Gülmeyi unutmayın çocuklar!

Haberleri —

Bazı şairler şiirleriyle sahici izler bırakarak aramızdan ayrılırlar. Adnan Yücel’de böyle bir şairdi. 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ'da başladığı hayat yolculuğu  24 Temmuz 2002 tarihinde Çukurova’da sonlandı. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü'nü bitirmişti. Edebiyatın şiir dalında şiirleriyle içten bir konuk olarak aramıza karıştı.

Direnç şarkıları sokakları dolaştı

Şiirleri, direnç şarkılarıyla meydanlarda dolaştı. Eğitim diliyle Çukurova Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çok sayıda öğrencinin edebiyat dünyasını zenginleştirdi. Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle aramızdan ayrıldığında geriye; Kavgalara Söylenen Sevda (1979), Soframda Kaval Sesi (1982), Bir Özlem Bir Türkü (1983), Acıya Kurşun İşlemez (1985), Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (1986), Rüzgârla Bir (1989), Ateşin ve Güneşin Çocukları (1991), Çukurova Çeşitlemesi (1993), Sular Tanıktır Aşkımıza (1998) adlı şiir kitaplarını bıraktı. Edebiyat 81, Evrensel Kültür, Petek, Sanat Emeği, Somut, Söylem, Yapıt, Yeni Olgu gibi  dergilerde şiirleri yayımlandı.

Kavganın şairi
1980 darbesinden sonra gelişen değişim rüzgarına kapılmadan o devrimin rüzgarını şiirine imge edindi. İlk şiirlerinde bireyleri toplumsal algı içerisinde ele aldı. Ardından yaşadığı coğrafyanın kültürünü, halkların mücadelesini ve tüm toplumsal dinamikleri şiirine taşıdı. Masumiyeti ve vicdanını yitirmemiş devrimcilerin ruhunu şiirinde biriktiren Adnan Yücel, sözcüklerle dünün, geleceğin ve anın şiirini yazdı. Kimi anlarda düşleriyle imgeleri ve sözcükleri yapılandırdı. Sözcükler onun şiirinde örgütlü güç oldu. O küresel kapitalist bir dünyada şiirleriyle kavganın şairi olmayı seçti. Söylenebilecek her şeyini şiirleriyle söyleyen Adnan Yücel;
“İnsanlar kaybedilirken ey çocuk
İnsanlık adına
Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk
Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından
Hangi mavilikler karşılar seni
Kıyılar zincir olmuş bileklerde
Dalgalar yargısız infaz
Al kalemi eline ey çocuk
Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz”
diyerek çıktığı yolunda, yaşadıkları, dostları, yoldaşları ve  direnenlerle şiirlerini biçimlendirdi.

Çocuklar, yoldaşlar ve direnen halk

Yücel, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (1986)  adlı şiir kitabına ulaştığında şiirlerinde  artık birey değil toplum konuşur oldu. Artık söz direnenlerin ve yoldaşlarının olmuştur Adnan Yücel’in imgelerinde. Ve bu nedenle onun şiirinde çocuklar, acı çeken yoldaşları, direnen halkın kendisidir.
“Ne olur
Gülmeyi unutmayın çocuklar
Gülmeyi unutmayın ki
Coşkunuzda tükenmesin bahar" (Bir Özlem Bir Türkü, Yürürken)
12 Eylül darbesine karşı direnenler onun imgelerinde; “Kır çiçekleri” ve “Yer altı nehirleri”ydi artık. Sınıf  ve sosyalizm mücadelesi, Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ve Kürt halkının tarihte yaşadıkları Adnan Yücel’in şiirinde kendisini buldu. Yücel’in şiirlerinde hiçbir zaman cezaevlerinde direnenler unutulmadı. Bu nedenle parmaklıklar ardındaki direnişler onun şiirinde büyük bir yer aldı.
“Neye baksam tuzaklarda sanki
Neye uzansam uzaklarda
Uykuları kurşunlanan kondular
Tekmesiz açılmayan kapılar
Ve alınıp götürülen umutlar
Turnalar ey turnalar
Yemen'e gerek yok şimdi
Gideni döndürmüyor zindanlar”

"Ateşin ve Güneşin Çocukları" adlı şiirinde Kürt halkının Osmanlı’dan Yücel’in şiiri yazdığı yıllara kadar yaşadıkları resmedilir.
"İşte dünya -işte sen- işte toprak
Dört ayrı ülkenin rüzgarlı dallarında
Savrulup duruyorsun yaprak yaprak 
...
Ah o peşpeşe gelen kasırgalar
Beyler, krallar, peygamberler ve tanrılar
Kılıçlarla biçilen Newroz çiçekleri
Ve nal sesleriyle susturulan çığlıklar
Araplar- Oğuzlar
Ve atlarını çiçekle yemleyen Moğollar
Her kasırgadan sonra, yeniden
Yeniden çizildi tufanlar içinde sınırlar
Ne oğlaklar oynaştı pınar başlarında
Ne de ses verdi sabah şenliği kuşlar.
Her kasırgadan bir havar kaldı geriye
Ve de dağlarda filizlenen isyanlar 
...
Ey bütün sazlara söz olan yiğit
Şeddadiler kimdir bilir misin
Cudi'den Azerbaycan'a doğru
rüzgarlaşan
Pınar pınar, ırmak ırmak Araslaşan
Bizans ile Selçuklu arasında
Bir o yana bir bu yana havarlaşan
Kimdir bilir misin

