Kadınlar olarak hikayemizi yazmalıyız

Dosya Haberleri —

Canan Arın

Canan Arın

Feminist hareketin simge isimlerinden Canan Arın ile geçmişten günümüze kadın mücadelesinin dönemeçlerini konuştuk:

  • AKP'nin kadın hakkına, insan hakkına, yaşayan hiçbir varlığın hakkına saygısı, hiçbir güzelliğe, kadınların gülmesine, mutluluğa tahammülleri yok. AKP insanlara gülmeyi unutturdu, umudu yok etti. Yani Türkiye'yi tam bir batışa geçirdi. AKP, şeriatı getirme amacı güden başkanları başta olmak üzere bütün kadın haklarını geri almak derdinde.
  • Kadınlar çok cesur ve çok direngen, erkek egemen zihniyet ve ata erkil düzen kökünden sallanıyor. İşte bu yüzden bu kadar çok kadına saldırıyorlar. Muhalefet ne yapıyor bilmiyorum, muhalefetin, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldığında milyonları sokağa dökmesi gerekirdi. Ama yapmıyorlar...
  • Süfrajet hareketi İngiltere'de dünya kadar kadının hayatını kaybetmesi ile sonuçlandı. Fransa'da Olympe de Gouges kadın hakları beyannamesini yazdığı için giyotinle kafası vurularak öldürülmüştür. Yani haklar öyle gökten zembille inmedi. Direnmek gerekiyor, direnmek gerekiyor, başkaldırmak gerekiyor.

GÜLCAN DERELİ

Canan Arın, feminist hareketin ve kadın hakları mücadelesinin simge isimlerinden biri. Bir hukukçu olarak bir yandan devletin ataerkil düzeni ile çarpışırken, bir yandan da bir aktivist olarak hep sokak mücadelesinde yer aldı. Pek çok kadın kurumunun var olmasında yer aldı. Örneğin onlardan biri Mor Çatı. Uzun yıllara dayanan bir mücadele birikimi olan Canan Arın ile geçmişten günümüze kadın mücadelesinin bazı dönemeçlerini, yükselen kadın mücadelesine yönelik yükselen saldırıları, İstanbul Sözleşmesi'nin önemini, Narin'i, 'Jin jiyan azadî'yi, Süfrajet hareketini, kadın hakları beyannamesini yazdığı için giyotinle kafası vurulan Olympe de Gouges'i konuştuk.

Uzun bir kadın mücadelesi deneyiminiz var. Bir kadın gazeteci olarak ben de izlenimimi aktarmak istiyorum. Şöyle geliyor, kadın mücadelesi geçmişe oranla büyük mesafe katetti, bu hem dünyada hem de Türkiye'de. Ama kadına ve haklarına yönelik saldırı da eskiye göre çok daha arttı gibi geliyor. Sanki kadın bilinci uyandıkça erkek-egemen düzenin saldırıları daha da artıyor. Sizin değerlendirmenizi merak ediyorum.

Çok haklısınız aynen sizin gibi düşünüyorum. Çünkü kadınlar çok cesur ve çok direngen, dolayısıyla erkek egemen zihniyeti ve ata erkil düzen kökünden sallanıyor. İşte buna tahammül edemiyor erkekler. Onun için de gittikçe baskıyı arttırıyorlar. Hele bizim gibi ülkelerde din meselesi de eklenince. İslamiyet’e dayanarak -bütün tek tanrılı dinlerde olduğu gibi- sadece erkek olarak doğmak sıfatıyla kendilerini kadınlardan üstün zanneden bir takım zekâ ve akıl fukarası güruh var. İşte mesela Taliban'a bakıyorsunuz, sadece güçleri var, ona dayanıyorlar eğer bu iş bu kadar güç meselesi ise, bazı hayvanlar onlardan daha güçlü! Kadınları ezince kendilerini daha güçlü hissediyorlar. Nitekim ata erkil düzende kadın bedeni doğurduğu andan itibaren bir mal. Bu malın mülkiyeti önce içine doğduğu aileye ait, evlenmekle bu mülkiyet kocaya devrediliyor,  koca da yok olmuşsa içinde bulunduğu topluluğa devrediliyor. Ben de bunu yıllardır söylerim. Psikiyatrist Irvin D. Yalom'un eşi Prof. Marilyn Yalom'un Türkçe’ye de çevrilmiş iki güzel kitabı var. bir tanesi “evliliğin tarihi”, diğeri “memenin tarihi”. Evliliğin tarihinde Prof. Yalom da aynı şeyi söylüyor. Kadın bedeninin mal olduğunu, bu malın mülkiyetinin önce içine doğduğu aileye ait olduğunu, evlenmekle mülkiyetin kocaya geçtiğini -nitekim Katoliklerde kızı düğünde babası damada teslim eder- yani bir mülkiyet devir teslim meselesi olduğunu belirtir. Dolayısıyla kadınlar "ben mal değilim", "ben sizin mülkünüz değilim", "ben sizinle eşit şartlarda aynı haklara sahip insanım" dedikçe bu erkeklerin gözünü korkutuyor. Ataerkil zihniyetin kadın üzerindeki iktidarı sarsıldığı, bu sarsıntının gözlerini çok korkutması nedeni ile baskıyı arttırıyorlar.

