Biz acı çeken insanlarız

Haberleri —

FİLİZ ARGAL / FRANKURT

Levent Çakır, 35 yaşında bir LGBTİ birey. Şimdilerde Halkların Demokratik Kongresi-Avrupa’nın (HDK-A) Yürütme Kurulu Üyesi olarak karşımıza çıktı. Brüksel’de, geçtiğimiz günlerde yapılan HDK-A Kongresi’nde de yaptığı konuşmayla dikkatleri üzerine çekmişti.

Çorumlu ve Sünni, Türk bir ailenin çocuğu olan Çakır, Türkiye’de kaldığı dönemde de sol hareketin aktif, örgütlü bir üyesiymiş; bu nedenle çeşitli kereler yargılanmış ve hakkında kesinleşmiş hapis cezaları bulunuyor. Bu cezalar, onu uzun süredir sürgünde yaşamak zorunda bırakıyor.

Türkiye’deyken Çakır, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) üyesiymiş. Hatta bir dönem federasyonun Zonguldak başkanlığını da üstlenmiş. Aynı dönemde gözaltılar ve tutuklamalarla tanışmış; toplamda bir buçuk yıl civarında cezaevinde kalmış. Beş yıldır ise Avrupa’da.

Çakır’la LGBTİ mücadelesini ve HDK ile buluşmalarını konuştuk.


Cinsel tercih meselesinin Türkiye’nin zihinsel dünyasındaki yeri nedir?

Cinsel tercih meselesini ya da içinde yaşadığımız toplumdaki yerini tartışırken aslında işin en başına dönmemiz gerekiyor. Toplumda ne kadar tanınıyor ve görülüyoruz? Toplum bizi ne kadar görüyor? Biz toplumun ne kadarına ulaşabiliyoruz? İlk düşünmemiz ve sorgulamamız gereken bence burası olmalı. Zira size yaşadığım İsviçre ve İtalya üzerinden bir örnek verecek olursam, göçmenlere karşı ırkçılığın en yüksek olduğu yerler göçmenlerin daha az bulunduğu ve daha az görünür olduğu yerler, yani kırsal kesimler oluyor. Bu bilinen bir gerçek. Hatta göçmenlerin daha yoğun olarak bulunduğu, işsizliğin görece daha yüksek olduğu büyük şehirler, ırkçı partilerin en az oy aldığı yerler. Mesela İsviçre’de Basel ve Appenzell kantonları buna en iyi iki örnek. Basel’de göçmenler çok daha yoğun bulunurken ırkçıların en az örgütlü olduğu Appenzell kantonunda ise göçmenler, son derece az. İş imkanlarının görece daha iyi olduğu bu kantonda ırkçılık daha yüksek. Bu bize aslında birbirimizi tanımadan birbirimize karşı ne kadar önyargıya sahip olacağımızı gösteriyor. 

Yaşadığımız toplumda görünürlüğümüzün yeterli olmaması, maalesef toplumumuzun bizi önyargıları üzerinden tariflemesine sebep oluyor. Bunu en yalın biçimde yanıbaşımızda birlikte mücadele ettiğimiz, hatta LGBTİ bireylerin hakları için mücadele ettiğini söyleyen yoldaşlarımızın bile bizi, “Cinsel tercihi farklı olanlar” olarak tariflemesi olarak karşımıza çıkıyor. İyi niyetli bile görülse bu, bilgisizliğin ifadesi.

Nasıl yani?

Öncelikle bir LGBTİ birey olarak ben, hiçbir zaman bir şeyi tercih etmedim. Hayatımda cinselliğini tercih ederek yaşayan birini de hiç görmedim. Çocukluğumuzdan itibaren kendimizde bir şeylerin farklı olduğunu biliriz ama anlayamayız. 12, 13’lü yaşlara geldiğimizde, içimizdeki farklılık daha da belirginleşmeye başladığında ise daha bizdeki durumun ne olduğunu anlama fırsatı bulamadan bir ateş çemberinin içine düşer ve toplumun en dışına itilmeye başlarız. Daha düne kadar mahallede kavga edip dayak yediğimizde koşarak yanımıza gelen, yardım istediğimiz abimiz, artık bizi dövmek ya da öldürmek için fırsat kollayan tanımadığımız bir yabancıya dönüşür. Bir günde, her gün sizi sevdiğini söyleyen anneniz, artık sizin ya intihar etmenizi ya da en iyi olasılıkla evi terk etmenizi bekler. Daha 13’lü yaşlarınızdaşınızdır, düşünün! Siz daha kendinizi anlamadan artık toplum size sizi anlatmaya, sizi ya yok etmeye ya da toplumun dışına süpürmeye başlar. Camilerden, kiliselerden kovulursunuz. Tanrılarınız bile elinizden alınır. İşten atılır, bir ekmeğe muhtaç kalırsınız. 

