. Rastladım yani. Eritreliler, Haitili devrimciler vardı. Biz Haitili devrimcile ile aynı yerde bulunduk. O devrimciler sonradan ülkelerine dönüp devrim de yaptılar. Geri kalanlar aslında bireysel başvurulardı diyebilirim. İşçiler çoktu. Devrimden çok, çalışma için gelenler vardı. Birçok örgütsüz birey için orası ekmek kapısına dönüşmüştü.
Filistinli halkın durumu nasıldı? Savaş ortamında nasıl bir izlenim edindiniz? Güney Lübnan savaşı nasıl başladı ve siz neredeydiniz?
Biz Sabra ve Şatilla'yı oraya gidince öğrendik. Sürgüne giden Filistin halkının Güney Lübnan’da barındığı başlıca kamplardı buralar. İsrail defalarca buralara hava saldırısı düzenlemiş, katliamlar gerçekleştirmişti. Filistinli örgütler bu saldırılara misilleme olarak havan-füze kullanıyorlardı. Sınır hattında eylemler oluyordu. Bazen içeriye geçip eylem yapıldığı da oluyordu.
2 Haziran’da artık her şey değişmiş oldu. Bundan önce Filistinli örgütler bilgi almışlardı. Bir savaş bekleniyordu tabii. Boyutlarının Güney Lübnan'ın tamamen işgali olacağını öngörmemişlerdi, ama sınır hattında Filistinlilerin de bir hazırlığı, konumlanması oldu.
El Fetih grubu içerisindeki biz bir grup PKK’li de Nebatiye kırsalına konumlandırıldık. Nebatiye şirin bir Akdeniz kentidir. Narenciyesi bol insanları hürmetli, iyi bir halktırlar. Sayda kentine de oldukça yakındır. Savaş ihtimaline karşı bazıları kenti terk ediyor olsalar da, kimse böyle vahşi bir saldırı beklemediği için birçok sivil evlerinde, tarlalarındaydı.
Yoğun bir propaganda vardı, İsrail saldıracak deniyordu. Bu saldırılardan on gün kadar önce arkadaşlar kamplara geldi. Parti yönetimindeki arkadaşlardı bunlar. Sabri arkadaş dedi ki, “Parti olarak Filistinliler ile birlikte savaşa katılacağız ve gücümüz oranında savaşacağız.” Parti savaşa katılma kararı almıştı, ama arkadaşlarımızın iradesini göz önünde bulundurarak, “kim isterse o katılacak, istemeyen katılmayacak” dedi. Önce hasta arkadaşlar tespit edildi. Onlar Beyrut’a gönderildi. Sekiz kişiden altı kişi kaldık. Biz de kararımızı belirttik, savaşa katılıyoruz. Yani savaşa katılım kararı alınmıştı ve uygulanacaktı. El Fetih gücü içerisinde bizim diğer grubumuz olan Sarı İbrahim arkadaşın gücü de savaşa katılma kararlılığını dile getirmişti.
Arnon Kalesi olarak bilinen Qalat eş Şaqif’de birkaç gurubumuz vardı. Biri Demokratik Cephe, diğeri de Halk Cephesi içerisindeydi. Orada gücümüz fazlaydı. Onlar da savaşa katılma kararlılıklarını partiye bildiriyorlar. Savaşma ve direniş kararlılığı PKK güçlerinde bir bütünen kabul gördü. Partinin kararını arkadaşların kararlı duruşları da pekiştirmiş oldu. Büyük savaş olacaktı ve biz de orada hazır olacaktık.
Burada Qalat eş Şaqif’den (Arnon Kalesi) bahsetmek isterim. Bir süre orada bulunduk. Yer olarak sınırın hemen karşısında stratejik bir tepenin üzerinde kurulmuş bir yerdi. Alt yapısı da oldukça kuvvetli bir şekilde tahkim edilmişti. Altında geniş tüneller vardı. Biz de o tünellerde çalıştık. Çok önemli stratejik bir konumdaydı. Onun için de haftada iki üç gün oraya gidip çalışıyorduk. Gelecek büyük saldırıya göre bir hazırlık vardı. Bu hazırlık düzeyi güven veriyordu. Zaten düşüncemiz, bu kadar malzeme ve hazırlıktan sonra İsrail ordusu gelse de burayı geçemez şeklindeydi. Filistinlilerin bir kısmında ikircikli bir tavır da vardı.
