Halk muhalefeti gelişmedikçe Kobanî davalarının sonu gelmez
Dosya Haberleri —
22 yıl altı ay hapis cezası verilen HDP MYK Üyesi Zeynep Karaman ile konuştuk:
- Türkiye’de Gezi, Kurdistan’da Kobanî Kumpas davaları Türkiye ve Kurdistan’daki demokratik özgürlükçü dinamiklerin kurban seçilerek tasfiyesi üzerine faşist iktidar bloğu tarafından inşa edilmiştir. Türk etnik milliyetçiliğinin Kürt demokratik iradesi şahsında çözüm sürecini, demokratik ulusu ve ülkenin geleciğini yargılamasıdır.
- Yüzyıllık anormalliğin normalitesine CHP’yi davet eden bir AKP-MHP iktidar bloğu, aslında CHP şahsında tüm Türkiye toplumunun geleceğine zincirler vurmak istiyor. Bizim Amedlilerin deyimiyle “Uyanıx olun dezgehe gelmeyin!” Kürt sorununda net bir çözüm programı olmayan bir CHP’nin demokrasi iddiası mehter marşı misali olur.
- Kimse bizim aklımızla dalga geçip, hukuk varmış, bağımsız yargı varmış gibi davranmasın. Çok güçlü bir demokratik halk muhalefeti gelişmedikçe, ne bize beraat çıkar ne de bu ülke aydınlık geleceği kurar. Nasıl mı karşıladık kararı? Tabi ki zılgıtlarımızla. Firuğ'un dediği gibi “hep uçuşu hatırlayalım,” Jin, jiyan, azadî…
GÜLCAN DERELİ
Kobanî Davası'nda HDP'li yöneticilere verilen cezaların yankıları sürerken, bir yandan da "normalleşme" tartışmaları dikkat çekti. Siyasetin mahkeme salonlarında şekillenmesi ve buradan topluma mesaj verilmesi geleneği Kobanî Davası vesilesiyle devam etmiş oldu. Yerel seçimden yenilgi alarak çıkan iktidar ile CHP arasındaki "normalleşme" görüşmelerinin gölgesinde verilen cezalar ne anlama geliyor? Kürt özgürlük hareketi ile sosyalist ve demokratik güçlerin ortaklığından neden korkuluyor? İçeridekiler kararları nasıl okudu? İlk duyduklarında ne hissetti? Dışarıdan beklentileri ne? Tüm bu soruları muhataplarına sorduk. 22 yıl altı ay hapis cezası verilen HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi tutsak kadın siyasetçi Zeynep Karaman ile konuştuk.
Kobanî davasında siz ve dava arkadaşlarınıza cezalar verildi. Hukuki davadan çok "hamlemizi yapar işi bitiririz" tavrı sonucu belirledi sanki. Siz çıkan kararın siyasi okumasını nasıl yaptınız? Ne hedefleniyor?
Sorularınıza cevap vermeden önce demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten başta Cumartesi ve Barış Anneleri olmak üzere toplumsal direnişin tüm dinamiklerini ve halkımızı selamlıyorum. Arjantin’de diktatörlük rejimine karşı gözaltında yakınlarını kaybeden ve kayıplarının bulunması için mücadele eden Plaza de Maya annelerinin kurucularından 94 yaşındaki Nora Cortinas yaşamını yitirmiş. Cumartesi Anneleri'nin de ilham kaynağı olan Plaza de Maya annelerinin direnişi, hafıza, adalet ve hakikat mücadelesinde yaşayacak. Direnişten kale olan tüm annelerin evlatları olarak, hakikatiniz hakikatimizdir diyorum. Berfo analar ve Noralar zılgıtlarımızda yaşamaya devam edecektir. Unutmak öldürür hatırlamak ise özgürleştirir. Unutmayacağız, unutturmayacağız.
Faşizmi ve soykırımcılığı temel yönetim biçimi olarak gören zihniyet ve yapılara karşı teslim olmayan, yaşamı özgürlükle inşa etmede ısrarcı olan, emek sarf eden başta kadınlar olmak üzere Kürt halkı ve sosyalist demokrat vicdan sahibi insanları bulunduğumuz esaret koşullarında selamlıyoruz, mücadeleyi yükselteceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın diyorum. Aynı davada yargılandığımız, beraat ve tahliye olan arkadaşların da bizim yerimize demokrasi ve özgürlükler mücadelesini dışarıda yürüteceklerine inanıyor kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum.
