Gezi ruhu neden tuzla buz oldu?

Haberleri —

Gezi ardından yüzlerce makale, onlarca kitap yayınlandı; adını direnişten alan bir birlik bile kuruldu. Yani birçok odak, "kurtuluşu" Gezi'de gördü; belki eksiklerinin giderilmesiyle ama ancak onun ülkeyi demokratikleştireceğine iman etti. O halde Gezi'yi politik sonuçlarıyla birlikte neredeyse toprağa gömen gerekçeleri okumak da, memleketin geleceğine ilişkin önemli bir efor. Ne de olsa mücadele, Marx'ın da çok sevdiği sözcükle ifade edersek, ancak ampirik bilgiler üzerinden kurgulanabilir, sonuç alabilir. Kahramanlık destanları, vurucu anlatılar, halihazırda üzerinde konuştuğumuz zeminde bir ölçüde etkili olabilir, fakat tüm insanların (halkın) hayatı söz konusuysa daha fazlasına ihtiyacımız vardır. Özce, yampirik değil, ampirik olmak; ideal olana değil, düpedüz olup bitene bakmak gerekir. 

Popüler soru şu: Gezi ruhu, neden tuzla buz oldu? Bana kalırsa, karmaşık yanıtlara hiç gerek yok. İki çok basit cümle, açıklamaya büyük oranda muktedirdir: Ortaya çıkan enerjiyi politize edecek, örgütleyecek bir kanal yoktu ve memlekette Kürt sorunu vardı. Dolayısıyla Gezi'ye umut bağlayanın "yeni Geziler" için dönüp bakması gereken temel noktalar da bunlar. İki yeni soru ortaya çıkıyor: Muhalefet potansiyelini demokrasi mücadelesine kanalize edebilecek bir mecrayı nasıl örgütleyebiliriz? Kürtlerin ulusal haklarının gasp edilmesinin yanında Türkiye'nin demokratikleşmesi mücadelesine set olarak da kullanılabilen Kürt sorununu nasıl çözebiliriz?


Mecra sorunu

Bir kere şunu tekrar edelim: Gezi Direnişi, AKP'ye isyan ettiği kadar sola da isyan etti. Kabaca, halk sola yol yordam öğretti. Direnişin hemen başında ortaya çıkan "park forumları", muhalefet imkanının ihtiyaç duyduğu örgütlenme formunu -hem de hakkında uzun uzadıya tartışılmadan, bir anda!- ortaya koyuyordu. 

Halk diyordu ki, "Bırak şimdi proletarya diktatörlüğünü, Enver Hoca'yı, Mao'yu... Millet aç, aç! Ne ekmeğimiz ne demokrasimiz var. Mücadele etmeyi de bilmiyoruz. Hele önce bir araya gelip üzerinde soluk alacağımız bir zemin yaratalım."

Solun bugüne kadar hiçbir yerde örgütleyemediği, önüne katı ideolojik çizgiler koyarak dışladığı toplumsal kesimler, doğru taleplerle/programla/söyleme biçimiyle/ittifak politikasıyla harekete geçebileceklerini ispat ettiler. Yani sorun "halkın potansiyelinde" değil, solun ilişki kurma biçimindeydi.

Sol, bu mesajı çoğunlukla anlamadı. Daha direniş sürerken bayrak yarıştıranlar dikkat çekiyordu ama bu "çocuksu" yarıştan daha büyük bir sorun vardı ortada: Neredeyse kimsenin "zemini", memleketi umursadığı yoktu; herkes kaba bir örgütsel gözlükle olan bitene bakıyor, hatta bazıları Gezi'den dolayı güçleneceğine, örgütünü direnişin yarattığı çatırdamadan korumaya çabalıyordu.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Gezi Direnişi öncesinden itibaren park forumlarının mesajını verdiği örgütlenme formunu "meclisler" adıyla perspektif edindi; fakat o da bunu hakikat içinde örgütlemeyi başaramadı.