Sabri arkadaş, toplantı yaptığında açıkça, “başka şeylere kulak asmamak gerekir. Saldırı yüzde yüzdür” dedi. Oradaki toplantıda, bu savaşa girmeyecek olanları ya da hasta ve benzeri gerekçeleri olan arkadaşları sordu. Hasta olan arkadaşlar dışında kimse savaşa katılmamazlık etmedi. Sabri arkadaşın konuşması, “Arkadaşlar, biz hiçbir arkadaşa bu savaşa katılması konusunda şart koşmuyoruz. Katılmak isteyen arkadaşlar katılsın diyoruz. Biz sadece bir anlayış ve yaklaşımı ortaya koyuyoruz” şeklindeydi. Herkes hazırlıklı olmayabilir, parti bunu gözeterek karar almıştı. Biz altı arkadaş Nebatiye’de savaşa girme kararı aldık.
2 Haziran’da yoğun hava saldırıları ile başladı. Sınır geçişi olmuştu, ama durmuşlardı. Onlar da mevcut duruma göre hareket ediyordu. Bir ara bizim kampımızın yüksek bir yerinde bir tepe vardı, oraya çıkıp baktık. Uçaklar da keşif yapıyor. İsrail’in keşif uçakları meşhurdur. Savaş uçakları vuruyor, ama karşılıklı bir durum var. Ağır silahlar devrede, yani savaşılıyor. Bir çatışma var. Filistinliler de ellerindeki uzun namlulu havanlar ve katuşalar ile cevap veriyorlardı. Bizde de ferdi silahlar var, biz de çatışmadayız. Zaman içerisinde insan onların dilini de öğreniyor, çat-pat anlıyoruz. Bilgi verildiğinde öğrendik. “Kalede müthiş bir savaş sürüyor” diyorlardı. İsrail, Qalat eş Şaqif’e girememişti. Bu bize çok büyük moral, güç oldu. Yaşanan savaş çok ciddiydi. Onlarca uçak birden saldırıyordu, bir iki tane değil. Kalede Demokratik Cephe ile birlikte olan grubumuz dokuz kişiydi ve oradaydılar. Diğer grubumuz savunma gücünün içerisindeydi. Onlarda şehadet olmadı, ama kaleyi savunan dokuz arkadaşımızın tamamı şehit düştü.
Bu şehadetlerden ne zaman ve nasıl haberdar oldunuz?
Yedi ya da sekizinci gün olacak sanırsam, o ana kadar herhangi bir Filistin gücü geri çekilmiş değil. Onlar şehit kelimesini anmıyorladı. Öldü diyorlardı. Bize, “savaşta bazı Kürtler öldü” dediler. Anlam veriyorduk tabii, savaş yaşanıyor. Şehadet kaçınılmazdır, ama kimler şehit, kimler sağ, bilmiyoruz?
Bizim gurubumuzda şehadet yaşanmadı. Biz şikeft (mağara) gibi bir yerdeydik. Silahımız, cephanemiz hepsi orada. Oradan alıp kullanıyoruz. Nebatiye’nin giriş yolunu tutuyorduk. Tankların giriş yapabileceği birkaç yerden birini bize bırakmışlardı. Yol asfalt değil, stabilize bir toprak yoldu. Tanklar oradan gelmeye başladı. Bizim her birimimizin elinde bir Bisiving (B-7 roketatar) var. Kaleşnikofu ne yapacağız? Zaten tanka bir şey yaptığı yok. Biz Bisiving ile vuruyoruz. Vurulan kalıyor, diğerleri bir kademe geri gidip tekrar geliyorlar. Biz o hatta İsrail ordusunun geçişine müsaade etmedik. Filistinli komutan arada bir gelip “bravo” deyip moral veriyordu bize. Siz olmasanız yanmıştık” gibi şeyler söyleyip bizi motive etmek istiyordu. Çatışma günlerce sürdü. Cephe olarak da zorlanıyorduk, ama bırakmadık. Geçemediler. İşin kötü tarafı diğer cephelerde gedik açılmış, bazı hatlar çökmüş. İsrail ordusu ilerleyip bizi kuşatmış. Tabii bundan bizim haberimiz yok. Nebatiye kenti de işgal edilmiş. Savaşın dokuz ya da onuncu günü olabilir. Bir baktık ki çevremizde hiç Filistinli yok. Araba sesleri kesildi, şehrin olduğu yönden yoğun silah ve araç hareketliliği sesi geliyor. Zaten hava saldırısı uçak bombardımanı hiç durmadı. Bir süredir o Filistinli komutan da gelmez oldu. Fark ettik ki hepsi çekilmişler, biz hala o yolu tutuyoruz. İsrail Ordusu da başka taraftan deneyip hattı yarıp geçmiş. Bulunduğumuz yer bir dağ silsilesiydi. Fazlaca yüksek de değildi. Ön tarafta İsrail Ordusu arka tarafında ise şehir bulunuyordu. Yani bir nevi geçidi tutmuştuk.