Şu anda cezaevinde yaşanan bir eylem süreci var. Türkiye'nin en uzun süreli ve kördüğüme dönüşmüş sorunu olan Kürt halkının özgürlük ve evrensel haklardan bir ulus olarak yoksun bıraktırılmasına karşı eşit haklara sahip olması, yüz yıllık kördüğüm, inkar ve imhanın yerine diyalogla, siyasetle, hukukla çözüm bulunması için eylemdeyiz. Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın toplumsal barıştaki rolünü oynaması için önündeki tüm engellerin kaldırılarak özgürce barış çalışmalarını yürütmesi sağlanmalıdır diyoruz. Bunun için yıllardır uygulanan tecridin kaldırılarak özgürlüğüne kavuşması, barışın yolunun açılmasının şimdi değil de ne zaman olduğunu söylüyoruz. Sayın Öcalan üzerindeki aile, avukat, telefon görüşü ve her türlü iletişim hakkının kullandırılmaması hem toplumsal barışa hem de insan haklarına aykırıdır. Sayın Öcalan üzerinde yürütülen mutlak tecrit politikası, kişiye özel infaz yasası hem açık bir ayrımcılıktır hem de toplumsal barışın temelini sürekli dinamiklemek demektir. Halihazırda Sayın Öcalan şahsında kişiye özel infaz uygulaması sonuçları itibarıyla bugün bir bütün olarak Türkiye halklarının yaşamını doğrudan etkilemektedir. Tecrit, Kürt sorununda imha ve inkar politikalarındaki ısrar, yüz yıllık cumhuriyetin temellerinin Kürtlere karşı ayrımcılık üzerine kurulmasının sonucu korkunç bir çürüme olmuştur.
Nihayetinde Kobanî Kumpas Davası'nın tezgahlanışı ve kararları da yüz yıllık bu gerçeklikten bağımsız değildir. Kobanî Kumpas Davası, AKP iktidarının MHP ile girdiği faşist ittifakın yükseltildiği temel olarak oluşturulmuştur.
Kobanî davasında Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Türkiyeli sosyalistlerin ortaklaşmasının etkisi nedir? Bu ortak bağdan mı korkuluyor?
Türkiye’de Gezi, Kurdistan’da Kobanî Kumpas davaları Türkiye ve Kurdistan’daki demokratik özgürlükçü dinamiklerin kurban seçilerek tasfiyesi üzerine günümüz faşist iktidar bloğu tarafından inşa edilmiştir. Dönemin simgesel davalarıdır. Yargılayanlar devletin güncel sahipleri olarak AKP-MHP’dir. Sanık sandalyesine oturtulup yargılananlar ise Türkiye halklarının demokrasi ve özgürlük değerleri ile yükselen ortak yaşam iradesidir. Demokratik ulusun temel dinamikleridir. Ve elbette ki Türk etnik milliyetçiliğinin Kürt demokratik iradesi şahsında çözüm sürecini yargılamasıdır.
Sizce bu davada çıkan kararların ülkenin demokrasisine yansıması nasıl olur? Bu tür davaların nihai sonucunu dışarıdaki mücadele belirliyor çoğunlukla. Siz içerde buna karşı mücadele eden biri olarak 'dışarı'dan beklentiniz ne? Ne yapılmalı ki bu kararlar boşa çıksın?
Siz de sorunuzda belirtmişsiniz bu tür davaların nihai sonucunu belirleyecek olan demokratik dinamiklerin örgütlü ve gittikçe çoğalan, kurumsallaşan, daha doğrusu halklaşan, kitleselleşen mücadelesidir. Bu olmazsa, yeni Kobanî davalarının sonu gelmez. Sonuçta siyasal dönemlerin simgesel davalarıdır. Ya bu davalar, demokratik mücadele ile güçlü bir itirazla beraatla sonuçlandırılacak ya da iktidar bloğu tüm ceberrutluğuyla millete kan kusturmaya devam edecek. Doğa kanunlarıyla toplum kanunları her zaman örtüşmez. Olgunlaşmış elmanın ağaçtan düşmesini bekleyebilirsiniz, nihayetinde düşer. Ama toplumsal değişim için, iktidarın değişimi için bile, durup bekleyemezsiniz.
