Bir direniş merkezi 35. Koğuş

Haberleri —

“Silahlı kuvvetler, aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetimi el koymak zorunda kalmıştır.”
Bu açıklama ardından anayasa ortadan kaldırıldı. Türkiye meclisi, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve gazeteler kapatıldı. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de köy, nahiye, ilçe ve kentlere özel operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlarda 650 bin kişi gözaltına alındı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak ülke dışına çıktı. Toplum tümden esir alınmıştı. Cuntayı getirenlere göre “Toplumun örgütlülüğü dağıtılmış, sıra zindanlara gelmişti.”

4 bin PKK’li Diyarbakır’daydı

1978’de kurulan PKK, kadrolaşma hareketi başlatmış, Hilvan (Curnê Reş), Batman (Êlîh), Dêrsim, Pazarcık (Pazarcix), Antep (Dîlok), Bingöl (Çewlik) gibi kentlerde büyük kitleleri örgütlemiş ve ulusal kurtuluş mayasını atmıştı. Darbeden sonra PKK’nin binlerce kadro, sempatizan ve taraftarı tutuklandı. PKK’liler başta Amed, Antep, Elazığ olmak üzere Kürdistan ve Türkiye’nin cezaevlerinde tutuldular.
Diyarbakır (Amed) zindanı 38 koğuştan meydana geliyordu. PKK’nin 4 bin kadro, yönetici ve sempatizanı burada esir alınmıştı. PKK’nin öncü kadroları olan Mazlum Doğan, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Mustafa Karasu oradaydı. Rıza Altun da zaman geçirilmeden oraya getirilmişti. Ancak cezaevi idaresi öncü kadroları hücre sistemi olan 35. koğuşa alır. Taraftar ve sempatizanların direnişini kırmak için bilinçli olarak bu yola başvurur. Hem sayı hem öncü itibariyle PKK için pilot bölge Diyarbakır zindanıydı. Cunta yönetimi, buraya hakim olursa, devrimcileri ihanete zorlarsa, şehit ettiğini şehit edip idam ettiğini idam eder ve kalanların iradelerini teslim alırsa diğer cezaevindeki PKK’lileri daha kolay teslim alacağını düşündü. Devrimciler silahsızdı. Bu nedenle fizik değil irade ve ideoloji savaşı yapılacaktı. İrade kırılıp ideolojiden vazgeçirtilirse PKK’nin bittiği ilan edilecekti.

Sakatlananlar binleri buldu

Devlet güçleri Diyarbakır zindanındaki tutsakları teslim almak için özel işkence yöntemlerini devreye koyar. Onlara göre tutsaklar onların askeridir ve onlar gibi olmalıdır. “Yaşamın ve varlığınla benim olmalısın” mantığı hakimdir. Kürt halkı için istenen, tutsaklar şahsında sürmektedir. Her koğuşun kapısına 13/1 no’lu talimatnamede de bu kendini belli etmektedir:
“Koğuşlarda komün kurulmayacak. İstekler, asker gibi, komutanlık önüne ve başlığı atılarak yazılacak. Koğuşlarda, havalandırmalarda ve diğer koğuşlarda konuşulmayacak. Er dahil her kademede askere “komutanım” denilip, karşısında ön iliklenip hazır olda durulacak. Gün aşırı saç-sakal tıraşı yapılacak. 15 günde bir üç numara saç tıraşı yapılacak. Koğuşlarda türkü, marş söylenmeyecek. Sayım zamanı hazır olda olunacak; duvara yaslanılarak sayım verilecek. Gece saat 10:00’da yatılacak.”
3 ay süren sorgulardan sonra cezaevine gelen tutsakların “Hoş geldin” dayağı ile karşılanması da bir gelenek olur. Sopa, cop ve çivili sopalarla işkenceler uygulanır. Irkçı Türk marşları söyletilir, askeri yürüyüşler yaptırılır, Atatürk’ün gençliğe hitabesi okutulur. Bunlara uymayanlar işkenceye alınır. Bu nedenle cezaevinde işkence sonucu atılan acı çığlıklar süreklileşir. Her an bir tutsak çevresini saran 10 gardiyan tarafından şiddete maruz kalır. Yaşamı ilgilendiren her şey işkenceyle uygulanır. Yemeğe gidilirken, aile ve avukatlarla görüşmelere götürülürken, banyo ederken, mahkemeye giderken işkence uygulanır. İşkence Diyarbakır zindanında en üst doruğuna ulaşır, tutsaklara insan gübresi ve fare yedirmeye kadar gider.
Cunta, adeta Kürt ulusunu toptan ortadan kaldırmak için Diyarbakır zindanını bir laboratuar yapar. Şahin Dönmez’in ihaneti cezaevi idaresine büyük umut verir. Buna karşı büyük bir direniş gösterilir. Binlerce tutsak yaralanır. Bazıları sakatlanır ve 50 tutsak da yaşamını yitirir. Bu rakamlar direnişin büyüklüğünü göstermektedir. Ancak cezaevinde zorlanan uygulamalara uyanların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur.

