Güncel

Günlük hayatın ardındaki küresel hikâye

Toplum/Yaşam Haberleri —

Günlük yaşam / foto:AFP

Günlük yaşam / foto:AFP

  • Tarih, kapitalizmin krizlere uyum sağladığını gösteriyor; ama bu, kendiliğinden bir çözüm değil. Politik müdahaleler ve toplumsal direnişler, bu süreci şekillendirdi ve şekillendirmeye devam edecek.

SVEN BECKERT / Çeviri: Tijda YAĞMUR

Modern insanın günlük yaşamı, basit gibi görünen ama aslında karmaşık bir küresel ağın ürünü olan unsurlarla doludur. Sabahları pamuklu çarşaflardan kalkarız, palmiye yağı bazlı sabunlarla duş alırız, pamuklu kıyafetler giyeriz, kahve ya da çay içeriz, şekerli tahıllar veya reçel yeriz, belki soya ile beslenmiş işlenmiş etli bir sandviç tüketiriz; hepsi fosil yakıt bazlı plastikle paketlenmiş halde. Şehirde ya da banliyöde yaşayan milyonlarca insan için bu sıradan bir rutin. Ancak bu gündelik deneyim, son 600 yılda emtia sınırlarının olağanüstü genişlemesiyle mümkün oldu. Kahveniz Guatemala’dan, çayınız Hindistan’dan, pamuğunuz Çin’den, şekeriniz Avustralya’dan, soyanız Brezilya’dan, plastiğiniz için petrol Suudi Arabistan’dan geliyor olabilir. Üretim ve tüketim arasındaki bu küresel bağ, kırsal alanların hızlı ve köklü dönüşümünü ve beraberinde getirdiği ekolojik yıkımı gözler önüne seriyor.

Bu dönüşümün ölçeği çarpıcı. 2022’de, 28 Temmuz itibarıyla insanlık, bir yılda yenilenebilecek tüm kaynaklarını tüketmişti; bu hızla devam edersek, mevcut tüketim düzeyini sürdürmek için neredeyse iki Dünya’ya ihtiyacımız var. 1960-2008 arasında şeker kamışı için ekili alan üç kat, soya için 3,5 kat, palmiye yağı için ise dört kattan fazla büyüdü. Bu emtia sınırlarının yayılımı, daha fazla araziye açlıkla yerel gıda üretimine zarar veriyor ve yağmur ormanları gibi kritik ekosistemleri yok ediyor. Örneğin, Amazon Soya Moratoryumu’na rağmen, son 10 yılda soya tarımı için 100 bin hektar yağmur ormanı kesildi. Endonezya’nın Sumatra ve Kalimantan bölgelerinde ise her yıl 250 bin hektar orman, palmiye yağı üretimi için yok ediliyor; bu, her on yılda bir ABD’nin Massachusetts eyaleti büyüklüğünde bir alanın kaybı demek. Bu yıkım sadece doğayla sınırlı değil; Kamboçya’da 2011’de köyler, şeker kamışı tarlaları için buldozerlerle dümdüz edildi. Günlük hayatımız, ormanların, ovaların ve bataklıkların emtia üretim alanlarına dönüşmesine dayanıyor.

Kapitalizmin kırsaldaki mantığı

Bu dönüşümler, kapitalizmin küresel kırsaldaki yayılımıyla doğrudan bağlantılı. Kapitalizmin temel mantığı, emtia fiyatlarının nüfus artışı ve kaynak kıtlığı nedeniyle yükselmesini engellemek üzerine kurulu. Şeker, soya, palmiye yağı gibi günlük ihtiyaçlarımız için kritik emtialar, artan talebe ve çevresel maliyetlere rağmen ucuz kalıyor. Bunun sırrı, sürekli yeni toprakların ve emek gücünün sisteme katılması. Ancak bu süreç, sadece doğal kaynakların sömürüsüyle sınırlı değil; yerel toplulukların yaşam biçimlerini de altüst ediyor. Bitkiler, genetik olarak dönüştürülerek verimleri artırılıyor ve endüstriyel işleme uyumlu hale getiriliyor. 19. yüzyılın sonlarında kurulan tarım istasyonlarından günümüz biyoteknoloji devrimine kadar, birkaç küresel şirket tohum pazarını ele geçirdi ve tarımın kontrolünü yoğunlaştırdı.

Kapitalizmin tarihine genellikle Avrupa merkezli bir anlatıyla bakılır; Werner Sombart, Fernand Braudel ve Immanuel Wallerstein gibi düşünürler, Avrupa’nın dünyayı nasıl dönüştürdüğüne odaklanır. Ancak bu bakış, küresel ekonominin oluşumunda kırsal alanların ve buralardaki insanların oynadığı kritik rolü göz ardı eder. Şehirler ve sanayi yerine kırsaldan ve tarımdan başlarsak, kapitalizmin dinamiklerini ve krizlere uyum yeteneğini daha iyi anlarız. Kırsal, kapitalist genişlemeyi sadece kolaylaştırmadı; onu şekillendirdi ve ucuz emtialar arayışında dünyayı kapsayan bir güç haline getirdi. Aynı zamanda, ekolojik tükenme ve toplumsal direnişlerle kapitalizmin kırılganlıklarını da açığa vurdu.