Hele bir de trans bir bireyseniz gündüzleriniz elinizden alınır, gecelere hapsedilirsiniz. Size hiçbir iş vermezler. Markette kasiyerlik yapan bir trans kadın ya da okulda bir trans öğretmen gördünüz mü? Ya da mahkemede bir savcı? Onlara sadece seks köleliği dayatılır. Gecelere hapsedilirler. 

Biz cinselliğimizi yaşarken bile acı çeken insanlarız. Ya da sırrımızı hiç açıklamaz ve sırrımızda sır olur, kayboluruz. O yüzden biz böyle hiçbir şeyi tercih etmedik. Bir sabah kalkıp “Off çok sıkıldım kadınlıktan biraz da erkek gibi takılayım bugün” diyemezsiniz. Ya da “Off erkek kıyafetleri ne kadar çirkin, hooopp hadi cinsel tercihimi değiştireyim, en güzel kadın kıyafetlerini giyeyim bugün” diye bir şey söz konusu değil. O yüzden tercih kelimesi aslında bize dayatılan, bizi inkar eden ilk adım. O yüzden bu tür tanımlamalar yaparken çok dikkatli olmalıyız. “Yönelim” kelimesini kullanmalıyız diye düşünüyorum. LGBTİ bireylere dönük bu algının değişmesi için çabalamak da en başta bizim görevimiz. O yüzden kavganın tam ortasında açık kimliğimizle yer almalı ve asla bıkmadan, usanmadan ısrarcı bir şekilde bu hattan yürümeliyiz.

LGBTİ bireylere yönelik algının, dışlama ve baskı anlayışının değişmesi için sizce kültürel, siyasal ve yasal alanda neler yapılması gerekir?

Söylediğim gibi, ilk önce tanınırlığımızı ve görünürlüğümüzü artırmalıyız. Kavgamızda ısrarcı olmalıyız. Bunun dışında toplumun içinden çıkan ve sosyolojinin dışa yansıması olan siyasal alanda mutlaka yerimizi almalıyız. Heteroseksist anlayışların bu alanları doldurmasına izin vermemeliyiz. Bizim gibi farklılıklarından dolayı ezilen, ötekileştirilen tüm gruplarla ittifak kurmalıyız. Ortak geliştirilecek mücadeleden elde edilen kazanımları yasalarla güvence altına almamız, bizim temel hedefimiz olmalı, diye düşünüyorum. O yüzden LGBTİ hareketi olarak yolun daha çok başındayız. Öyle ki Gezi sürecinde LGBTİ bireyler olarak görünür bir şekilde yer almamız, diğer ezilen toplumsal kesimlerle ittifak kurmamız, bize dönük algının değişmesinde etkili oldu. Hemen sonrasındaki yerel ve genel seçimlerde siyasal partiler, LGBTİ bireyleri aday göstermeye başladı.

Egemen siyasi partilere alternatif demokratların LGBTİ bireylere yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

HDP’yi öncelikle ayrı bir yere koymak gerekir. Zira kendisi sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil tüm Müslüman coğrafyasında ilk defa açık eşcinsel kimliğiyle bir üyesini parlamentoya aday gösterdi. Bu onur, bu şeref, HDP’nin hanesine ve demokrasi tarihimize yazılmıştır. Hani şu günlerde birçok Kemalist arkadaşımızın sürekli üstüne basarak ve gururlanarak vurguladığı “Kadınlara seçme seçilme hakkını birçok Avrupa ülkesinden daha önce biz verdik ve bunu İslam tarihine altın harflerle kazıdık” söylemi kısmen de olsa ne kadar doğru ise, LGBTİ bireyler için HDP de tarihe bu şekilde geçmiştir. Tıpkı eşbaşkanlığı ilk uygulayan parti olması gibi… 