‘Demir paslandı eridi biz dayandık’

 Öldürme, işkence, ihanete zorlama yöntemlerine karşı PKK Merkez Komite Üyesi Mazlum Doğan direniş meşalesini yakan kişi olur. Mazlum Doğan, 21 Mart 1982’de “önce Newroz’a selama durur”, sonra çöp kibrit yakar ve ruhunu Newroz’a katar. Bu sömürgecilere büyük bir darbe vurur. 18 Mayıs 1982’de de Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner bedenlerini ateşe verirler. Bu iki eylem Amed zindanındaki tutsaklar üzerinde büyük bir tesir yapar. Teslimiyet ve ihanet bu iki eylemle tam kalkmasa da büyük bir darbe alır. Bu eylemlerden sonra işkence daha da artar. Ancak “Berxwedan Jîyane” sloganı daha fazla öne çıkar.
O günleri gün gün yaşayan İdris Güzel, 2002 yılında yapılan röportajda şu sözleri dile getiriyordu: “Adam diyordu ‘Siz nasıl dayanıyorsunuz’. Mesela bir gardiyan ‘Bir öğün yemesem bütün değerlerimi satarım’ diyordu. Esprili bir ifade ile söylüyordu da. Bazıları zaten inançlarını yediler, bitirdiler. Yani bazıları diyordu ‘Ben anamdan doğduğuma pişman olmuşum.’ Biz inançlarımızı yemedik, umutlarımızı tüketmedik. Biz partimize, davamıza, halkımıza güveniyorduk. Ama çok korkunç bir işkence de var. Diyorum ya adam satıyor yani. Bizde bir ideolojik şekillenme, çizgi var ki dayanıyoruz. O çizgi olmasa biz de dayanamayacağız. Bizim dayanmamız oradan kaynağını, ruhunu, gıdasını alıyor. Orada demir paslandı eridi! Ama biz dayanabildik yani.”

‘Bundan sonra benden koku çıkıyor’

31 Mayıs 1982’de Amed grubunun mahkemesi için tutsaklar dışarı çıkarılır. Mustafa Karasu, bir fırsat bulup Mehmet Hayri Durmuş’a yaklaşır. Karasu, o anı şöyle anlatıyor: “Bizi koridora dizdiler. Kelepçelediler. Arabalara bindirilmeyi bekliyorduk. Ben hemen Kemal’in yanına kaydım. ‘Durumlar ne olacak? Ne düşünüyorsun’ dedim. Her zaman yan yana gelemiyoruz. ‘Artık zamanı geldi. Bundan sonra benden koku çıkıyor’ dedi. Aynen böyle söyledi.”
14 Temmuz günü mahkeme bir kez daha başlıyor ve mahkemenin sonunda Mehmet Hayri Durmuş konuşma hakkı istiyor. O mahkemede hazır olan İdris Güzel, o günü şöyle dile getiriyor: “Hayri arkadaş söz hakkı istedi, bir takım şeyleri açıklama ihtiyacı duydu. Normalde sanıkları onlar çağırıyor. Öyle olunca mahkeme heyeti bir şeyler olacağını sezdi, anladı, hissetti yani. Söz hakkı vermek istemedi. Israrla Hayri arkadaş el kaldırdı ve hakimin ‘Tamam gel. Konuşabilirsin. Bakalım ne konuşacaksın’ gibisinden bir yaklaşımı oldu. Hayri arkadaş (burada derin iç çekiyor) hem duruşuyla, hem ifade tarzıyla kesinlikle çok kararlı gitti mikrofona.”