Emtia sınırlarının tarihsel yayılımı

Emtia sınırlarının genişlemesi, 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’nın ekolojik sınırlarını aşmasıyla hız kazandı. Şehirleşen toplumlar, yakacak odun, buğday ve tekstil hammaddesi gibi ihtiyaçlarını çevreden karşılayamaz hale gelince, Baltık’tan buğday ve kereste ithal etmeye başladı. Ardından Atlantik’te şeker, kahve, tütün, çivit ve gümüş üretimi patladı. Tropikal emtialara artan talep, Afrika’dan milyonlarca insanın köleleştirilmesine ve plantasyon tarımının yaygınlaşmasına yol açtı. Bu süreç, şehirlerdeki tüketim alışkanlıklarını değiştirdi: 18. yüzyılın sonlarında Paris’te şehirli halk, Karayipler’de köle emeğiyle üretilen şekerle kahve içerken, İngiltere’de hizmetçiler çaylarını şekerle tatlandırıyordu. Virginia tütünü pipoları doldurdu, pamuklu kıyafetler yünlülerin yerini aldı.

19. yüzyılda Sanayi Devrimi ile emtia sınırları daha da genişledi. Hızla şehirleşen ve sanayileşen toplumların talebi, devasa alanları kapitalist üretime kattı. Avrupa’nın ekolojik açığı büyüdü; işçiler için gıda ve tekstil için lifler artık yakın arazilerden sağlanamıyordu. Java’da zorla tarım dayatıldı, Güneydoğu Asya’da kauçuk ve tütün plantasyonları açıldı, Hindistan’da pamuk çiftçilerine avanslar verildi. Amerika’da binlerce kilometrelik buğday ve sığır alanları, Atlantik’in iki yakasını besledi. Şili’de yerli halk, yün üretimi için öldürüldü; Avustralyalı girişimciler, Mikronezya’da işçi avına çıktı. Bu genişleme, demiryolları, buharlı gemiler ve telgraflar gibi altyapılarla desteklendi; sömürge bürokrasileri ve finans kurumları güçlendirildi.

Devlet ve şirketlerin rolü

Bu süreç, serbest piyasaların sınırsız genişlemesi değil; devlet politikaları ve büyük şirketlerin etkisiyle şekillendi. 19. yüzyılda emtia sınırlarının yayılımı, devlet müdahaleleriyle yeni bir boyut kazandı. 1979 Petrol Krizi sonrası neoliberal politikalar, serbest ticaret anlaşmaları ve özelleştirmeler, büyük tarım şirketlerinin hakimiyetini artırdı. Bugün şeker, soya ve palmiye yağı gibi sektörlerde dev firmalar, üretimden dağıtıma her aşamada belirleyici. Amerikan Sugar Refining, İngiliz AB Sugar ve Alman Südzucker gibi şirketler, ABD ve AB politikalarıyla desteklenerek küresel devlere dönüştü. Çin ve Tayland’dan devlet destekli firmalar da bu yarışa katıldı. Bu durum, küçük çiftçilerin rekabet gücünü zayıflatırken, tüketicilerin gıda güvenliği ve sürdürülebilirlik seçeneklerini daraltıyor.

Krizler ve uyarlamalar

Kapitalizm, emtia sınırlarında karşılaştığı krizleri aşma yeteneğiyle ayakta kaldı. Toprakların tükenmesi, su kaynaklarının kuruması, haşereler ve iklim değişiklikleri gibi sorunlar, plantasyonlarda isyanlar ve grevlerle birleşti. Devletler, donanmalar, tarifeler ve polis gücüyle müdahale etti. 1860’larda pamuk sınırı, kölelik modeliyle devam edemedi; yeni bölgeler ve emek biçimleri bulundu. 1791’de Saint-Domingue’daki köle isyanı, plantasyon sistemini çökertti ve şeker üretimi Küba’ya kaydı. Kölelik karşıtı hareketler ve isyanlar, 19. yüzyılda köleliği sona erdirdi; ama üretim azalmadı, aksine yeni rejimlerle büyüdü.

1970’lerden itibaren neoliberalizm, emtia sınırlarını daha da yoğunlaştırdı. Büyük şirketler, arazi gaspıyla ve devlet desteğiyle doğal habitatları yok ediyor. Eleştirel tüketiciler ve yatırımcılar, daha sorumlu modeller talep ediyor; bu, “yeşil kapitalizm”e geçişin bir işareti olabilir. Tarih, kapitalizmin krizlere uyum sağladığını gösteriyor; ama bu, kendiliğinden bir çözüm değil. Politik müdahaleler ve toplumsal direnişler, bu süreci şekillendirdi ve şekillendirmeye devam edecek.

Kaynak: aeon.co

paylaş

   

Güncel

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.