Frensiz ve geri vitessiz araba
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Arabanızın frenini yoklayın, bana öyle geliyor ki balatalarınız hepten sıyrılmış, geri vitesinizin dişlileri kırılmış, şöyle bir an durup, sonra geriye doğru gidemiyorsunuz. Oysa uçurumun tam kıyısındasınız.
Devlet aklının aklı şu anda yaşadığımız adı konmamış süreçte “terörsüz Türkiye’ye” gerçekten ulaşmak istese ne yapar?
Madem gerillayı “bitirmek” üzeredir, onlara “son bir şans” tanır. “Bitmek üzeresiniz, en iyisi ölerek biteceğinize ölmeden bitiniz, işte size son bir şans: Ateşkes ilan ediyoruz” der. Ardından da “ateşkes devam ederken silahsızlanın, aksi halde ateşkese son verir, istemesek de topunuzu öldürerek terörsüz Türkiye’yi yaratırız inşallah” diye ekler.
Ne yapıyor bu devlet aklının aklı? Karşılıklı ateşkes yerine karşılıklı ateşi devam ettiriyor. İmralı’dan çağrı beklerken olacak iş değilse de, sonuç olarak savaş devam ettiği için ateşkese yanaşmaması devletin bileceği iş.
Ama başka işler yapıyor devlet aklının aklı. Bir yandan “silahları gömün” diyor, ama elinde mikrofon ya da bilgisayar olan silahsız gazetecileri öldürüyor. En son Tişrîn’de göğsünde Press yazan gazeteciyi SİHA’yla hedefleyip vurdu. Ne diyorlar? Savaşta önce hakikat ölür. Hakikat dediğin soyut bir kavram. Tişrîn diye elbette bir hakikat var. Nasıl öldüreceksin bu hakikati? Hakikati söyleyen ve yazan gazeteciyi öldürerek elbette. Öyle de yapıyor. Yapınca evlatları dağda olan aileler de “silahsız gazeteciyi öldüren bu akıl, silah bırakan gerillaya kim bilir neler yapar?” diye kaygıya kapılıyor.
Tamam, itirazınız haksız olsa da anlıyoruz, “gazetecinin bomba yağan yerde işi ne?” diyorsunuz. Sizin savaş muhabirleriniz akıllı. İstanbul’dan “bombalar altında canlı yayın” yapıyor. “Savaş muhabirlerini” bıraktım, Ankara’da haber toplayan gazeteciye bile “gazeteci değil ki, terör örgütüyle irtibatlı ve iltisaklı” diyorsunuz, önce kafasını kırıyor, sonra hapse atıyorsunuz.
Van Belediyesi askeri bir karargah mı? Binanın içi kaleşnikoflu, bombalı “teröristlerle” mi dolu? Anladık, “dağdakiler silahsızlanmadıkça, Kürt için demokrasi olmaz” demektesiniz. İyi de biraz bekleyemez misiniz? İhtimal ki, İmralı’dan Kandil’e “demokratik zemine geçiyoruz” gibi bir çağrı gelecek. Beklesenize. “Bekleyemeyiz, şehit veriyoruz” mu diyorsunuz? Siz de bunun beş para etmez bir iddia olduğunu biliyorsunuz. İşkenceyle yaralayıp göz altına aldığınız Van Belediyesi Eşbaşkanı belediyeyi basan polislerinize ateş mi açtı?
Yine “tamam” diyorum. Şöyle desenize: “Eğer silahlarınızı gömmeyip bize ateş açarsanız, biz de Van Belediye Eşbaşkanı Kürt kadınını tepeler, belediyenizi gasp ederiz.” Şantaja benzese de devlet aklı açısından kabul edilir bir tehdit sayılabilir. Ama tee dağdaki gerillayla hesabınızı ovadaki seçilmişlerle görmek biraz mafyatik eylem gibi durmuyor mu? Silahlıya söz geçiremeyen banka soyguncusunun içerideki sivilleri rehin alması gibi bir şey yani. “Sivillerin” karşı karşıya olduğu bu ölümcül tehdidin karşısında, sakın "terörist" dediklerinizin “vicdanına”, “insan sevgisine” güveniyor olmayasanız? “Bizde vicdan yok, teröristte vicdan var, o nedenle böyle etkili bir kayyım darbesi yapıyor, tüm sivil Kürt halkını rehin alıyoruz, çaresiz kalsınlar, silahlarını gömsünler” der gibisiniz. Şakacısınız. “Teröristi övmenize” şapka çıkarıyorum.
