Barış ağacı

Haberleri —

Barış ve ağaç. Biri soyut, biri somut iki kutsal kavram. 

Ve de insan. İlk bakışta bu iki kavram kadar kutsal olduğunu söyleyemediğimiz, göreceli bir sıfatla nitelendirilmiş insan.

Barış, ağaç ve insanın serüveni çok  eski. Tarihin onu kayıtlara geçmesinden de eski.

Belki de insan insan olalı, ilk ağaçla dost oldu. Onunla ilişkilendi. Onunla yaşama tutundu. Ona sığındı. Ondan beslendi, yaşamı onunla ördü.

20. yüzyılda plastik, yaşamımızın hemen her alanında kullanılmaya başlanmadan önce, onun yerine kullanılırdı ağaç. 

Barınma, korunma, beslenme, enerji, mobilya, ulaşım gibi temel ihtiyaçlardan tutalım, eğlence, savaş, sağlık sektörüne kadar yaşamımızın adeta vazgeçilmezi, kutsalı. 

Sedir, meşe, palamut, kayın, söğüt, ıhlamur, çam, manolya, elma, kayısı, erik, kestane, ceviz, iğde, selvi ve daha saymakla bitiremiyeceğim ve her andığımda heyecan duyduğum, dünyada sadece tropik bölge ormanlarında 50.000 civarında çeşidi olduğu söylenen ağaç. 

Sedir ormanlarında yaşayan tanrılar ve bu ormanın koruyucusu olan Humbaba ile içinden geldiği ve kendini var eden değerlerden kopan enkidu’nun, o’na ve onlara ihanet edince günümüze kadar yaşamın anlamının nerede kırıldığının, yitirildiğinin öyküsü değil bu yazı. 

Yine sadece fotosentez olayı ile yaşamımızın temel kaynağı olan oksijeni üretmekle kalmayıp, kökleriyle de toprağın betonlaşmasını önleyen, gövdesinde barındırdığı binlerce böcek ve bakteri ile evrenin döngüsünde temel bir işlevselliği olan, dünyanın ısı dengesini koruyan, kuraklığı önleyen, yaşam kaynağımız olan havayı temizleyip suyu dengeleyen, psikoterapide kullanılan, dört mevsimde renk cümbüşü ile huzur ve dinginlik sağlayan ağaç. 

Onun kutsallığını yitirdiğimizde insanlığın da bir çok değerini yitirdiğini fark etmediğimiz ağaç. Etrafımızda ancak anlam dolu bakışlarla baktığımızda şefkatini, merhametini, bereketini, nimetini farketttiğimiz ama bakışımızın anlamını yitirdiğinde, baktığımız halde göremediğimiz ağaç. 

Eko sistemde ve yaşamın varoluşunda toprak, su ve hava ile birlikte başat rolü olan ağaç. 

Günümüzde biz ve polis farkında olmasak da bizim farkımızda olan ağaç. Yazacağım yazı hakkında bir giriş paragrafı olarak değilde kendisini konu alsam belki de onlarca kitaba konu olacak ağacın bu yazıda farklı bir hikayesini paylaşmak istedim.

Birkaç arkadaş ile birlikte Ezidi toplumunun yeni yerini ziyaret ediyoruz. Bahçenin her tarafında dünyanın değişik kıtalarından getirilmiş ve önlerinde küçük tabelalar dikilerek, kimlik bilgileri bulunan ağaçlar var. Dolaşırken, bu ağaçların birinin altında durmuş ve büyük bir sevgi ile altında durdukları ağaca bakan iki yaşlı Alman kadınına rastlıyoruz. 

“Buranın yeni sahipleri siz misiniz” diye soruyor biri. 

“Evet” diyor yanımdaki arkadaş. 

Soruyu soran aynı kadın, “Nolur bu ağacımızı koruyun” diyerek yürek yakan bir ses tonu ile anlamlandıramadığımız bir ricada bulunuyor, altında durduğu ağacı göstererek. Bunun üzerine meraklanıp soruyor arkadaşım. 

“Neden bu ağacı” 

“Bu bizim barış ağacımız” diyor. Bakışlarında, yazılmayan ve fakat yaşanan ahlaki-politik bir toplumun tarihinin izdüşümü olan kadın. Ve hikayesini anlatıyor barış ağacının. Yaşadıkları bu çevrenin barış ağacıymış meğer. Birkaç şehir, onlarca kasaba ve yüzlerce köyün barış ağacı. ‘Kutsal ağaç’ da diyorlarmış. Bu yörede yaşayan insanlar arasında bir anlşamazlık, kavga, sorun yaşandığında, taraflar köylülerin ve şahitlerin huzurunda bu ağacın altında kurarlarmış mahkemelerini. Yani öyle adliye sarayları, hakimler, yargıçlar, polis ve savcılar gerekmeden kendileri gelip barış ağacının altında kendi sorunlarını çözerlermiş.

