Dünya değişirken biz değişmezsek ne olur?
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Sosyalistler Öcalan’ın önderliğinde PKK’nin kendisini nasıl değiştirip dönüştüreceğinden çok, kendilerini nasıl değiştirip dönüştüreceklerine odaklanmalıdır. Çünkü PKK’deki değişim ve dönüşüm gerçekleştiğinde, hiçbir devrimci parti olduğu gibi kalamaz.
Başkan Öcalan’ın tarihi çağrısı Kürt Özgürlük Hareketi’nin bütün bileşenleri tarafından yalnız pratikte yapılması gereken hususlar bağlamında (devlete “demokratikleş”, PKK’ye “silah bırak ve illegal yapını feshet) değil, tüm içeriği ile şeksiz-şüphesiz onaylandı.
Buna karşılık, bir bütün olarak baktığımızda Türkiye sosyalist hareketinin saflarında bu çağrı karşısında çağrıyı destekleyenlerin yanında çağrıya “mesafeli” yaklaşımlar, hatta karşıtlıklar da var. Bu da doğaldır. Örgütler bağımsızdır ve kendi çizgileri temelinde çağrıyı özgürce ele alabilirler. O nedenle özgür medya, Başkan Öcalan’ın çağrısına en mesafeli destek yaklaşımları olanları bile değerli buluyor ve onların açıklamalarını kamuoyuna duyurma görevini yerine getiriyor.
Ben de bu yazıda, henüz genel olarak duyurulmayan bir “olumlu tutumu” okurlara duyurma görevimi yerine getiriyorum.
Bildiğiniz gibi, 1920 yılında kurulan TKP, Komünist Enternasyonal’in Türkiye seksiyonuydu. Reel sosyalizmin çöküşle sonuçlanan krizi, partiyi hazırlıksız bir şekilde legale yöneltmemizin de büyük etkisiyle, Türkiye’deki diğer devrimci partilere göre TKP’ye çok büyük zararlar verdi. TKP kadroları eşiğine gelinen likidasyondan partiyi kurtarmak için, kaçınılmazlıkla meydana gelen bölünmeler temelinde, uzun zamandan beri, birbirlerinden ayrı girişimlerde bulundular. Sonuçta ortaya birbirinden farklı “TKP’yi temsil iddiasında” olan örgütlenmeler çıktı.
Bunlardan birisi de, Merkez Yayın Organ’ı Atılım olan ve önde gelen kadrolarının bir çoğunu TKP’deki görevim nedeniyle tanıdığım TKP üyeleri tarafından örgütlenen ve TKP’nin “devamcısı” olduğunu açıklayan yoldaşların temsil ettiği Türkiye Komünist Partisi’dir. TKP Türkiye’nin çoklu krizler ve dünya savaşı ortamında ve demokrasinin yok edilmiş olduğu koşullarda, kendi rolünü legal olarak oynama imkanı olmadığı saptamasıyla örgütlenmektedir.
İşte bu partinin Merkez Komitesi, 4 Mart 2025 tarihinde “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı Üzerine Görüş ve Tutumuz” başlıklı bir bildiri yayınladı. Bu bildiri, Başkan Öcalan’ın çağrısıyla arasına hiçbir mesafe koymadan ilk paragrafında şunları dile getirdi:
“Kürt Halk Önderi 27 Şubat 2025 günü 'Barış ve Demokratik Toplum' başlığı altında bir çağrı yayınladı. Bu çağrı toplumda bir şok etkisi yarattı. Öcalan her bir cümlesi birer kitap niteliği taşıyan kısa açıklamasında devleti demokratikleşmeye, PKK’yi de Kongre toplamaya ve silah bırakmaya çağırdı.
Partimiz Öcalan’ın yaptığı çağrıyı tam olarak desteklemektedir. Silahlı mücadeleyi yaratan koşullar devlet tarafından ortadan kaldırılmalı ve kırk yılı aşkın süren savaş son bulmalıdır.”
Bu yaklaşım, Kürt ulusal sorununda, benim de uzun yıllar saflarında yer aldığım TKP yönetimlerinin yaptığı hatalarla ilgili özeleştiri sürecinin bir sonucudur. Öcalan’a ve PKK’ye yönelik, iki anlama gelmeyen açık ve net bir destektir.