Akşam olunca bir tartışma yaptık. “Biz de çekileceğiz artık” dedik. Yönümüz kuzeye. Artık ne kadar ilerleyebilirsek. Kuzeydeki Güney Lübnan dağlarından Bekaa’ya kadar çekilebiliriz diyoruz. Coğrafyayı hiç tanımıyoruz. Yola çıkıp gece boyunca yürüdük. Sabah erkenden Nebatiye’ye ulaştık.
Birde ne görelim? Şehir ateşler içinde yanıyor. Her yanda binalar yıkılmış, sokaklarda insan cesetleri. Ağaçlar devrilmiş, birçok binada çatışma izleri, her yan delik deşik. Yalnızca ilk girdiğimiz caddede sekiz-on cenaze yerlerde. Fedai elbisesi giymişlerdi. “Demek bunlar Filistinli savaşçılardır” dedik. Tanınacak durumda da değiller. Kaldı ki bizim arkadaşlar bile olsa tanıyamazdık.
Az önce dedim ya, bunlar böyledir deyip kabullendiğimiz insanların bir örneğini daha gördüm. Bahsetmesem eksik kalır. Nebatiye gibi şirin bir Lübnan kentinde birçok binanın ön cephesi çöküp gitmişti. Tank vuruşu bellidir. İçten dışa doğru binaların molozları sokaklara yayılmıştı. Cesetler, yaralılar var sokak kenarlarında, duvar diplerinde. Tüm bu hengamenin ortasında yaşlı bir amca gördük. Çok çok ilginçti. Sokaklarda canlı namına birkaç yaralıdan başka kimseler görünmüyor. Yıkık duvarın yanına oturmuş. Bizim Amed kürsülerine benzer kürsüleri var onların da. Nargilesini kurmuş, nargile çekiyor. Bir an durup adama baktım. Ölü gibiydi, ama nargilesini içmeye devam ediyordu. Ne görüp yaşadıysa yaşayan ölüye dönmüştü. Şok mu geçiriyordu, yoksa yaşananlar onu vurdum duymaz mı yapmıştı, anlamadık. Oradan geçip gittik. Yıllar sonra birçok zaman mücadele içinde kötü zamanlarda hep “bir nargile olsa bu işi halleder” der olduk.
Hızla geçmemiz gerekiyordu. İlerde ovalık bir yerde küçük bir su akıyordu. Bazı yerleri menderes yapmıştı, sazlıklar vardı. Biz halen planımızı uyguluyoruz. En hızlı biçimde kuzeye, Güney Lübnan dağlarına ulaşmaya çalışıyoruz. Bir sazlığın yanına ulaştığımızda, sazlıkta birilerinin olduğunu fark ettik. Onlar da bizi fark etti. Silahlarımız elimizde, tetikteyiz. Her an çatışmaya girebiliriz. Sonra baktık, elbiselerimiz aynı. Dağılan cepheden geri çekilen Filistinlilermiş. Bizim gibi kuzeye ulaşmaya çalışıyorlar. Tabii dillerini de iyi bilmiyoruz. Çat-pat anlaştık. Bizde onlarla birlikte hareket etme kararı aldık.
Arnon kalesi ve bizim dışımızda kalan arkadaşlar daha sağlam bir şekilde çekilmeyi başarmışlar. O zaman bundan haberimiz yok. Bunu sonradan öğreniyoruz. En son kalan PKK’li grup da biziz. Bir Kürtlük, Apoculuk gururu da var, öyle kolay kolay mevziimizi terk etmeyiz. Arnon kalesi şehitleri için bazıları 18 Haziran diyor, ama o tarihte savaş bitmiş ve oradaki arkadaşların tamamının şehit düştüğü anlaşılmıştı. Yani şehadet tarihleri o tarih değil.
