HASRET BİRSEL: Her çiçek kendi toprağında güzel kokar

Haberleri —

Bana, ‘’Sürgünde kadın olmak ne’’ diye sorsalardı, Kafka’nın şu muhteşem cümlesi ile yanıt verirdim:

“Önümde durup bana baktığında; ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana ‘cehennem sıcak ve korkunçtur’ diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin...”  
Sürgünde yaşıyor olmayı, öteki olmayı, en önemlisi yurtsuz ve kimliksiz olmayı hangi cümleye yüklerseniz yükleyin, yetersizlikten cümle kağıt üzerinde dağılıp gider.
Uçsuz bucaksız yaylalardan, dokunulmamış güzellikler taşıyan köylerden, kasaba ile şehir arasında kalmış yerleşim alanlarından, kocaman kentlerin kocaman evlerinden çıkıp dilini, geleneklerini, inanış biçimlerini, sevgi ve nefret kavramlarını bilmediğiniz bir ülkeye geliyorsunuz. Alışmak ve “Doğduğum değil, doyduğum yerdir vatanım’’ demek zorunda kalarak, 30; bilemediniz 40 metre karelik bir alana hapis oluyorsunuz.  Kapıda bir gardiyanın beklemesine gerek yok. Gelirken gardiyanınızı yanınızda getiriyorsunuz: Yabancılık…
Avrupa’da Kürt olmak, Türk olmak, Arap olmak, Siyahi olmak zor. Hele hele sömürge olan bir ülkenin insanı olmak çok daha zor. Zorun zoru ise Avrupa’da (sürgün, göçmen, gurbetçi) kadın olmak…
Yaşamanın da, ölmenin de zor olduğu yerde kırık dökük sevinçler, kocaman mutsuzluklar ve yokluklar biriktiren kadınların gözlerinde özlem bulutları demirbaş eşya gibi durur. Ve depresyon sanki ortak bir kader gibidir sürgünü yaşayan kadınların hayatında.

Gurbetçi olmak ayrı, sürgün olmak apayrı…

İlk bakışta gurbetçi olmak ile sürgün olmak aynı gibi dursa da belli noktalarda benzerlik göstermelerine rağmen apayrı iki duygudur aslında. Benzer sorunlar yaşamalarına rağmen gurbetçi kadınla, sürgün kadının ruh hali aynı değildir. Biri ekonomik sorunları yüzünden ya da evlilik yaptığı için ülkesini terki diyar etmiştir, diğeri ise can havliyle kaçmış, aklını da ruhunu da ülkesinde bırakıp gelmiştir. Gurbetçinin dönme, istediği an sevdiklerine ulaşma şansı vardır. Sürgün ise; yolları, dağları, sınırları aşarak, gencecik yürüyerek gelip iltica ettiği ülkede ancak bir tabutun içinde, kocaman bir uçak hangarında gideceğini bilmenin sancısı ile kıvranır.

Kadının başat sorunlarından biri dil
Tanıdığım mülteci bir kadın, sürgün olmayı şöyle tanımlamıştı: “Keşke… Keşke şimdi Diyarbekir zindanında tutuklu olsaydım. Bir gün cezamın biteceğini ve özgür olacağımı hayal ederdim. Baktım devlet beni imha edecek, ver elini dağlar derdim. Ama şimdi kör, sağır ve dilsiz biri gibi yaşıyorum. Ne özgürlüğü? Kocaman, uçsuz bucaksız bir cezaevindeyim. Cezam hiç bitmeyecek ve ben ülkemi asla göremeyeceğim. Öğrenemiyorum bu dili. Aptal olduğumdan değil ama öğrenemiyorum işte. Ve kendimi sokakta dilenen bir zavallı gibi hissediyorum. Hep başkasına muhtaç olmak çok fena!..” Haklıydı.
Sürgünde yaşayan kadınların can yakıcı zorluklarından biridir dil. Ne yazık ki sürgünde yaşayan kadınların büyük bir çoğunluğu yaşadıkları ülkenin dilini konuşamıyor. Bu da pek çok sorunu beraberinde getiriyor. Günlük yaşamın içerisinde sürekli dil bilen birine bağımlı yaşamak, jinekoloğa dahi giderken bir tercümana ihtiyaç duymak mecburiyetinde kalıyorlar. Başkasına bağımlı yaşamak kendine güvensizliği getirdiği gibi, kadını ya yalnızlaştırıyor ya da bir iki insanla sınırlayıp çaresizleştiriyor.