Bugünden baktığımızda çok da abartılı gibi gelen bu cümleler belki onlarca yıl sonra daha iyi anlaşılır olacak. HDP/HDK bugün için coğrafyamızın en ileri hareketi olma durumunu elinde tutuyor. Bu tutumunda ısrarcı olduğunu, tüm dünyada ilk olarak yönetimde LGBTİ bireyler için en az bir kişi olmak şartı ile alan açması da gösteriyor. Aday olmaması durumda yerin boş bırakılmasını da HDK-Avrupa kongresinde kabul ederek bu tutumunu göstermiştir. 

CHP de son yerel seçimlerde İstanbul’un bazı ilçe meclislerine LGBTİ bireyleri çekingen de olsa aday göstermiştir. Not edilmesi gereken olumlu bir noktadır. 

Diğer partileri ise şu anda ele almaya değmez; zira onlar için hala yangın esnasında ilk yakılması gereken kişiler arasında yer alıyoruz.

LGBTİ bireylerin HDP ve HDK içinde etkin olduğunu söylediniz ancak bunu yeterli görüyor musunuz?

Bunu tartışabiliriz. Neden? LGBTİ bireyler olarak kendi özgün örgütlülüğümüzle HDK içinde açıkça yerimizi alabiliyoruz. HDK, Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, kadınların, LGBTİ bireylerin inkarına dayalı 90 yıllık paradigmaya karşı ezilen tüm grupların ittifakına dayalı üçüncü bir yolu inşa etme iradesinin adresidir. Bu da HDK’nin bir başka belirleyici noktası.

HDP ile HDK birlikte LGBTİ bireylerin beklentilerini karşılayabiliyor mu yani? Ya da daha farklı neler yapılabilir?

Eğer bugün HDK, LGBTİ bireylerin ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa bu, en başta HDK içerisinde mücadele yürüten LGBTİ bireylerin eksikliğidir. Zira çalışmalarımızın önünde bir engel bulunmuyor. Tüm yönetimlerde yer alabiliyoruz. Kendi özgün kota hakkımızı uygulayabiliyoruz. Ama şu gerçeği de görmemiz lazım: Ülkemizde yaşanan savaş koşullarından kaynaklı kendi çalışmalarımızı maalesef ikinci plana atmak zorunluluğu doğdu. Mesela HDK içinde çok aktif olan LGBTİ birey olduğunu bildiğimiz iki avukat arkadaşımız, 7 Haziran seçimlerinden sonra her gün HDP’lilerin gözaltı dosyalarını takip için Adliye binalarında günlerini geçirmek zorunda kaldılar. Bu yüzden kendi özgün çalışmalarımızı yapmakta, daha farklı çözüm önerileri geliştirmekte bugünlerde oldukça zorlanıyoruz. Fakat bunu HDK-A olarak aşabileceğimizi düşünüyorum. Zira burada daha rahat koşullarda yaşadığımız bir gerçek.

HDK Avrupa kongresinde Öcalan’a özel selamlar gönderdiniz ve onun erkek egemen sisteme karşı düşüncelerine atıfta bulundunuz. Sayın Öcalan’ın bu meseleye bakışı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet doğru, zira kendimi selam göndermek zorunda hissettim. Ben Çorumlu Türk ve Sünni bir aileden geliyorum. Kendimi bildim bileli duyarlılıkları olan bir insandım. Yıllarca Kürt arkadaşlarım hep, “Özgürlüğün güneşi İmralı’dan doğacak” diye slogan atarlardı. Kimse şimdi söyleyeceklerimi yanlış anlamasın ama benim için hiçbir şey ifade etmiyordu bu. Bir Türk olarak anlamlandıramıyordum. Ama ne zaman ki Sayın Öcalan’ın önerisi ve yönlendirmeleriyle ezilenlerin ittifakını temsil eden, hem eski hem de yeni paradigmada yerini bulamayan tüm ötekilerin adresi olacak şekilde HDK fikrinin temelini oluştu ve HDK biz LGBTİ bireylerin yaşadığı sorunları görüp bize de kapılarını açtı, işte o zaman birey olarak benim de üzerime bir güneş doğduğunu hissettim. Yıllardır Kürt arkadaşlarımın ne demeye çalıştığını anladım. Bu yüzden de Sayın Öcalan’a selam göndermeyi kendime zorunlu gördüm.