Bu ataerkil zihniyette hükümetlerin ve yasaların nasıl bir rolü var?

Çok büyük bir rolü var. Onlar da erkek oldukları için kendilerini kadınlardan üstün zannediyorlar. 1980’lerden beri içinde bulunduğum kadın hareketi, sayesinde pek çok haklar elde ettik. Daha doğrusu zaten hakkımız olanı geri aldık. Eski Medeni Kanununun, mesela aile hukuku kitabı tamamen koca üstünlüğüne dayanan bir kitaptı. Çeşitli eylemler yaptık, bence bunların en güzellerinden biri 30 çiftin mahkemede boşanma davası açmasıydı. Bu davalar, bir bakıma hukukla alay etmekti, çünkü eski Medeni Kanun'a göre altı tane boşanma sebebi vardı. Kadınlar boşanma davaları açtılar, ben de o davalarda avukattım. Şahit çağırıyorlar, hiç unutmuyorum felsefeci ve kadın hareketinde çok emeği geçmiş bir arkadaşımız,  Gülnur Savran bir duruşmaya tanık olarak geldi, ve “Taraflar birbirini çok seviyor, çok iyi geçiniyorlar ancak Medeni Kanunu'nun aile hukuku kitabı Evlilik Birliği'nin reisi kocadır diyor ve bu da taraflar arası eşitliği bozuyor, onun için boşanmak istiyorlar." Dedi. Böyle bir boşanma sebebi yok, eğer hakim davayı reddederse temyiz ediyoruz, kabul ederse yine temyiz ediyoruz çünkü böyle bir boşanma sebebi yoktur diyoruz. Bu benim en sevdiğim siyasi hareketlerden biridir.

 

Mücadele ile başka hangi yasal değişiklikler oldu?

Çok ciddi bir savaşın sonunda Medeni Kanunu değiştirdik. 2002 yılında Evlilik Birliği içinde kadın ve erkeğin eşit olduğu kabul edildi, çocuğun velayeti iki tarafa ait oldu. Anlaşmazlık halinde mahkemenin karar vermesine karar verildi. Kadının, eşinin soyadını taşıma zorunluluğuna bir ayrıcalık getirildi. Kadın evlenirken, evlenmeden önce kullandığı son soyadını erkek eşinin soyadından önce kullanma hakkına sahip oldu. En son Anayasa Mahkemesi kadının sadece kendi soyadını kullanabileceğine yönelik de karar verdi. Çünkü bu, bir insan hakkıdır ama AKP’nin başkanı bunu tekrar değiştirmek istiyor. Çünkü kadın-erkek eşitliğinden çok korkuyor. Onun için bu dönemde sahip olduğumuz haklar teker teker geri alınıyor gibi.

Önce şunu belirteyim: Türkçe'de İngilizce “Rape” sözcüğünün tam karşılığı yoktur. Bu sözcüğü  “tecavüz” kelimesi ile karşılamak istemişler ama, tecavüz, Arapça isim olup “ötesine geçme, sınırı aşma”, saldırma, sataşma, el uzatma, başkasının hakkına dokunma gibi geniş kapsamlı bir sözcük.