Sürgünde anne ve işçi olmak

Geldiğiniz ülkede sosyal statünüz ne olursa olsun, Avrupa’da çalışmak zorundasınız. Dil bilmiyorsanız, yaşadığınız ülkenin vatandaşı değilseniz; ister bilim kadını olun, ister vasıfsız bir işçi, çalışacağınız iş alanları bellidir. Bir dikiş atölyesinde makinecilik, bulaşıkçılık, temizlik işleri dışında iş şansınız neredeyse sıfırdır. Çok az kadın geldiği gibi dil sorununu çözüp, kendi meslek alanında iş bulma şansına sahip olmuştur.
İster çalışan, ister ev kadını olsun, sürgünde anne olmak, tedirgin bir ruh haliyle yaşamaya zorluyor insanı. Çocukla anne arasındaki kuşak çatışması yetmiyormuş gibi bir de kültür bunalımı yaşayan çocuklarla uğraşmak zorunda olan anneler, bazen ne yapacağını şaşırıp kalıyor. Sosyal danışmanlıklara gidip profesyonel yardım alan aile neredeyse hiç yok gibi. Uyuşturucunun her metro başında temin edildiği, cinselliğin çok erken yaşta yaşanmaya başlandığı bilinci anneleri aşırı baskıcı olmaya ve çocukla arasına kapatılmaz uçurumlar koymaya itiyor. Ne acıdır ki bazen annelerin ve çocukların intiharlarına kadar varan vahim bir sorundur bu.

Sürgünde kadın olmak hiç kolay değil

Doğma büyüme sürgünde yaşayan bir genç kız ile sonradan oraya gelmiş bir kadının sorunları arasında nüans farklılıkları olsa da hepsi aynı acı ile kıvranır aslında. Tanımadığı insan denizi içinde kaybolup gitmemek için daha tutucu davranan, gittikçe içine kapanan ailede, fatura en çok yeni yetişen genç kızlara kesilir. Avrupa’da olmak gelenekselci bakış açısını değiştirmediği gibi daha da katılaştırıyor. İthal gelinler ve damatlar tam da bu yüzden gün geçtikçe artmakta. Eve kapanan kadınlar… Ve intihar… Ve cinayet...

Sürgünde Kürt ve vatansız kadın olmak

Yurtsuzluk yarasını ancak yaşayan bilir ve ancak o acıyı iliklerinde hisseden anlar. Anlat deseniz anlatılmaz. Sadece insanların gözlerine bakın, oradaki özlem belki de anlamanız için yardımcı olacaktır. Sürgün olmak ayrı bir dert, sürgünde Kürt olmak daha ayrı bir dert. Çocuğunuzu okula yazarsınız. Dünyanın bilmem neresindeki küçücük bir ülkenin dili, yaşadığınız ülkede seçmeli derstir. Fakat Kürtçe’den kimsenin haberi yoktur. Kürt olmanıza rağmen, taşıdığınız kimliğe göre Türk, Arap, Fars olarak kabul edilirsiniz. İtiraz edersiniz “Ama sizin ülkeniz yok ki” denir. İstediğiniz kadar “Benim ülkem Kürdistan” diye anlatmaya çalışın, sizi kabul etmezler. ‘Demokrasiler cenneti’ olarak bilinen onca ülke, ağız birliği etmişcesine sizin varlığınızı ret eder. Ötelenirsiniz bir kez daha… Anne yanınız, kadın yanınız, insan yanınız acır.
Oysa Avrupalılar çok iyi bilirler ki Kürtler neredeyse ayın üç-dört günü, dünyanın her yanında, mevsimlere bakmaksızın sokaklara dökülüyor. Onbinler, yüzbinler olarak eylem yapıyor ve bu eylemlerin en önünde Kürt kadınlar yer alıyor. Yine biliyorlar ki Avrupa’nın dört bir yanında açılan Kürt kurum ve kuruluşlarında Kürt kadınları faaliyet yürütüyor. Irak, Türkiye, Avrupa  parlamentolarında yer alan kadınları da kadın gerilla ordularını da çok iyi bilmelerine rağmen, aslında Kürt kadınlarını görmezden geliyorlar. Vatansız Kürt kadınları, sürgündeki diğer halklara mensup kadınlara göre daha politik. Yüksek eğitim alanları, medya, sanat, bilim, yönetim ve hukuk gibi erkeklerin egemen olduğu alanlara girmeyi başardılar. Ama…
Eğer vatansızsanız, sürgünde erkek egemen alana girmişseniz, hem iltica ettiğiniz devletlerin hem de erkek egemen alanın ötekileneni olursunuz.
Savaşın ve savaştan kaynaklı yıkımın Kürt kadınlarının yüreğinde açtığı yarayı anlatmak oldukça zor. Ülkesinden çıkmak zorunda kalan, köyü yakılan, eşi, oğlu, kızı, babası dağda olan sürgün kadınlar… Sevdiklerini amansız savaşta toprağa veren sürgün kadınlar…
Sürgünde Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in tabutlarını omuzlayan sürgün kadınlar, özgür bağımsız bir ülke düşlüyor ve bu özlemle tutunuyorlar hayata. Kayıp cennetleri Kürdistan’a kavuşacakları günü bekliyorlar.
Son söz: Her çiçek kendi toprağında güzel kokar.

hasretbirsel@hotmail.fr

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.