Eylem KAHRAMAN: 'Tüldür ütopya’nın savaşçısı, ateştir devrim, küldür özgürlük'

Haberleri —


Riha merkezde doğan şair yazar Abdurrahman Çadırcı (Esat Faraşin), ilk ve orta öğrenimini de burada tamamladı. Yüksek okula Amed'de gitti. 1976 yılından beri yaşamını adadığı özgürlük mücadelesini sürdüren Çadırcı, aynı zamanda dağ edebiyatının da öncülerinden biri olarak kabul ediliyor. Daha önce yayınlanan 'Zagroslarda Bir Ceylan' ve 'Dağların Şarkıları-Benavok Çiçekleri“ adlı kitapları büyük ilgi gördü. Benavok Çiçekleri ismini taşıyan şiiri gerilla tarafından o kadar çok sevildi ki, Kürdistan dağlarındaki bir çiçeğe gerillalarca 'Benavok' adı verildi. Bütün eserlerini Kürdistan dağlarında gerilla savaşı içinde, dağ koşullarında zorluklar ve kıtlıklar ortamında yazan Çadırcı ile son kitabı 'Tül ve Kül'ü konuştuk.


'Tül ve Kül' şiir, öykü, deneme ve söyleşilerden oluşan oldukça renkli bir kitap olmuş, bunun sebebini açıklar mısınız?

Bu sefer farklı renkler bir arada olsun istedim. ‘Tül ve kül’ kitabı, belli araştırmalara dayanan teorik yazı, makale, şiirce ve şiirlerden oluşuyor. Hayata ve sanata ilişkin denemeleri, felsefik ve edebi kulvarda vermeye çalışıyor. Ve genel olarak kitap, her yazısıyla dolgun bir tematiği okuyucuya sunuyor. Okuyucu açısından iyice doyurucu ve yoğunlaştırıcı olmasını istedim. Verilmek istenenleri farklı edebi türler içinde sunma, bana hem daha olanaklı ve etkili geldi ve hem de daha zevkli ve eğlendirici… Çok tutucu olmamak, her şeyde, basit görünen olgularda bile geleneği ve kalıpları gerektiği yerden kırıp parçalamanın lüzumuna inanıyorum. 

Belki de, bizzat kitabı okuyan bir okuyucunun dediği gibi, örneğin araya serpiştirilen şiirlerle bazen okuyucuya kahve molası verdirmek gerekir.


Bu eseri ne kadar zamanda ve hangi koşullarda yazdınız?

Bu kitabın her bir yazısı farklı zamanlarda yazıldı ve sonra kitap olarak bir araya getirildi. Bir anlamda tek bir süreçteki bir yoğunlaşmanın ürünü değil. Ama farklı zamanlarda da olsa, çoktan beri zihnimi meşgul eden ve birbirine bağlı bir bütünü oluşturan konular üzerinde yoğunlaşma sonucu parça parça yazılan bir kitap diyelim. Kitabın hepsi Kürdistan’ın dağlarında, gerilla savaşı içinde, dağ koşullarında zorluklar ve kıtlıklar ortamında yazıldı. Bu nedenle şahsen benim için büyük değer taşıyor. Çünkü değerli ve özel denebilecek bir emeğin ürünüdürler. Her an ölümle burun buruna olduğun, ölümden ziyade yaşamanın tesadüflere bağlı olduğu koşulların emeği bunlar. 

Bu yazılar, şiirler, zorlu gerilla mücadelesi içinde insanlığa ve ülkeye karşı duyulan yakıcı sorumluluk hissiyatının, paha biçilmez yoldaşlığın, her an bir can parçanın koparılıp götürülmesinin verdiği dayanılmaz anların, çocukça yaşanan duru sevinç saatlerinin, ihanetin, öfkenin, aşkın çocuklarıdır. Yani dağ koşullarında yaşanan o çok özel, kutlu ve yaratıcı düşünce ve duyguların ete kemiğe bürünmesidir. 


Okuyanlar “ ‘Verda’ nedir?” diye soruyor örneğin...  

Verda, kalbimdeki hiroşimadır!

‘Kandil’den mağara damlaları’, gerillanın, dağların zirvelerindeki mağara-sığınaklarda yaşadığı resulvari hayatı ve yoğunlaşmasının boncuk boncuk ter gibi dökülen duygu ve düşünceleridir.

