Günah keçisi
Suat BOZKUŞ yazdı —
- Suriye’nin başına çorap örülmesinde ABD patronajında İsrail ve Türkiye başrolü oynamıştır. BM listesinde önde gelen bir terör örgütü ilan edilen HTŞ olsa olsa bir taşerondan öteye gitmez. Eski El Kaide, El Nusra liderlerinin allanıp pullanıp demokrasi kahramanı cilası yapılması da gerçekleri örtemez.
Suriye’deki rejimin yıkılmasından sonra herkes Hafız ve Beşar Esad’a olan kinini kusuyor. En Müslümanları Gazze katliamını unutmuş Esad’a saldırıyor. Her birisi sanki kendi günahlarını örtmek için Esad’a saldırıyor. Adeta bütün suçlular birleşip işi bir şeytan taşlama merasimine çevirdi. Böylece kendi günahlarını gizleyip onlardan kurtulacaklarını zannediyorlar. Bu nedenle onu günah keçisi haline getirdiler.
İlk anda fark edilmese de hemen ortaya çıktı ki, ABD destekli İsrail ve Türkiye organizasyonuyla yapılan bir operasyon sonucu Esad rejimi dağılıp gitti. Tıpkı 1990’larda Varşova kampının çöküp dağılması gibi. O dönemde ve Arap “baharı” günlerinde ayakta kalan Suriye 2011 yılından beri silahlı isyancılarla boğuşmaktaydı. Bu kadar savaştan sonra bile Suriye’nin kolaylıkla dağılacağını kimse tahmin etmiyordu, edemezdi.
Hafız Esad döneminden beri Suriye SSCB ile yakın dostluk ilişkileri içindeydi. Ama esas gücü SSCB desteği değil, içeride ve bölgede kurduğu ittifaklardan geliyordu. Baas diktası dense de onlarca örgütün katılımıyla oluşan bir cephe iktidarı sürüyordu. SSCB dağılınca bütün Varşova paktı devletlerinde eski rejimler art arda dağılırken Suriye’nin de dağılmasını bekleyenler yanıldı. Hafız Esad, Gorbaçov’un Glasnost-Perestroyka döneminde ona benzer bir “tashih harekatı” başlatarak birçok reform yaptı. Baas partisinin adayları dışında her partiye aday gösterme hakkı tanıdı. Bunun sonucu olarak İslami akımlar ve çeşitli muhalif kişiler parlamentoya girdi. Şimdiki Rojava şehirlerinde yurtsever-devrimci adaylar yüzde 80-90 arası oy alarak tüm belediye seçimlerini kazandı.
Filistin örgütlerinin çoğunun sığınağı-barınağı Suriye idi. Hem hasta ve yaralılar hem de savaşçı kadroları Suriye’de barınıyordu. Kürtler de, sadece PKK değil, KDP ve YNK liderleri de uzun yıllar Suriye’de barındılar.
Bütün bunlar Suriye ve Hafız-Beşar Esad iktidarını İsrail ve NATO’nun gözünde bir numaralı düşman haline getirdi. Eskiden beri yani İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) oluşumundan beri Siyasal İslamcı teröristler her türlü terör eylemi yaparak rejime karşı savaş açmışlardı. Bu örgüt o günlerden beri, NATO üyesi olan Türkiye’de üsleniyor ve eğit-donat projeleri kapsamında besleniyordu. Gene de rejimi yıkabilmesi mümkün görünmüyordu. Rejimin bir diktatörlük olduğu ve insan haklarına saygılı olmadığı aşikardı. Ama herhalde esas kusuru bu değildi. Yoksa bu açıdan karnesi çok daha kirli birçok devlet varken Suriye’ye öncelik tanınmasının sebebi nedir? Suriye rejimini Türkiye, İsrail ve NATO gözünde 1 No.lu düşman haline getiren bölgede egemenlerin tekerine çomak sokması ve bütün direnişçi örgütlere kucak açmasıydı. Bu örgütler içinde Denizlerden beri Türkiyeli ve Kürdistanlı tüm örgütler vardır. Ama kimileri orayı tatil yeri gibi kullanıp gelip geçmiş, kimileri de eğitim amacıyla değerlendirmiştir.
NATO’nun bastırmasıyla önce Öcalan Suriye’den çıkartılmış ve sonuçta birkaç ülke değiştirdikten sonra korsanca bir operasyonla Türkiye’ye kaçırılmıştır. Öcalan sonradan “Suriye bizi 20 sene taşıdı ama Avrupa iki ay bile taşıyamadı” demiştir.
Zayıf ekonomisi, işgal edilmiş ülkesi ve sürekli savaş halindeki durumuyla Suriye devletinin uzun süre ayakta kalması çok zordu. Dış destekleri de kalkınca dağılması kaçınılmaz oldu. Suriye’nin başına çorap örülmesinde ABD patronajında İsrail ve Türkiye başrolü oynamıştır. BM listesinde önde gelen bir terör örgütü ilan edilen HTŞ olsa olsa bir taşerondan öteye gitmez. Eski El Kaide, El Nusra liderlerinin allanıp pullanıp demokrasi kahramanı cilası yapılması da gerçekleri örtemez.
Türkiye Filistin’i İsrail’e bırakıp karşılığında Rojava’yı almak istiyor. Bu ticaret ne kadar ve nasıl sürecek bilinmez. İsrail’in Lazkiye ve çevresine yönelik saldırıları şimdiden bölgenin Alevi halkını rahatsız etmektedir. Diri diri insan yakan cihatçı El Nusracıların bölgenin Alevi halkına karşı her türlü katliamı yapmaktan çekinmeyeceği de bilinmektedir.
Bu kaotik şartlar sadece Suriye’yi değil bölge halklarını da acı günlerin beklediğini gösteriyor. Bu acı günlerin bitmesi tüm ezilenlerin ortak mücadelesini zorunlu kılıyor.