Türkiye’den sonra Avrupa’ya geldiniz. Buradaki toplumla Türkiye’deki toplumun cinsel tercih ve özgürlük konusundaki yaklaşımlarını kıyaslayabilir misiniz? İkisi arasında ne tür farklar var?

Bizim toplumumuzda Avrupa toplumunun her konuda bizden ileri olduğu, demokrasi ve özgürlüklerin çok gelişkin olduğu kanısı var. Kısmen doğru olsa da bu tespitin aslında gerçeği tam olarak gösterebildiğini düşünmüyorum. Zira dünyada doğrudan demokrasinin tek olarak uygulandığı ülke olan İsviçre bile kadınlara seçme ve seçilme hakkını 80’lerin ortalarına kadar tanımamıştır. Mesela İtalya kadınlara boşanma hakkını 1976 yılında tanımıştır. Hala birçok Avrupa ülkesinde LGBTİ bireylere evlilik hakkı tanınmamaktadır. Hala Avrupa’daki LGBTİ bireylerin yarısından daha fazlası, toplumsal baskı ve dışlanma endişesiyle hetero evlilikler yapmakta, cinsel yönelimlerini açıkça ifade edememektedir. Özellikle Avrupa’daki göçmen topluluklarda tutucu sosyolojik yapı yüzünden göçmen eşcinsellerde açık kimlikle yaşama oranı neredeyse sıfıra yakındır. Çünkü Avrupa’daki Türkiye ve Kürdistanlı LGBTİ bireylerin sıkça kullandığı internet sitelerine üye sayıları yaklaşık 60 bin civarında. Hiç etrafımızda 60 bin Türkiye ve Kürdistanlı LGBTİ birey görebiliyor muyuz?


Nasıl evlendi?

Levent Çakır’ın hikâyesini ilgi çekici yapan detaylardan biri de, son yıllarda dünyada giderek daha fazla ülkede serbest hale gelen eşcinsel evliliği 2013 yılında gerçekleştirmiş olması… Fakat bu süreç de bir anda gelişmemiş elbette.

Çakır ve İtalyan eşi Alessandro Nobili, 2010 yılında, Adana’da tanışmış. O sırada Çakır, Çukurova Üniversitesi’nde Erasmus programıyla gelen yabancı öğrencilere ve asistanlara Türkçe dersi veriyormuş. Daha sonra hakkında açılan davalardan çıkan hapis cezaları dolayısıyla Suriye’ye geçmek zorunda kalmış. Tesadüfe bakın ki, Nobili’yle bu kez de Şam’da karşılaşmışlar. O döneme kadar birbirlerinin cinsel yöneliminden habersizlermiş, bu sırada bunu da öğrenmişler. Ve Suriye’de aralarında artık başka bir yoldaşlık ve başka bir aşk başlamış.

Nobili ve Çakır, Suriye’de iç savaşın başlangıcının hemen öncesinde İtalya’ya geçmiş. Evlenmek istemişler; ancak İtalya’da o dönemde eşcinsel evlilik henüz serbest değilmiş. Bu nedenle Çakır’ın iltica başvurusunda bulunduğu İsviçre’nin Basel kentinde evlenmişler.

Alman memur soğukluğu…

Bu dönemde Evlilik Dairesi’nde karşılaştıkları muameleyi ise Çakır, şu sözlerle anlatıyor: “Memur bize, ‘Eğer oturum almak için yapıyorsanız hiç yapmayın, size hiç faydası olmaz. Size tavsiyem ülkenize dönmeniz ve Hollanda’ya evlilik vizesi için başvurmanız’ dedi. Yani İsviçre’de bir göçmenseniz ve eşcinsel bir evlilik yapıyorsanız, bu sadece İsviçre’ye yerleşmeye çalışmanız olarak anlaşılıyor. Belki de hayatınızın en romantik anları, bir anda soğuk bir Alman memurun yaklaşımıyla öfke seline dönüşüyor.”

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.