Zaten ekonomi böyle, korkunç bir yozlaşma var. Bu iktidarın ömrü tamamlandı. Düştü düşecek diyerek beklenilemez. O zaman aralığında, elindeki tüm olanakları kullanarak kendini tahkim edip yoluna tüm ceberrutlukları ile devam eden örneklerle dolu bir tarih var. Hani Adalet Bakanı da istinafı göstererek beklenti haline sokuyor ya herkesi. Kendi Anayasası’nı tanımayanlar, AİHM kararlarını da tanımadı. Amaç kendini tahkim etmek için zaman kazanmak. Bu nedenle neden erken seçim için seslerin yükselmediğine de şaşırıyorum. Erken seçim için hızlı politik hamle yapmayanların ciğerlerini okumuyor değiliz. Küçük iktidar hesapları ile bu toplumun can alıcı sorunlarına kimse çare olamaz. CHP için de böyle.
Sizce CHP’nin erken seçim için bastırmamasının en temel tereddütü ne? Demokratik Cumhuriyetin asil kurucu partisi olmaya aday mı CHP?
Şimdi bazı toplumsal zamanlar vardır ki onu toplum yararına doğru değerlendiremediğimizde heba olur gider, geride büyük acılar kadar, umutsuzluklar bırakır. Bu topraklar böyle tarihsel zamanların kaçırılmasıyla doludur. Biriktikçe çöle döndürür yaşamı. Yüzyılda bir gelir böyle zamanlar. Şimdi de böyle bir dilimden geçiyoruz. Maalesef demokrasi ve özgürlük dinamikleri Türkiye’de böylesi bir dalgaya binebilecek öncülüğü açığa çıkarabilmiş değil. Bu nedenle herkes gözünü daha demokratik cumhuriyet, Kürt sorunu, kadın ve emeğin özgürlük sorununda tek bir çözüme cümle kurmamış, bir programı olmayan CHP’ye dikmiş durumda. Türkiye toplumu için demokratik halk öncülüğü sanki başka baharlara kalmış gibi. Yazılar tabi kahredici. Bu nedenle Kürt demokratik iradesi ortak yaşam, demokratik cumhuriyet, demokratik ulus inşalarında neredeyse yalnız yürüyor.
Dedim ya, halklar açısından kaçırılan fırsatlar denizi olmuş. Türkiye siyasi ve toplumsal tarihi de böyledir. Türkiye'de devlet menşeli siyasi tarih, çok değerli insanları, fikir ve yapıları kırımdan geçirip çöle mahkum etmekte olağanüstü çok yetenekli… Maalesef. Bakın Türkiye dahil Ortadoğu tarihine toplum lehine olacak tüm demokratik damarlar daha filizlenme aşamasında kesilir, budanır ya da korkunç bir fiziki imhayla tasfiye edilir. Toplum bitmez kışlara mahkum bırakılır.
Yüz yıllık sorundan bahsediyoruz. Cumhuriyet önce Tanzimat modernleşmesi ile başlayan süreç yaşanıyor. Bugüne uzanan sorunların kaynağı bu süreçte mi yatıyor?
Kültürler, kimlikler açısından rengarenk bir toplumsal yapı çöle döndürüldü. Homojen, tekçi bir ulus-devlet elde kaldı. Sünni Türk ırkçılığına dayalı bir ulus-devlete kurban edilen bir toplumsallık inşa edildi. Kapitalist modernitenin finans sermayesi, putlaştırılmış Türk devlet geleneği üzerinde homojenliğe, tekliğe dayalı bir ulus-devlet inşa etti. Başta Kürt ulusu olmak üzere irili ufaklı birçok soykırım gerçekleşti. Sünni olmayan Türklük de bundan nasibini aldı. Otantik kültürlerin üzerinden buldozer gibi geçildi. Dinsel gruplar, mezhepler, Türklük dışındaki etnisiteler, yaşam tarzları ya fiziki olarak tasfiye edildi ya da geri kalanlar Sünni Türklüğe asimile edilmeye çalışıldı. Oysa doğru değerlendirilseydi Tanzimat süreci demokratik ulusun temellerini oluşturacak birikimleri sağlayabilirdi. Bahsettiğim bu yıllar, bu uygulamalar ardından 1924 cumhuriyetinin de Kürtleri cumhuriyetin dışına atmasıyla Kürt sorunu ortaya çıktı. Tanzimatlar ile ilk gözden çıkarılan Kürt ulusudur. Politik haklarından yoksun bir ulus durumuna itilen, otantik kültürü, anadil dahil inkar ve imha konusu yapılan ilk Kürtler olmuştur. Tanzimat modernizmi, imparatorlukta yüzlerce yıldır özel bir hukukla, statü yaşayan Kürtleri, bir ulus olarak yok saymış, ilk büyük kırım hareketlerini Kürt varlığına dönük gerçekleştirmiştir. İmparatorluğun parçalanması ve işgalinde aynı Kürtler, işgale karşı ilk direnişi de başlatanlar olmuştur. Bu direnişten feyz alan Mustafa Kemal, esas olarak Kurdistan bölgesindeki direnişlere dayanarak, güvenerek, önderlik rolüne soyunmamış mıdır? Cesaretini buradan almamış mıdır? Sözleşilmemiş midir, ortak vatanda? Ortalık süt liman olunca ortak vatan hikaye olmuş, Kürtler cumhuriyetin kurucu unsuru olmaktan çıkarılmış, cumhuriyetin dışına 1924 Anayasası ile resmen atılmıştır.