Eee… Böyleden böyle yaptıkça, artık kendinizi de tutamıyorsunuz. Menderes’in vaktiyle kanunlaştırdığı Tahkikat Komisyonu’na taş çıkartan bir kanunla Devlet Denetleme Kurulu’na İstiklal Mahkemeleri’nden beter yetkiler verdiniz. “Yargı kararıyla bile değil, şüphe üzerine istediği Belediye’yi gasp edebilecek, şüphe üzerine istediği şirkete çökebilecek…” Kanunun mürekkebi kurumadan ilk adımı attınız. Dış ticaretin yüzde seksenini yapan “dokunulamaz” Türk kapitalizminin kalesine ilk gülleyi attınız. TÜSİAD Başkanı’nın “eleştirilerinden” şüphelendiniz, Başkanına davayı açtınız. Koç’un, Sabancı’nın, Eczacıbaşı’nın malına göz diktiniz. Cemaatçiler “biz nasıl FETÖ olduysak, TÜSİAD da aynen öyle TÜTÖ olacak” diye sizinle kafa buluyor.
Ama “durmayalım düşeriz” diyerek gemi iyice azıya aldınız. CHP’nin son Kurultayı’na karşı “rüşvet” şüphesiyle soruşturma başlattınız. Sabık Hatay Belediye Başkanı da açtığınız davaya tüy dikti. İmamoğlu’nu saf dışı bırakmaktan, CHP’nin Kurultay’la seçilmiş organlarına kadar her bir yerine yargı neşteri atmaya hazırlanıyorsunuz.
Bu durumda Başkan Apo, “önce demokrasi derse, demokrasi için, yani halkın huzuru, güvenliği, refahı, Türkiye’nin geleceği için bu hallerinizden vazgeçin, sizinle her türlü fedakarlığı yapıp, anlaşmaya hazırız, hep birlikte demokrasi zemininde konuşalım ve mücadele edelim” derse ne yapacaksınız?
Arabanızın frenini yoklayın, bana öyle geliyor ki balatalarınız hepten sıyrılmış, geri vitesinizin dişlileri kırılmış, şöyle bir an durup, sonra geriye doğru gidemiyorsunuz. Oysa uçurumun tam kıyısındasınız.
Nasıl durursunuz? Nasıl geri geri gidersiniz?
Çok kolay. Hemen ateşkes ilan edin. Beklemeden İmralı sistemini kaldırın. Öcalan özgür olsun. Milyonların başına geçsin. O milyonlar sizi kurtarmak için arabanızın önünde saf tutsun. O zaman durursunuz. Sonra o milyonlar arabanıza yüklensin, sizi uçurumun kenarından ite ite uzaklaştırsın. Selamete çıkarsın.
Oysa siz “bindiğiniz dalı kesmiyorsunuz”. Ağaçtan düşecek değilsiniz. Uçurama düşeceksiniz. “Bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinin” biricik gücü arabanızla uçurum arasına geçmiş, “durun, uçurum var” diye yardımınıza koşuyor ve siz arabanızı bu insanların üzerine sürüyorsunuz.
Uçuruma doğru…
Ben artık kendi halimi düşünmekten vaz geçtim, İmralı çağrısını sizin geleceğiniz açısından beklemekteyim.
“Sana mı kaldı devlet arabasını düşünmek” diyeceksiniz ama, o arabanın dümeninde “devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan Türkiye Cumhuriyeti var, yolcu koltuklarında da Türkiye Cumhuriyeti’ne “vatandaşlık bağı ile bağlanıp Türk yapılan” bütün insanları var.