Genç yaşta evini, çoluğunu-çocuğunu bırakıp dağlarda dervişane bir hayatı benimseyen ve sonra, çok sonraları hayli ilerlemiş yaşına rağmen yine bir genç gibi kızgın savaş ortamının dağlarına vuran, henüz yere düşmemiş bir yağmur damlası gibi ‘zelal’ bir kalbin sahibini ‘son romantik’ olarak tanımladım. Ve Don Kişotvari serüvenini kaleme aldım. Bu serüven içinde hayli öğretici hayat derslerine ışık tutmaya çalıştım. 

Şiiri erotik bir dans ya da yüreksiz bir heykele dönüştürmek ve böylece onu ayağa düşürmek isteyen çabalara karşı bilinçli bir öfkeyle, “Şiir, müzikal buyruktur!” dedim ve şiir çözümlemelerini denedim ‘Gerilla ve Şiir Üzerine’ başlıklı söyleşide.

Feodal ve modernist mühendislerin elinden geçmiş eski toplumun süslü bedeninin benimsemediği kalp için, ‘Öykücüyle günah diyaloglar’ adını verdiğim monologlar kaleme alındı. Herkesin paranın kirini yüreğinde biriktirdiği bir çağda, dağlarda her türlü bireysel kaygıdan uzak bir şekilde kurtuluş rüzgarının atına binmiş gerillanın kalbindekiler ‘masumiyetten derlenmiş günahlar’ değil miydi ki? Ve o nedenle değil miydi ki, gerilla, yaşamamak için yaşamına zar atıyor ve ölmemek için ölümüne direniyordu. 

Ve ‘Awazê Çiya’… Kadın-erkek gerillaların hançerelerinden akan Majida El Roumi’nin kadife sesinde dağın melodisi olarak ovalara iniyordu; işte ben herkesi şaşırtan bu ‘büyü’ye eğildim bir dağlı gururu ve merakıyla.

“Sanat, Yusuf'un elindeki aynadır!” dedim, ‘Sanatçı ve Ego’ yazısında. Ve Doğulu Yusuf ile Batılı Narsisi sanatın arenasında ‘ego’lar düellosuna tutuşturttum. 

Nihayet, ‘üçüncü doğacı sanat’ adlı kapsamlı makale/yazıda, belki de bir ‘manifesto’ değerine yükselebilecek düşünce ve görüşlerle, özgürlük devrimi temelinde doğan yeni Kürdistan’da sanat ve edebiyat yaklaşımlarımızın nasıl olması gerektiği üzerine denemelere giriştim. Bunu tamamlayanlar olarak üstte belirttiğim diğer sanat değerlendirmeleriyle birlikte bu yazı, bence günümüzde gecikmiş bir görev olarak Rêber APO’nun paradigması temelinde yapılması gereken ‘sanat ve edebiyat tartışmaları’ için önemli bir platform oluşturmaktadır.


İsim olarak neden 'Tül ve Kül'ü seçtiniz?

Ben bu ismi, öyle tam anlamıyla düşünmekten ziyade, içimde ‘o şey’i hissederek koydum. Yine de, kitaptaki ‘tül ile ateşin aşkı’ şiiri bunu bazı açılardan açıklıyor.

‘Kiraz çiçekleri’ gibidir gerillalar. Kiraz çiçeğinin Japonca karşılığı ‘sakura’ demektir. Sakuraların ömrü bir hafta veya on gün kadardır. Japonlarda samuray yaşam tarzını simgeleyen kiraz çiçeği, Kürdistan gerillası için felsefik açıdan doğal bir ‘rol model’ veya ‘idol’ gibidir. Gerilla da kiraz çiçeği gibi doğayı, doğanın güzelliğini simgeler; ve ‘peyzaj’ın kişileşmiş halidir sanki. Sakura gibi özgürlük ağacında bütün güzelliğiyle açar ve kısacık ömründe hayatına çok şeyi sığdırıp, solmadan ve kurumadan yaşamının en güzel döneminde toprağa düşer. Ütopya’nın savaşçıları bir yıldız gibi parlar, savaşır ve her an, ama her an ölebileceğini bilir. Onu çok özel ve ayrıcalıklı kılan da budur. Nadide bir güzellik, kışın ortasında bunalmış bir halka Newroz’u müjdelemek için açar ve hayatının baharında, baharını getirdiği kendi halkının kalbine yolculuk eder. O, artık bir toplumun yaşayan belleği; insanca ve onurluca var oluşunun yapı taşı; geleceğinin güzide harcı; ve yüzyıllara taşacak hayallerinin simyacısıdır.