14 Temmuz ve M. Hayri Durmuş’un sözleri

Mehmet Hayri Durmuş, kürsüye geldiğinde bir sessizlik oluşuyor. Yaklaşık 20 yıl zindalarda kalan Muzaffer Ayata, “Diyarbakır Zindanı” adlı iki ciltlik kitabında Mehmet Hayri Durmuş’un şöyle konuştuğunu aktarıyor: “Zulüm ve işkence en üst doruğuna çıktı. Yaşamımız üzerine saldırı yapıldı. İnsanlar katledildi. Zindanda cesetler çıkıyor. Yüzlerce insan sakat kaldı. Değer ve fikirlerini korumak isteyenler için yol kalmadı. İnsanlar zorla itirafçılaştırılıyor. Kimin ne zaman öleceğini kimse bilmiyor. Savunmaların hazırlanması engelleniyor. Mahkemeler bu olaylara karşı gözlerini örtüyor.”
Tutsaklar pür dikkat Mehmet Hayri Durmuş’u dinlerken, mahkeme heyeti şaşırıyor. Durmuş, sözlerini sürdürüyor: “İnsan, değerlerini ve fikirlerini korumak için yaşamını göz önüne getiriyor. Biz suçları gözler önüne sereceğiz. Teslimiyet ve ihanetin mahkum edilmesi ve ortadan kaldırılması için Mazlum Doğan ve dörtler öncüdürler. Bu burada kalmayacak ve yürüyecek. İşkence altında yaşamın hiçbir anlamı kalmadı. Bu baskıları protesto etmek için bu dakikadan itibaren ölüm orucuna başlayorum. Ölümümle direnişi yükselteceksem halkım ve partim için bahtiyar olacağım. Ben bütün gücümü ve bilincimi en yüksek düzeyde halkımın hizmetine versem de varlığımı fedaice halkımın mücadelesine versem de diyemem ki halkımın karşısında görevlerimin tümünü yerine getirmişim. Bu nedenle mezarımın üzerine ‘Bu adam halkına karşı borçlu öldü’ yazılsın. Bu benim son eylemin. Kürdistan’ın bağımsızlığı için yola çıkanlar bu direnişi esas alacaklardır. Kürdistan ancak böyle özgürleşir. Dünya, bölge ve ülkenin durumu bu yolu zorunlu kılıyor.”

14 Temmuz’un tanığı Ayata anlatıyor

O günlerin şahidi olan Muzaffer Ayata kitabında yaşananları şöyle dile getiriyor: “O an her şey anlamsızlaştı. Ölüm, mahkeme heyeti, duruşma herkes ve her şey anlamını yitirmişti. Hayri’nin sesinde bir halk ayağa kalkıyor ve ‘Ne yaparsanız yapın beni yok edemezsiniz. Her zaman ayakta olacağım ve kazanacağım!’ Hayri’den sonra Kemal sözü aldı. Mahkeme heyeti söz hakkı vermek istemedi. Kemal söz hakkı verilmeyeceğini anlayınca ‘Ben Hayri’ye katılıyorum. Böyle olmamalıydı. Önce biz canımızı vermeliydik. Biz geciktik. Ben de ölüm orucuna başlıyorum’ dedi ve oturdu. Ardından Ali Çiçek elini kaldırdı. ‘PKK bize teslimiyeti değil direnişi öğretti. Kurtuluşun direnişle geleceğini gösterdi. Ölüm orucuna başlıyorum’ dedi ve kendisiyle başka arkadaşların yaptığı birçok eylemi üstlendi.”
Onların ardından diğer tutsaklar da ölüm orucuna katılmaya başladı ve ölüm orucu başladı. Eyleme katılanların önlenmesi için gardiyanlar tutsaklara saldırdı. Olayın tanığı olan İdris Güzel şöyle diyor: “Gardiyanlar müdahale etti. ‘Susun, kalkmayın’ Mahkeme heyetinin önünde yani. Onlar önce panikteydiler, şaşkındılar. ‘Ne oluyor’ diye. Sonra paniklerini yendiler, müdahale etmeye başladılar.”