Demokratik toplum, demokratik cumhuriyet hayal olmuş, darbeler tarihinden ibaret, özü itibariyle tam olarak cumhuriyet bile diyemeyeceğimiz bir rejime mahkum kalınmıştır. Homojen, tek tip toplum inşası son sürat devam etmiştir. Kürtlere kaybettirilmiş ama Türkiye toplumu gerçek anlamda Etrakı bi idrak hale getirilmiştir. Bugüne kadar da Türkiye’de demokrasi, Kurdistan'da Kürtlerin ulusal hak talepleri, özgürlük, eşitlik, demokrasi taleplerinin yükselişe geçtiği her döneme darbelerle cevap verilmiştir. Yasama, yürütme, yargı bağımsızlığı hiçbir dönem gerçek anlamda güçler ayrılığı ilkesine göre yönetilmediğini darbeler tarihi bize zaten söylemektedir.
Kürtler cumhuriyetin dışına itilirken (Tanzimat’ın da dışına itilmişlerdi.) aynı zamanda Türk toplumundaki cılız muhalefet de eş zamanlı olarak tasfiye edilmiştir. Bugün aynı şeyleri yüzyıl geçse de yaşıyoruz. Kobanî ve Gezi davaları bunu ifade ediyor. Bakın aynı dönemlerde kadınların demokratik mücadele ile elde ettikleri tüm haklar da geri alınıyor, çok yönlü saldırı politik kimlikli kadınlara örgütlü yapılarına karşı da geliştiriliyor. Politik kadın modeline saldırı, adeta kadın katliamlarının önünü açıyor, cesaret veriyor.
Kadın varlığına, yaşamına dönük Türkiye’de adeta bir savaş açılmış durumda. Önce kadınları vurun diyordu ya faşist önderler. İster Hitler, Musollini, ister Franko olsun adı, bugün de aynı şeyler yaşanıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasının aynı saldırı dönemlerine denk gelmesi tesadüf müdür? Dünün mağdur edebiyatını yapanlar toplumun en temel değerlerinin istismarı üzerinden saraylar inşa etmiş, tekke düşüp kel görününce de bu defa kendileri darbe mekaniğini harekete geçirmişlerdir.
Gezi de, Kobanî davaları da bu darbenin sonucudur. AKP-MHP faşist dinci milliyetçi iktidar bloğu, ittifakının temellerini bu iki dava üzerinden yükseltmiştir. Cumhuriyetin demokratik temelde inşasının önüne geçip dinci milliyetçilikle yola devam etmek istemektedirler. Genel konjonktür buna olanak tanır mı o da ayrı mesele…
CHP ile normalleşme adı altında yapılan görüşmeler tartışılırken bu kararlar verildi. Bu Kürtler hariç normalleşme yorumlarını beraberinde getirdi. Sizin düşünceniz ne?
Normalleşme, yumuşama söylemlerini doğrusunu hayretle izliyorum. “Kürtler hariç”in yanına, kadınlar hariç, sosyalistler hariç, demokratik toplumun dinamikleri hariç, emekçiler harici de eklemek gerekiyor. Bakın 1 Mayıs kutlamalarında tutuklamalarla istenen cezalar da bunu gösteriyor.
Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum biz kadınlar için, biz Kürtler, biz devlet dışı, saraylar ve saltanat dışında olan büyük toplumsal kimlikler için bırakalım son iki yüz yılı binlerce yıldır bir normalleşmeden, olağan durum ve olağan akışından söz edemeyiz ki! Politik bir Kürt anasına sorsanız bile size 5 bin yıllık saraylı, devletli erkeğin iktidarı altında hangi normalleşmeden söz ediyorsunuz der, yakın tarih içinden Sayın Öcalan’ın mutlak tecridinin aslında Kürt sorununda çözümsüzlükte nasıl ısrarın sonucu olduğunu, anadil yasağından, doğmamış Kürt çocuklarının devlet arşivlerinde nasıl fişlendiğinden, Kürtçe ıslık çaldığı için, konuştuğu için nasıl katledildiklerinden başlar. Her gün yaşanan kadın katliamlarını ortaya serer, İstanbul Sözleşmesi'nden geri çekilmişken neyin normalleşmesinden söz ediyorsunuz der. Önce yumuşa sonra normalleşme dediler. Bu tanımlamanın ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesinin kamuoyuna açıklanmaması, gizli tutulması, kayda alınan görüşme tutanağının Özel'in “benden sonraki başkana devredeceğim” demesiyle birleşince doğal olarak bahsettiğiniz yorumları gündeme getirdi. Kobanî davasında yüzlerce yıl ceza yağdırıldı, aynı gece 28 Şubat davasından tutuklu paşalar, cumhurbaşkanı yetkisi ile bırakıldı. İster iktidarın CHP’lilere jesti derim, ister bir parmak bal çalmak derim. Sadece Kürtler değil herkes açığa çıkan bu resme bakınca yumuşama, normalleşme Kürtlerin dışında olacak galiba dedim.
Öncelikle şunu da belirtmeliyim, ister yaştan ister sağlık sorunlarından kaynaklı benzer sorunları yaşayanların içerde tutulmaması gerekir. Esas olarak bugüne kadar Cumhurbaşkanının bu yetkisini şimdiye kadar siyasi mahpuslar için kullanmamış olması, tercih etmemesi sorundur. Onlarca Kürt siyasi mahpusun tabutları çıktı, çıkmaya devam ediyor. Yüzlerce siyasi mahpus cezaevinde yaşamını idame ettiremeyecek, belki bırakılsa dışarda tedavi olup sağlığına kavuşacak mahpuslar, ölüme, çok bilinçli bir şekilde terk ediliyorlar. Aslında “asmayalım da besleyelim mi” zihniyetinin bu örneklerde özelde Kürt ve siyasi mahpuslar için hep yürürlükte olduğunu görmemek mümkün mü? Kobanî davasında eski eş genel başkanlarımızdan Aysel Tuğluk beraat etti. Türkiye’nin gündemine düşen korkunç ama klasik, bir o kadar da insanlık dışı zamanlar yaşadı. Vefat eden annesinin naaşını mezarından çıkartan, gömdürtmeyen bir vahşi ırkçılığa tanık olduk. O güzel yüreği, zihni kaldıramadı bu vahşeti. Oysa sadece Kürt kadın siyasetçisi olduğu için mahkum edilmişti. 22. Ağır Ceza hayati hastalığını gözetip tahliye talebine zamanında karar verseydi belki de hastalığı bu kadar ilerlemeyecekti, sağlığına kavuşma şansı olabilecekti. Aysel Tuğluk’a verilen beraat bile adil değildir. Hakimler, savcılar, siyasi erk, Kobanî kumpas dosyasını kuranlar, tek tek tüm herkese beraat de vermiş olsalardı yine adil bir hüküm ortaya çıkmamış olacaktı. Aysel’i sağlıklı yaşamdan, hafızasından koparmakla en büyük cezayı verdiniz diyorum. Ceza da diyemeyeceğim, intikam ve düşmanlıktan başka bir ifade karşılamaz bu davayı, hem de etnik ayrımcılığa dayalı bir düşmanlık, bir intikam. Hayat bu hükümle zaten bunun alasını yaptı.
