AYŞE FIRAT: Bir Psammetikos değil

Haberleri —

Heredotos’un anlattığı bir rivayete göre bir zamanlar Mısırlılar kendilerini dünyanın ilk insanları sayıyorlarmış, Psammetikos’a kadar. O kral olduğunda ilk insanların kimler olduğu merakına düşmüş ve bakın merakını nasıl gidermiş: Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk vermiş, bunlar ağıla konacak ve yanlarında kimse ağzını açıp tek söz söylemeyecek; tek bir ses dahi duymadan büyütülecektir.

Psammetikos’un böyle yapmasının ve bu emri vermesinin amacı çocukların ciyaklama çağını aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamakmış. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban kapıyı açıp içeri girmiş, önünde diz üstü duran iki çocuk, ellerini uzatarak, ‘Bekos!’ diye bağırmışlar. Çoban durumu hemen Psammetikos’a bildirmiş. O da sözcüğü kendi kulağıyla duyduktan sonra, herhangi bir şeye ‘bekos’ adını vermiş olan insanların kimler olduklarını araştırmaya koyulmuş. Araya taraya Phrygialıların ekmeğe ‘bekos’ dediklerini öğrenmiş. Böylece Mısırlılar, Phrygialıların kendilerinden daha eski olduklarını itiraf etmişler.
Psammetikos dilin, varlık gerekçesi olduğunu bir şekilde çözmüş. Tek bir sözcük, tüm egosunu bir yana bırakıp Phrygialıların kendilerinden eski olduklarını kabul etmesi için yeterli olmuş.
Bunu neden anlatıyorum; malumunuz, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan kısa bir süre sonra ulus olarak varlığını inşa işine girişip gidebildiği en uzak geçmişe yolculuk yapmıştı. Descartes’ın deyimiyle “düşündüğü üzerine düşünebilen insan” yani Homo Sapiens Sapiens’le yetinmemiş, daha da geriye, dedemiz Homo Sapiens’e, hatta onun dedesi Neandertallere uzanan etnik-arkeolojik kazılar gerçekleştirmiş ve nihayetinde kendisini var olan tüm halkların atası ilan etmiş, Güneş-Dil teorisiyle de bunu açıklamıştı.
Dünyanın dört bir yanına dağılmış Türkler bir şekilde farklılaşmış olsa da hala Türk’tü. Bering Boğazı’nın donmasını fırsat bilip yolunu Amerika Kıtası’na düşürenler bile Türk olduğuna göre hemen yanı başlarında Ortadoğu’da yaşayan Kürtler nasıl Türk olmasındı! Dönemin politikacıları düşünüp taşınıp derhal karar almışlar: Evrim sürecinde hasbelkader Türklüklerini unutan Kürtleri yeniden öz benliklerine kavuşturmak için ne gerekiyorsa yapılsın! Bu kutsal görevi ifa etmek için başta öğretmenler olmak üzere her kademeden devlet memurları, askerler, polisler gönüllü olmuş.
Gel gelelim, biz Kürtler bu çabadan hoşnut kalmadık. Çünkü bize danışmadılar “yeniden” Türk olmak isteyip istemeyeceğimizi. Bizim açımızdan bu, bir asimilasyon süreciydi. Öğretmen sopasının harmonik vuruşlarıyla sonunda hallaç pamuğuna dönüp Türkçe konuşmayı başardık tabii. Asker ve polisin sürece katkıları ise yabana atılır gibi değil, bahsini açmaya gerek yok.
Bütün bu süreçte ‘hangi taraf nato mermer nato kafa’ deyimine daha uygun davrandı, bilemiyorum. Asimilasyonda ısrar edenler mi, asimile olmamak için direnenler mi? Yoksa sonunda orta bir yol mu bulundu. Benim bildiğim, sonunda Türkçe öğrenmekle yetinmeyip bu dile çeşitli katkılar da yaptığımız. Kürtçe düşünüp, düşündüğümüzü de kelimesi kelimesine Türkçeye çevirmekte beis görmedik. Eh, ne de olsa Kürtçe de Türkçeden türemişti değil mi, devlet-i ali yanılıyor olamazdı.
Türk Dili’ne yaptığımız katkılardan bir iki örnek vermek istiyorum izninizle.
Yıkanmak, banyo yapmak sözcüklerini yeterli görmediğimiz için “baş yıkamak” deyimini geliştirdik, “ser şuştin”den yola çıkarak.
Birini özlediğimizde “yokluğunu/eksikliğini hissetmek” deyimleri duygularımızı anlatmaya kafi gelmediğinden “yeri görünüyor” deyimini tercih ettik, “cîhê wî/wê xuya dike” diye düşünüyorduk çünkü.
Biz çay içerken, yemek yerken, oturur ya da başka bir işle meşgul olurken o işi “kendimize” yapmayı sevdiğimizden konuşmalarımızda bu sözcüğü telafuz etmekten de kaçınmadık haliyle. Zihnimizin kıvrımlarındaki bütün nöronlar “ji xwe ra” diye bağırıyordur o sırada, karşı gelmek kimin haddine.
Birinin bizi rahatsız etmemesi için ona “beni rahat bırak” demek yerine “benden dur” demeyi tercih ediyoruz, zihnimiz “ji min bisekine” demektedir ısrarla, elden ne gelir.
Bana kalırsa, Türk Dil Kurumu bu çabalarımızı takdir etmeli ve devlet de dili bu şekilde zenginleştirmeyi başardığımız için bize tarihte hak ettiğimiz payeyi vermeli.
Ya da bunun Kürt çocuklarının zihinlerinde yarattığı tahribatı kabul edip sopasını üstlerinden çekmeli.
Gelinen aşama, Kürt halkının, bu politikaları direnişiyle esnettiğini gösteriyor, gel gelelim karşımızda tek bir sözcüğe dayanarak tüm egosunu bir yana bırakıp gerçekliği olduğu gibi kabul edecek bir Psammetikos yok hala.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.