Tam tarihini biliyor musunuz?
Tam tarih demeyelim, ama 10 ya da 12 Haziran olabilir. Bizim gördüğümüz kadarıyla o tarihten sonra kaleye uçak saldırısı olmadı. O tarihlerde kalede canlı kimse kalmayınca kale düşmüştü.
Sonrasında Filistinliler ile yürümeye devam ettik. Bu yürüyüş esnasında tesadüfen bir grup İsrail tankı bizim olduğumuz yere geldi. Belki ihbar olmuştu, belki de keşif, bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil. Sonra saldırıya geçtiler.
Orada da ciddi bir çatışma yaşandı birçok Filistinli savaşçı şehit düştü. Çatışma şiddetliydi. Bizden de bir arkadaşın bacaklarına beş mermi isabet etti. İsrail ordusu BKC ile mi, neyle tarıyor biz bilmiyoruz. Arkadaşımız yere düştü. Çatışma oldukça şiddetlendi. Biz yaralımızı bırakmadık. Hem çatıştık hem de yaralımız ile dağa doğru çekildik. Arkadaşımızı epey taşıdık. Bir süre sonra, çatışmadan çıkıp ilerledik. Filistinliler bizim yaralımızı bırakmadığımızı görünce bize, “burada bir imamın evi var. İyi biridir. Onun yanına bırakalım” dediler. “Biz de bıraktık, siz de bırakın” deyip üsteliyorlardı. Kabul etmedik. Arkadaşımızı sırtımızda götürebildiğimiz kadar götürmeye kararlıydık. Tüm ısrarlarına rağmen arkadaşımızı bırakmadık.
Bir gece dağlık alanda yürüdük. Bizde bir umut doğdu, kuşatmalardan çıkarız diye. İlerledik. Düzlük bir yer vardı. Orayı geçmemiz gerekiyordu. Orada pusuya düştük. Çatışma çıktı. Oradan da çıkmayı başardık. Bölgenin ismi tam hatırıma gelmiyor, ama Müslümanların değil, Hıristiyanların yaşadığı bir bölgeydi. Filistinliler Kelxaliker diyorlardı. İçine girdiğimiz yer geniş bir alanmış. Onlar da bize karşı saldırı yaptılar. Filistinliler orada da birkaç şehit verdi.
Coğrafyayı tanımadığımız için Filistinliler ile birlikte hareket etmek zorundayız. Başka çare yok. Böyle yaklaşırsak belki kendimizi kurtarırız diye umutlanıyoruz. Yola devam ettik. Geceydi. Bir köyün kenarından geçerken bir dükkâna rastladık. Kaç gündür bir şey yememişiz. Aç perişan ilerliyoruz. Bir şeyler alalım dedik, zaten yaralımız var.
Orada İsrail askerleri pusuya yatmış, bizde de kaç gündür çatışa çatışa mermi falan kalmamış durumda. İsrail askerleri fazla mermi kullanmadı. Onlar zaten bizi denetime almış, bizim haberimiz yok! Açık alanda, hiç bir şey yapamayacağımız yerde hücum ettiler. Filistinliler on iki kişi kadardı. Önümüzdeydiler. Bir bağırış çağırış koptu. Herkes olduğu yerde durdu. Filistinlilerle bizi de esir aldılar. Yüzlerce asker! Bizi tutup yere yatırdılar. Yerde bir iki saat bekledik. O yaralı arkadaşımızı aldılar.
İyi hatırlıyorum, ay ışığı vardı. Birbirimizi ve olup biteni görüyorduk. Sonra arabalar geldi, çadırlı kamyonlardı bunlar. Odun istifler gibi hepimizi kaldırıp arabaların arkasına attılar. Ellerimiz ayaklarımız bağlı. Gidiş o gidiş. Sabaha kadar yol aldık. Sabah bir baktık ki ilginç bir bölgedeyiz. İsrail'in içinde köy gibi bir yer. Dozerlerle her yer kaldırılmış, her taraf tel örgülerle kaplı. Çadırlar var. İsrail esir kampındayız.
Orada Filistinliler ile bir diyalog fırsatı bulduk. Ne oluyor, ne bitiyor öğrenmeye çalışıyoruz. Sonra bize PKK’liler başka kamplarda da var dediler.
Yarın: İsrail esir kamplarından Kürdistan’a