Bu ülkede insan hayatından daha ucuz bir şey yok. Ama mesele Kürt insanı olunca bırakalım ucuzluğu, yaşamak yok… Bu sebepten normalleşme hikayesinde Kürt’ü görmezden gelmek, dışında tutmak yüz yıllık otokratik cumhuriyetin zaten normalidir diyorum. Önemli soru ise, CHP dahil siyasi parti ve kurumlar yüz yıllık cumhuriyetin normalitesine göre mi devam edecek, siyaset yapacak, yoksa Yüz yıllık bir hesaplaşması, iyi kötü, olacak mı?
Yoksa gizli kapılar arkasında “Kürt anasını görmesin” buluşmaları mı yapılacak?
Bilemiyoruz CHP Genel Başkanı Özel ve cumhurbaşkanın gizli konuşmalarını. İçerik “Kürt anasını görmesin” üzerine bile olmasa, bu siyasi tarzının kendisi anti-demokratiktir. Açık siyaset anlayışından uzaktır. Bu toplumun sorunlarını çözmek için yola çıktığı iddiasında bulunan hiçbir partinin bu toplumdan saklayacağı, gizleyeceği bir durum olamaz, olmamalıdır. O zaman denir ki, toplum der ki benden gizlediğinize göre siyasetin merkezine toplum yararını değil, başka yararları, öncelikleri koyuyorsunuz. Önceliği toplum olanın siyaset tarzı da açık olur, iktidar ve devletçilikten çok toplumun yararı olur. Ben bir Kürt kadını olarak, bir sosyalist olarak bu tarz yaklaşımdan işkillendim. Yoksa Özgül Özel CHP döneminin seçimlerde HDP ile iletişimi, Kobanî ve Gezi davası ve kararlarındaki açık ve demokrasiden yana tutumu, Van kayyumu sürecinde geçmiş hatalarını telafi eder tutumu demokratik siyaset içinde normalleşmeyi ifade eden davranışlardır.
Şimdi Türkiye siyasetinde bir tavrın normal olup olmadığının temel turnusolu, ölçüsü Kürt sorununa yaklaşımda, demokratik Kürt siyasi iradesine yaklaşımda aramak gerekir. Esas olarak gösterge ve ölçü budur.
Genel olarak bir toplumun normalitesi, siyasetin normalitesi tüm dünya için sorulduğunda ise benim net ölçütüm kadın özgürlük sorununa yaklaşımdadır derdim. Ortadoğu bazında sorsanız Kürt ve Filistin sorununa yaklaşımı baz alırdım.
Yüz yıllık anormalliğin normalitesine CHP’yi davet eden bir AKP-MHP iktidar bloğu, aslında CHP şahsında tüm Türkiye toplumunun geleceğine zincirler vurmak istiyor.
Bizim Amedlilerin deyimiyle “Uyanıx olun dezgehe gelmeyin!”
Kürt sorununda net bir çözüm programı ile kamuoyu gündemine çıkmayan bir CHP’nin demokrasi iddiası mehter marşı misali olur bile diyemeyeceğim. Demokratik cumhuriyetin asli kuruculuğu, Kürt sorununa, açık özgürlükler, eşitlik temelinde sunulacak programla gösterilir. Esas olarak tüm Türkiye kamuoyunun beklentisi de budur. Ancak o zaman “normalite” ve “anormolitenin normalitesi” tutumları anlamlı bir yere oturur.
Normalleşme “Kürt anasını görmesin” üzerinden sürdürülecekse Yüz yıllık anormalliğin normalitesinin devamı demektir bu, inkar ve imhada ısrardır bu.
Bazı değerlendirmelere göre; Erdoğan 2028 seçimlere kadar sizi ve arkadaşlarınızı cezaevinde tutmak istiyor. Bu tespite katılır mısınız? Adalet Bakanı ise daha Yargıtay, istinaf süreci var dedi. Verilmek istenen mesaj ne?