Ateşin ve güneşin ışıksız çocukları
Nedir o görkemli geçmişten
geriye kalanlar
Bir din adına kurban kurban kırımlar
Bir de yarım kalmış umutsuz isyanlar
Yurdunuz vardır yurtlar içinde
Ki siz yurtsuz
Diliniz vardır en güzel diller içinde
Ki siz dilsiz,
Milyonlarcasınız milyarlar içinde
Ki siz kimsesiz  (s.44)

O günah sorguları yetmedi mi yazgınıza
O Hüseyin çileleri bitmedi mi daha
Kırklar yediler çekip gitmedi mi (s. 44)

Dilin yoktur diller içinde
'Devletimiz varolsun'
İlin yoktur iller içinde
'Milletimiz sağolsun'
Diye diye türkülerin gitti gümbürtüye
Halayların- şiirlerin gitti
Umutları-düşlern
Ve dörtbin yıl boyunca derlediğin
O gizemli çiçeklerin
O destanlara sığmayan sözlerin gitti
Mem û Zîn'den kalma güzel gözlerin
Her gece sarhoş masalarına
Başka dilden başka sese konuk gitti. (s.68)
...
Balkan oldun-Trablus oldun
Kendi çiçeklerin ellerinle yoldun
Çanakkale oldun-seferberlik oldun
Dêrsim'de koskoca Çarlığı durdurdun
Bir ağaç oldun halklar ormanında
Her savaş sonunda yeşermeden kurudun
Erzurum'da içilen yeminlere
Sivas'ta verilen sözlere uydun
Bekledin durdun kan ve barut içinde
Gördüğün düşleri hep hayra yordun  (s.51)
Sınırlar çizildi danışıklı yalanlar üzre
Dağlar parçalandı bir bir
Mem bir yanda kaldı Zîn bir yanda
Uzayıp giden tel örgüler
Ve mayınlar girdi aşkların arasına
Kirve bir yanda kaldı hısım bir yanda
Toprak bir yanda kaldı yağmur bir yanda
Boşa çıkan umutlar
Ve ihanetler girdi dostlukların arasına
(s.54)

'Dört ayrı dilde dört aynı yasak
Dört ayrı zincirde dört aynı tutsak'

Ey Avrupa'nın dağ duruşlu çukurları
Dört ayrı parçaya böldünüz bir gelini
Kendisine hiç mi hiç sormadan
Aşkın beyazlığını bile
mutluluğa yormadan
Paramparça bıraktınız tüllerini
Geleceğini kan revan
Ağlıyor hala dört ayrı ülkenin dağlarında
Saçları nehir ki yalnızca kan revan
Utan ey dünya
Beyazlara karşı kapkara utan
Neydi o verilen sözlerin ardında yatan

Dört ayrı dilde dört aynı yasaktır şimdi
Dört aynı zincirde dört aynı tutsaktır
Her bir ferdi Baba İshak'tır
Simavnalı Bedrettin'dir
Sivaslı Pir Sultan'dır
Asıldıkça yeniden çoğalır tükenmez
Ki sözleri kendi dilinde hep yasaktır  (s.55)
...
Ateşin ve güneşin ölümsüz çocukları
Uyanmıştır kırk yıllık uykudan
Başka dilerden de olsa
Geleceğin rengini tanımıştır kitaplardan
Görmüştür kaç bin yıllık dilsiz olduğunu
Karlı karlı dağlarda selsiz olduğunu
İşleyen topraklarda elsiz olduğunu,
Esen rüzgarlarda yelsiz olduğunu
Okuyup anlamıştır ince ince
Bilimsiz isyanların yersiz olduğunu
Ve kanlı gelinliklerin tülsüz olduğunu
Görüp anlamıştır
Takmıştır yakasına gül diye
korkusuzluğunu  (s.69)


Özlenen ateş sonunda yakılmıştı
Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı
Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç
Kavga dağlarda bilinci kuşanmış
Zindanlarda dirence sarılmıştı
Ve haykıran dudaklar
Her ihanet çöl çöl yarılmıştı (s.76)


Ötsün diye kendi yuvasında kuş
Açsın diye kendi dalında çiçek
Gördüler ki yepyeni kibritler gerek
Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
Yanarken türkü söyleyen canlar gerek
Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek  (s.86)"


Adnan Yücel şiirleriyle hep aramızda olacak... Kimi zaman bir şarkı, kimi zaman aralanan bir kitap kapağının içinde... Ölümünün 10. yılında kendisini saygıyla anıyoruz.

SELMA AKKAYA

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.