Akif Yılmaz’ı hücre arkadaşı anlattı

Sonra tüm tutsakların elleri kelepçelendi ve arabalara bindirildi. Ardından zindana getirilirler. İşkence yolda da sürer. Zindana getirildiklerinde ölüm orucuna katılanların dışında herkesin kelepçeleri açılıyor. Bir asker yüksek sesle “Aranızda ölüm orucuna katılmak isteyen varsa söylesin” diyor. O zaman hücrede olan Akif Yılmaz, bu sesi duyuyor ve yüksek sesle “Ben varım” diyor. İdris Güzel, Akif yılmaz ile bir yıl aynı hücrede kalmıştı.
Güzel, şöyle diyor: “Aşırı bir saldırıda bulundular. Hatta geldiler küfrettiler. ‘Lan var mı başka ölüm orucuna gidecek? Kendine güvenen babayiğit var mı’ gibisinden tehdit etmeye başladılar. O zaman da Akif Yılmaz arkadaş hücrede. O mahkemede açıklama yapmamıştı. Dedi ‘Ben varım’. Elini kaldırdı böyle. Çıkardılar onu.”
Ölüm orucuna katılanlar diğer tutsaklardan koparılıp başka hücrelere götürülür. Eyleme başlayanlar zindanın dördüncü katına çıkarılır. Mehmet Hayri Durmuş, eyleme başladıkları gün musluk borusundan alt kattaki Mustafa Karasu ile konuşur.

Ölüm orucuna katılanlar nereye götürüldü?

Mustafa Karasu, musluk borusundan yaptıkları konuşmayı şöyle anlatıyor: “Arkadaşlar merdiveni çıktılar. Kapılar açıldı. Biz heyecandan takip ediyoruz. Bir süre sonra Hayri arkadaş musluğa vurmaya başladı. Çok heyecanlıydı. Söylediği söz şu oldu: ‘Başardık. Başardık. 6 kişiyle başardık.’ Üzerinde büyük bir yük hafiflemişçesine. Ama büyük bir heyecanla, biraz titreyerek, biraz daha rahatlamış bir durumla başladıklarını belirtti.”
Mustafa Karasu da sabah saatlerinde, “Ben de ölüm orucuna katılmak istiyorum” der. Ancak Mehmet Hayri Durmuş, “Sen bekle. Sonra katılırsın” diyor. Eylem büyük yankı yapar. 35. koğuşta herkes duyar. 20 yılın üzerinde cezaevi yatan Fuat Kav da eyleme katılım kararı alır. O dönem Osman adlı bir gardiyan gelip şöyle der: “35. koğuş Apoculara mezar olacak.” Akif Yılmaz ona şu yanıtı verir: “Kime mezar olacağını göreceğiz.” Kemil Pir, Fuat Çavgun ve Bedrettin Kavak 4. katta, Akif Yılmaz, Ali Çiçek ve Hamit Kankılıç 3. katta, Mehmet Hayri Durmuş, Fuat Kav ve Ali Kılıç da 2. kata yerleştiriliyor.
M.Hayri Durmuş, “Sen sonra katılırsın” dese de Karasu çok kalmaz, o da 20 Temmuz günü başlar. Onu 5 Ağustos’ta 36. koğuşa götürürler. Bu arada cezaevi idaresi bir yandan işkenceyi sürdürürken diğer yandan bazı uygulamalarını gevşetir.
Muzaffer Ayata bu konuda, “İdare koğuşlarda ve 35. koğuştaki hücrelerde işkencelerini sürdürüyordu. Eğitimleri sürüyordu. Ancak bazı uygulamalar gevşedi. 35. koğuşa 3 öğün yemek verildi. Eğitim gevşedi. Vahşet azaldı. Ancak tutsakların haykırışları hiç bitmedi” diyor.

 DİZİ ARAŞTIRMA SERVİSİ


paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.