Aslında Türkiye demokratik kamuoyunda da iktidarın kendisi de siyasi bir dava olduğunu her fırsatta ortaya koydu. Çünkü siyasi erk, Kobanî davasını her fırsatta siyasi rant kapısına çevirdi, iktidarını, MHP ile çıkar ortaklığını, bekasının temelini bu dava üzerinden yeniden ikame etti. Tabi bana göre bir siyasi soykırım davasıdır. Kürt ve Türkiye halklarının ortak, bir arada, özgür ve demokratik yaşama iradesini tasfiye etme, yok etmeye dönük bir devlet operasyonudur. Çok tehlikelidir,
Bu tehlikeli operasyonun aktörleri programlarından vazgeçmiş değillerdir. Bu zihniyet ve devlet içindeki temel yapılar böylesi ortak yaşam, ortak gelecek tasavvurlarına dahi tahammül edemeyen M. Esat Bozkurt’un güncel versiyonlarıdır. Biz siyasi rehineleriz. Tıpkı Adalet Bakanı'nın gösterdiği yol gibi 22. Ağır Ceza’nın heyeti de aynı şeyi söylüyordu. Mahkemede yapılan ayyuka çıkan hukuksuzlukları, usulsüzlükleri dile getirdiğimizde bizzat 22. ACM’nin hakimleri de İstinafın, Yargıtay'ın vs. yolunu gösteriyordu. Yani diyordu ki benim cezalarım cebimde, siz ne yaparsanız yapın…
Eee, yargı mekanizmasının her aşamasındaki kapılar bizim aleyhimizde yapılar tarafından zaten tutulmuş, onlara cennet, bizlere cehennem mühürünü elinde tutan kadrolarla dolu; AKP, MHP, mafya, tarikat ve cemaatlerin bürokratları, her biri bir yeri tutmuş, işgal etmiş, pay etmişlerdir. Dün bu davanın cumhuriyet başsavcılığı bugün dosyalarımızın önüne gideceği Yargıtay'ın bir üyesi olmuş, öyle karşımıza çıkacak,
Kendini mi okeyleyecek yoksa yalanlayacak? İnsan aklıyla dalga geçer gibi istinafın bilmem nerenin yolunu gösteriyorlar. Bozacını şahidi şıracıya dönmüş. Birbirinin noteri olan yargı bürokrasisinden hiç kimsenin bir beklentisi olmamalıdır. Benim yoktur. Bu dosyayı yargının önüne koyanlar, son kararları da verenlerdir, bundan sonraki gidişatın kararını da verecek olanlardır. Anayasa Mahkemesi'ni takmayanlar, AİHM'in bağlayıcı kararlarını uygulamayanlar, tüm ceza infaz sürecini mahpuslar için cezaevi izleme ve gözleme kurulu adındaki paralel devletin paralel yargısına mahkum edenler mi bize bu yolları gösteriyor.
Örneğin Sincan Kadın Cezaevi İnfaz Kurulu dahil hemen tüm cezaevlerinde şartlı tahliyeye hak kazanmış siyasi mahpuslar, zorla cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Ceza ve izleme kurullarının keyfi değerlendirmeleri sonucunda zorla tutuluyorlar. Haklarını aramak için Ankara batı infaz hakimliğine başvuru yapıyor, diyorlar ki esas olan izleme kurulunun kararıdır. Ardından ACM’ye başvuruyorlar, orada da kapılar tutulmuş, gözlem kurulunun kararı esastır diyorlar.
MHP’nin kadrolarıyla dolup taşmış cezaevi kurullarından Kürt siyasi mahpuslar için bir hukuk beklenebilir mi? Buradaki hiçbir arkadaşımız şartlı tahliye hakkından yararlandırılmadı, haklarına el konuldu. Kimse bizim aklımızla dalga geçip, hukuk varmış, bağımsız yargı varmış gibi davranmasın.
Çok güçlü bir demokratik halk muhalefeti gelişmedikçe, ne bize hakkımız olan beraat kararı çıkar ne de bu ülke aydınlık geleceği kurar.
Kobanî Davası'nda hakkınızda verilen kararları duyunca tepkiniz ne oldu?
Nasıl mı karşıladık kararı? Tabi ki zılgıtlarımızla. Hem gidenleri uğurladık zılgıtlarımızla hem de biz kalanlar içindi zılgıtlarımız. Jin, jiyan azadîlerle yeniden Kobanî direnişini selamlarken, tilililerimizle duruşumuzu haykırırken tilililer aynı zaman da soykırımcılara lanetin ifadesiydi. Her bir odadan, her bir yürekten yükselen seslerimiz kanatlanıp arşa vurdu. Zılgıtlarımız, özgürlük kanatlarımız oldu. Ne duvar ne demir kapılar, keskin teller engel olabilirdi. Füruğ'un dediği gibi “hep uçuşu hatırlayalım,” hep uçuştan haber verelim birbirimize. Jin, jiyan, azadî…