Bütün hakların anası: Örgütlenme hakkı

‘PKK, Kürt meselesinin çözümünün önünde, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bir engeldir. PKK’yla demokratikleşme görüşmeleri yapılarak Kürt sorununun çözebileceğini düşünenler hayal dünyasında geziyorlar.”
Bu sözler “Oslo görüşmeleri suçtur” diyen Baykal’a ait değil.
“Oslo’da PKK ile görüşenleri tutuklamak” isteyen savcıya da ait değil. Bu sözler MİT Müsteşarını tutuklatmak isteyen Cemaat başına ya da sözcüsüne de ait değil.
Bu sözleri PKK’ye “alternatif” diye piyasaya çıkan bir takım PKK düşmanı Kürtler de söylemiyor.
Bu sözler bir Türk “eski” solcusuna ait. Neşe Düzel’in Taraf’ta söyleşi yaptığı bu kişinin adı Taner Akçam…
Söyleşi beni ilgilendirmiyor. İsteyen istediğini söyler. İstediği türde saptamalar yapar. Aklı ne kadar eriyorsa o kadarını tahlil eder. Kendi meşrebine uygun sonuçlar çıkarır. Eleştiriyse, eleştirebilir. Suçlamaysa suçlayabilir. Hepsini yapabilir.
Ama bir Türk “eski” solcusu, kendisine “ben demokratım” dediği sürece, “PKK, Kürt meselesinin çözümünün önünde, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bir engeldir, PKK’yle demokratikleşme görüşmeleri yapılarak Kürt sorununun çözülebileceğini düşünenler hayal dünyasında geziyorlar” diyemez. Dediği zaman, PKK’yi tam da bu gerekçeye dayanarak kanlı saldırılar ve kitlesel tutuklamalarla yok etmek isteyenlerin dilini kullanmış olur. Türk aydını “PKK çözümün ve demokratikleşmenin önünde engeldir” dediği zaman, AKP ve Cemaat de ona “hay aklınla çok yaşa, biz de zaten bu engeli yok ediyoruz” der ve bir de ensesine “dostane” bir şaplak atar.
Ermeni sorununda pek çok övgüye değer düşünsel çabalara imza atmış olan Taner Akçam’ın, şu sıralarda “Cemaatçilerin” ağzıyla konuşmaya başlaması hayra alamet değildir.
Söyleşideki ana düşüncesi şu: “Kürt açılımına ve demokratikleşmeye ilişkin hiçbir konu PKK’nın tekelinde değildir. Devlet bütün bu açılımları kendisi kolaylıkla yapabilir.”
“Aşırı demokrat” bu Türk aydını ne dediğinin farkında değildir.
Taner Akçam, tipik bir “devletçi” kimliğiyle konuştuğunu bile anlamış değildir.
Gelin bu “ültra demokrat”a durumu anlatalım:
Hiçbir “hak”, o hakkı elde etmek isteyen halkın kendi iradesiyle örgütlenme hakkından daha kutsal olamaz.
Dil hakkı da, özerklik hakkı da, Kürt devleti kurma hakkı da, kimlik hakkı da ve sayalım; çalışma hakkı da, sağlık hakkı da, eğitim hakkı da, emeklilik hakkı da ve daha da ileri gidelim; yaşama hakkı da, bu hakları elde etmek, genişletmek, savunmak için halkın “kendi kendisini örgütleme” hakkından daha önemli değildir.
Daha sert konuşalım; hatta bütün bu haklar, halkın örgütlenme hakkı yanında beş paralık değer bile taşımaz.
Bizim içinden geçtiğimiz tüm “reel sosyalizm” deneyiminin bize verdiği biricik ders budur işte. O reel sosyalizm bir “federasyon”du. Bütün ulusların “kendi kaderlerini tayin etme ve ayrı devlet kurma” hakkı tanınmıştı. Bütün federe birlik cumhuriyetlerinde, bütün özerk bölgelerde bütün uluslar kendi dillerinde konuşma, yazma, öğrenme hakkına sahipti. Her çocuk için kreş hazırdı. Ev kiraları sudan ucuzdu. Açta açıkta kalan yoktu. İşsiz yoktu, ulaşım neredeyse bedavaydı. Her beş yıllık plan döneminden sonra yeni yeni imkanlar verilmekteydi.
Her şey vardı da, ne yoktu?
“Örgütlenme hakkı” yoktu. Devletle bütünleşerek “örgüt olmaktan çıkan” parti dışında, halkın örgütlenme hakkı yoktu. Bu hak olmadığı için hiçbir hak halkın mutluluğuna yetmedi.
Şimdi ültra demokrat Akçam, “PKK Kürt sorununun çözümünde engeldir” diyor ve bu sorunu “PKK’yle görüşerek” değil (savaşarak!?), devlet eliyle” çözmekten söz ediyor.
Sonra da dönüp PKK’yi “Stalincilikle” suçlamaya yelteniyor.
Fazla söze gerek yok. Saddam rejimi Kürtlerin “varlığını”, “dilini” ve “özerkliğini” tanımıştı. Tanımadığı Kürtlerin bu hakları elde etmek, genişletmek ve korumak için “örgütlenme” hakkıydı. İran Molla rejiminin de benzer hakları tanıdığını ve bu hakları kalıcılaştırmak, genişletmek ve güvenceye almak için örgütlenen PJAK’ı yok etmeye çalıştığını da ekleyelim. Ve Türkiye’deki rejimin, “halkın örgütlenme hakkı” dışında TRT-6 sakilliğinden, “seçmeli derse”, AB mevzuatının öngördüğü her şeye razı olduğunu bilmek için “ODTÜ öğrenci lideri” olmak bile gerekmez.
“PKK engeldir”, “PKK ile müzakere yanlıştır”, “engeli yok etmek” ve “devlet eliyle” Kürde “haklarını vermek”, bu çizgi Stalincilik bile değildir; “İslamcı Kemalizmdir”, “oligarşik despotizmdir.” Ve “Kürdistan’ı reformlarla ve demokratikleşmeyle de olsa zaptetmek ve halkın örgütlü güçlerini kanlı saldırılar ve kitlesel tutuklamalarla yok etmek” söz konusu olduğunda, bunun adı faşizmdir.
Taner Akçam, “PKK’siz devlet çözümü” önerirken ya ne dediğinin farkında değildir. Ya da yalnız Şubat ayında 1000 gözaltıyla “örgütsüzleştirme” ve böylece “çözümün önündeki engeli kaldırma” amaçlı tasfiye siyasetini destekliyor.
Aktüel devlet içi kavga “Oslo meşru mu, suç mu?” sorusu üzerinde odaklanmışken, Akçam’ın PKK’yi “çözümün ve demokratikleşmenin önünde engel” sayması ve “müzakereyle olmaz” demesi çok kötü bir tütsü kokusu yayıyor: Cemaat tütsüsü…