Geçmişte PKK’ye karşı çok ağır suçlamalar yöneltmiş olan bir partinin, bugün geldiği nokta sanırım çok önemlidir. TKP yönetiminde bizim başaramadığımızı bu arkadaşlarımın başarmış olmasını burada izninizle selamlıyorum.
Bu konuda diyeceklerim bu kadar.
Şimdi de, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bugün karşı karşıya olduğu stratejik durumla ilgili, TKP de içinde, tüm devrimci partilerin sorumluluğuna değinmek istiyorum.
PKK başlangıçta esas olarak Kürt ulusal kurtuluş hareketinin sosyalist öncüsü olarak mücadeleye atıldı. Giderek öncülük ettiği Kürt ulusal kurtuluş hareketiyle Türkiye işçi sınıfı ve onun öcüleri arasında, özellikle Bekaa’da yoğun ittifaklar kurmaya çalıştı. Böylece Kürdistan devrimiyle Türkiye devrimini tek bir cephede birleştirmeye yöneldi. Bu ittifak çabaları şu ana kadar samimiyetle devam etmiştir.
Kürdistan’ın dört parçasında ortaya çıkan devrimci süreci metropollere taşımak ne yazık ki, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Benim görüşüme göre bu olumsuz durumda sosyalist hareketin kendini reel sosyalizmin dağıldığı koşullara uyarlamadaki zayıflığı büyük bir rol oynamıştır. Öcalan’ın PKK gibi devasa bir hareketin bile reel sosyalizm sonrasına kendini hazırlayamadığı saptamasına bakarsak, bu saptamanın kıyas kabul etmez şekilde sosyalist hareket için geçerli olduğunu kolayca görebiliriz.
O nedenle Başkan Öcalan’ın çağrısıyla birlikte PKK’nin lağvedilmesini bir “tasfiye” adımı gibi görmek yerine, bu çağrının PKK’nin formel örgütsel yapısını lağvetme hedefine karşın, Kürt halk kitlelerinin bilincinde daima yaşayacağından hareketle, PKK hareketini yenileme, değiştirme ve dönüştürme olarak anlamalı, PKK’ye yapılan çağrının aynı zamanda tüm sosyalist harekete yapıldığını görmeliyiz.
O nedenle, başkası ne yapar bilemem ama, yakından izlediğim TKP’nin bu çağrının içeriğine “tam” olarak katılmasını, bu partinin kendisini yeni dünya, bölge ve ülke şartlarında yenileme gayretinin yansıması olarak görüyorum ya da öyle olmasını umuyorum.
Sosyalistler Öcalan’ın önderliğinde PKK’nin kendisini nasıl değiştirip dönüştüreceğinden çok, kendilerini nasıl değiştirip dönüştüreceklerine odaklanmalıdır. Çünkü PKK’deki değişim ve dönüşüm gerçekleştiğinde, hiçbir devrimci parti olduğu gibi kalamaz. Dört parça Kürdistan’da örgütlü olan, yalnız Ortadoğu’yu bile değil, dünya savaşının içindeki bütün emperyalist ve bölgesel emperyalist devletleri bile varlığıyla etkileyen bir hareketten söz ediyoruz. Onun formel örgütsel yapısı büyük olasılıkla lağvedilecek, ancak bir hareket olarak değişip dönüşecek ve o haliyle yaşayacaktır.
Bu büyük ve nitelikçe köklü değişiklik sürecinde, reel sosyalizmin dağıldığı esnada olduğu gibi, değişim ve dönüşüme direnen hiçbir parti, benim görüşüme göre varlığını ya sürdüremez ya da giderek sönümlenir.
O nedenle PKK’nin silah bırakması ve kendini gönüllü olarak lağvetmesi hakkında doktriner ve boyumuzdan büyük laflar etmekle zaman kaybetmek yerine “bu durumda biz ne yapmalıyız?” sorusunu sormalı ve kendi “marksist” ya da “Marksist-Leninist”, 12 Mart darbecilerinin tabiriyle “hatta Maoist” çizgimizi, Öcalan’ın paradigmasal düşüncelerini de inceleyerek reel sosyalizmin dağıldığı ve PKK’nin kendini değiştirip dönüştürdüğü şartlarda yenilemeyi düşünmeliyiz.