İnanca göre, pelikanlar yeterli besin olmadığında kendi göğüslerini kanatarak kanlarıyla yavrularını beslerler. Gerilla da 'göğsünden yavrusunu besleyen sevgili ilahi pelikan' gibi ulaşılmaz bir fedakarlığın sahibidir. İşte tüldür ütopya’nın savaşçısı, yani yavruları için kendini feda eden pelikandır; ateştir devrim, göğüs yarasıdır; ve küldür özgürlük. 


Kürt okurlarının yoğun ilgisini çeken dağ ve cezaevi edebiyatı daha çok Türk dilinde yazılıyor. Sizce bunlar Kürt Edebiyatı'nı oluşturabilirler mi?

Evet, bence günümüz koşulları itibariyle Türkçe yazılmış eserler de ‘Kürt Edebiyatı’nı oluşturur. Kitapta da buna değindim. Dil elbette edebiyatta önemlidir, ama ‘dil her şeydir’ -veya bazılarının somut bir şekilde söylediği gibi -‘edebiyat bir dil olayıdır’ demek çok doğru değil. O zaman bazıları da kalkıp şunu diyebilir: Bir halkın müziği-stranları, o halkın dilinde yapılanlardır. Oysa biliyoruz ki öyle değil. Müzikte dilin yanı sıra tarz da bir o kadar önemlidir; bazı durumlarda belki daha da önemlidir. Yoksa enstrümantal Kürt müziğini nereye koyacağız? Bunu resimle de örnekleyebiliriz. Resimde dil falan yok diye bir ulusa özgü resim olmaz diyebilir miyiz? Peki bu durumda Alman Resim Sanatı veya Alman Resmi veya İngiliz, Arap, Çin resim sanatları nasıl açıklanır? Bu bağlamda, edebiyatı da salt bir dil olayına bağlamak hem bilimsel bir hata olur ve hem de Kürt değerlerine haksızlık. 

 

Kürtçe yazmayı düşünüyor musunuz?

Evet, en temel isteklerimden biridir diyebilirim. Bu konuda bazı hazırlık ve planlamalarım da var. Örneğin, ilk ve orta öğretimde temel veri olması amacıyla ‘Li Ser Muzîkê’ adında geniş bir Kürtçe müzik kitabı hazırladım. Ve bazı alanlarda ilkokuldan liseye kadar bu çalışmam esas alınarak, ders kitapları hazırlandı. Tabii Kürtçe boyutunda bazı arkadaşlar yardımcı oldular, destek sundular. 

Yalnız bu konuda Kürtçe yazmaya “Yeni bir pazar olduğu için ne yazsan, nasıl yazsan tutar” türünden yaklaşımlar var ki, bunlar çok tehlikelidir. Prim verilmemesi gerekir. Yine Kürtçe betikte dili sağlam temellere oturtmak için, gramer, sentaks ve sözcük açısından var olan karışıklık ve farklılıklara mümkün olduğunca son vermek önemlidir. Açık ki, burada, özellikle edebi betik açısından doğal ve gerekli olan dildeki zenginlik ve özgün üslupları kastetmiyorum. 


Başka hangi kitap çalışmalarınız var?

Basıma hazır bir kitabım daha var: ‘Yaratılmamış ve yaratılmış ışıklar’ diye. Hayata ilişkin ve felsefik konuları işleyen bir ‘fikir şiiri’, ‘didaktik şiir’ tarzında bir kitaptır. Sembolist ve sürrealist şiir denemeleri var bu kitapta. Ayrıca elimde yarım kalmış olan, Kobanê direnişini bir nevi destansı şiir tarzında dile getiren bir çalışma var. Geçen süreçte hazırladığım müzik kitabından zaten yukarıda bahsetmiştim. Yine çok daha önceleri kitap olarak basılmış ‘Zağroslar’da Bir Ceylan’ adlı çalışmam da biliniyor. İleriye dönük olarak da, gerek düşmanın hava-kara saldırıları ve gerekse çığ düşmesi gibi doğal afetler bakımından zorlu geçen ve 32 arkadaşın şehadetiyle sonuçlanan 1991-1992 Bestler-Botan kış dönemi günlüklerimi romana dönüştürmeyi düşünüyorum. Ayrıca çok trajik bir öykü var elimde; fırsat olursa onu da yazacağım. Teorik çalışma olarak da, planlamamda ‘Zerdüşt’ten Nietzche’ye Eleştirel Okumalar’ diye bir risale var.

*Tül ve Kül, Mezopotamya Yayınları, www.pirtuk.info

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.