Ağacın hemen altında yuvarlak taş bir masa var. Masa ile ağacın arasında üç şahidin oturacağı ağaçtan bir bank. Bu bank’ta yörede en çok güvenilen üç kişiden oluşan şahitler otururmuş. Şahitler kesinlikle davanın görülme anında hiç bir şeye karışmıyor, görüş belirtmiyor, müdahale etmiyor. Görevleri, sadece tartışmayı dinlemek ve tartışmanın sonunda varılacak kararı kayıt altına alıp ileride taraflardan biri karara uymaz da farklı bir tutum içine girerse gerçeği söyleyen vasıftaymışlar. Masanın yuvarlak olmasının da bir anlamı var. Herkesin bir birine eşit mesafede olmasını ve yüz yüze, biribirilerinin gözlerine bakmasını sağlıyormuş. Sorunlu olan taraflar bu masanın etrafında, köylülerin huzurunda sorunlarını ve taleplerini dile getiriyor, varsa şahitler ve belgeler dinleniyor ve köylüler şahitlerin huzurunda bir karara varıyor ve dağılıyorlarmış.

Ağaç, tüm yöre halkı tarafından kutsal sayıldığından bu ağacın altında yalan söylenmeyecek olması. Şayet taraflardan biri kutsal ağacın altında mahkemesi görülüp karara bağlanan olaydan sonra karara uymaz ya alınan kararı kabul etmez ise “Bu kişi kutsal ağacın altında yalan söyledi, verdiği söze bağlı kalmadı” denilerek tüm yörede teşhir ediliyormuş. Hiç kimse o kişi ile komşuluk yapmıyor, akrabalık kurmuyor, ticaret yapmıyor. Ne zor günün de ne mutlu bir anında yanında olmuyor, ekmeğini yemiyor, suyunu içmiyor, hatta konuşulmuyormuş. Yaşamın gerekçesi olan tüm bağlar koparılıyor ve ahlaki bir yaptırım olan tecrit ile teşhir ediliyormuş. Zaten toplumsal değerlerle bağı kalmadan yaşanamayacağına göre bir bakıma ölüme terk ediliyor. İnsanın ve toplumsallşamanın en kutsal erdemi olan ahlaka yapılmış en büyük ihanet olan yalan söylemesi o kişiyi zaten en ağır ceza olan tecrit ile cezalandırırken, bir de bunu kutsal ağacın altında yapması onun teşirinin haklı bir gerekçesi olarak benimseniyor. Toplumun kutsalına yapılmış en küçük bir ihanet ile insanın inanç ve güvenini sarsmasına karşılık en büyük yaptırım olarak onların yaşamından silinmesinin acısını göze alamayan bireyin bırakın yalan söylemesi, kötülüğü aklından geçirmesi bile düşünülemez. Ama kutsalını yitirmiş birey ve toplumlar için ise zaten ahlaktan, vicdandan ve insanlıktan bahsetmenin de anlamı kalmıyor. Bu anlam yitiminden sonraki aşama ister dejenerasyon olsun, ister duyarsızlık, ister günümüzde olduğu gibi günde onlarca masum ve savunmasız insanın vahşice katledilmesi olsun. Artık durdurulamaz ve günlük yaşamın bir parçası haline gelir. Egemenler bunu önlemek için istedikleri kadar hukuk ve demokrasi normlarıyla bir sistem oluşturmaya çalışsın, mümkünatı yoktur bunun. Hukuk, yitirilmiş ve ihanete uğramış ahlakın boşluğunu dolduramaz, onun işlevini göremez. Kutsiyetini ve ahlaki değerleri yitirmiş bir insanlık, vicdanıyla yaşamı öremeyen ve yön veremeyen bir insanlık da, dünyanın en gelişkin hukuku ile bile kontrol edilmeye çalışılsın, yaşamın yörüngesine giremez. İşte ahlaki politik bir toplumu inşa etmek hedefiyle bugünü kurmaya çalışan özgürlük mücadelesinin hayata geçirmeye çalıştığı özerkliğin böyle de bir amacı, bir anlamı, bir hedefi var.

O ağaca ve onlarca ağaca beni, bizi bu yargıya vardırdıkları için minettarım, minettarız.

Ne dersiniz! Hepimizin, insanlığın, yeniden bir barış ağacına ihtiyacı yok mu?

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.