Birleşik Haziran Hareketi, doğrudan Gezi'nin verdiği mesaja yanıt olarak kurulduğunu iddia etti. Fakat o da nihayetinde birkaç örgütün, "üç ile beşin" birliğini aşamadı; toplumsallığın farklı kesimlerini ekmek ve demokrasi kavgasında ortaklaştıracak bir form bulamadı. Nihayetinde ise onu kuranlardan bazıları, boşa düşürmekte hiçbir beis görmedi.


Kürt sorunu

Gezi Direnişi sürerken elbette çok değerli ama fazlasıyla naif bir efsane dolaşıma girdi: Batı'da yaşayanlar, Kürtlerin başına gelenleri artık anlıyorlardı. Ne de olsa "orada" olup bitenleri gösteren de penguen medyası değil miydi? Hem elinde Türk bayrağı olanla BDP bayrağı olanın el ele polisten kaçarkenki fotoğrafı, çok şey anlatmıyor muydu?

Aslında görünen, solun "Kürt sorunundan kaçma" isteminin dışavurumlarından biriydi. Türkiye solu, Kürt sorununu egemen ulus refleksleriyle anlamaya çalışmadığı zamanlarda, ekseriyetle ondan kaçmaya çabaladı. Çünkü çözüm bulamıyordu ama sorunun tek başına varlığı bile onun varlık zeminini zehirliyordu! Bütün direnişler, aynen Gezi'de olduğu gibi, Kürt sorunu prizmasında yitirilebilirdi. Üstelik mevzubahis Kürt sorunu olduğunda karşıda öyle bir devlet vardı ki, ne kafa ne göz dinliyordu.

Oysa özellikle son bir yılda yaşadıklarımız, zaten yeterince belirgin olan bir gerçeği iyice ayyuka çıkardı: Kürt sorununu öncelemeden, memlekete dair tek söz söylenemez. Emekçilerin talepleri, dikta rejimi, laiklik... Tamamı, Kürt sorunuyla ilişkili konuşulmak zorundadır. Yoksa, Kürt sorunu dolayısıyla meşru bir zemin kazanan insandışılaştırmanın, kriminalizasyonun menzilinden kimse kaçamaz.

Kürt sorunu ise, iki halkın gönül bağları sorunu değildir. Kürt sorunu, bir "barış" sorunu da değildir. Kürt sorunu, Kürdistan sorunudur; yani sorun tarifi de, çözüm önerisi de öyle ya da böyle tatmin edici bir "statü" ile malul olmak zorundadır. Türklerle Kürtler içlikleri giyip yatağa girmeyeceğine göre, Türk bayraklı ile BDP bayraklının eylemin şok ediciliği içinde el ele tutuşması, eksik ve kifayetsiz bir "an"dan başkası değildir. Mesele tarihseldir, ona içkin tüm refleksler tarihseldir; çözüm de bu ampirik temelden kalkınmak zorundadır.

Gezi'yi bir anlatıya dönüştüren hatta adını bile oradan alan politik odaklar, her şeyden önce Kürt sorunuyla yüzleşmek, bu tarihselliği bilinç edinen bir mücadele hattı kurmak ve bu dolayımla gerçekleşen insandışılaştırmaya, kriminalizasyona Batı'da panzehir üretmek zorundadır. Bu yol, Kürt halkı kadar olmasa da, büyük bedelleri gerektirir ve belki de mizaha pek elverişli değildir.

Hâsılı, Suriye İç Savaşı dolayısıyla ortaya çıkan mülteci sorunu ve DAİŞ, Ehrar El Şam gibi örgütlerin tehlikeli tertibatını bu yazıya sığdırmak mümkün değil; fakat zaten, "mecra sorunu" ve "Kürt sorunu" dertlerine ilişkin doğrultuyu tutturmadan, onlara ilişkin söylenecek sözün de pek kıymeti yok. Kuşkusuz ki Gezi, anılmalı ve tartışılmalı; fakat onu "eksik" bir anlatıya dönüştürenin, sakat bırakanın ne olduğunu teşhise ve tamire odaklanmak konusunda da cesur olunmalı. 


 osmanoguz@gmx.de

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.