Daha sonra “Irza geçme” dendi. Irz da Arapça isim olup şan ve şeref, namus anlamlarına gelir ki bu rape karşılığı değildir.

Eski ceza kanununda evli kadınlara cinsel saldırıda bulunulduğu zaman cezası daha ağırdı. Çünkü bir erkeğin malına tecavüz ediyordunuz ama seks işçisine tecavüz edildiği zaman onun cezası çok daha hafifti. Oysa insan hakları ihlali her yerde ihlaldir. Dolayısıyla eski ceza kanununda bu kadınlara yapılan cinsel saldırı (erkeğe de yapılabilir ama nadirdir o nedenle kadın diyorum) “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler” başlığı altında toplanmıştı. Yani bir kadına cinsel saldırıda bulunduğunuz zaman bu genel adaba ve aile düzenine yapılmış bir saldırı kabul ediliyordu. Kadının kendisine, bedenine olanlardan bahseden yok.

Yeni ceza kanununda bu bölüm “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlığı altında toplanmıştır. Böylece devlet, kadın ya da erkek herkesin cinsel dokunulmazlık hakkının olduğunu kabul etmiştir. Şimdi çok olağan gördüğünüz bu değişiklikler büyük mücadeleler sonucu elde edilmiştir. 

Bizim ceza hukuku profesörlerimizden Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer tam bir maçoydu;  Eski ceza kanunumuz İtalya'dan alınmıştı. Ona göre evlilik insanların cinsel ihtiyaçlarının da tatmin edildiği bir alandır, dolayısıyla erkek canı ne zaman isterse kadınla cinsel ilişkiye girebilir derdi. Peki kadının isteği ne oluyor, ondan bahseden yok! Dönmezer, evlilikte cinsel saldırı diye bir suçun varlığını kabul etmiyordu. Yeni ceza kanununda evlilikte cinsel saldırı suç sayıldı ki bu çok önemlidir. Çünkü uluslararası hukukta cinsel saldırı veya işte Türkiye'de alışılmış tabiriyle ırza geçme suçunun oluşması için tek tarafın isteği yeterlidir. Cinsel ilişki iki tarafın da açık rızası ile gerçekleşir aksi taktirde suçtur.

Rıza yaşı, Türkiye'de on beştir fakat Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre 18 yaşına kadar herkes çocuktur dolayısıyla 18 yaşından küçük olan bir insanın rızasından bahsedilemez. Bazı AKP'liler, yüzleri hiç kızarmadan, utanmadan 13 yaşındaki çocuğa yapılan cinsel saldırıda çocuğun rızasından bahsederler. Çocuğun rızasından nasıl bahsediyorsunuz ki! Bu, çocuğa tecavüzdür ama savunanlar var din adına, dolayısıyla İslam dinini de erkeklerin uçkurlarına indirgediler diyeceğim çünkü başka tabir bulamıyorum. O yüzden ceza kanununda da kadınlar çok ciddi değişiklikler yaptılar, kadınların hakkı olan değişiklikleri yapıldı, ama şimdi şeriat savunucusu AKP bütün bunları geri almak derdinde.

İki yaşında bir bebeğe tecavüz edildi ve bebek hayatını kaybetti. Korkunç bir toplumsal çürüme de görüyoruz; AKP döneminde bunun katlandığını söylemek mümkün mü, siz ne düşünüyorsunuz?

Çok doğru. Bir kere şunu söyleyeyim eğer Allah diye bir kavram var ise, bu Allah'ın derdi, kadının saçı, adamın uçkuru olamaz. Çok daha ciddi, çok daha ulu, yüce konularla ilgilidir. Nitekim Kur'an'ı doğru dürüst okuyan bazıları Kur'an'da kadının saçı ile ilgili herhangi bir kavram olmadığını söylüyorlar. Arapça küfür etseler oturup amin deyip yere yatıp dua edecekler var. Dolayısıyla dinin yobazlığını yapıyorlar. Her gün herkes kafasından bir şey uyduruyor, erkeği daha üstün kılıp kadını daha köle yapmak için. AKP de bunun oyuncaklarından bir tanesi. AKP'nin kadın hakkına, insan hakkına, yaşayan hiçbir varlığın hakkına saygısı yok. Hayvan hakkı da dahil hiçbir güzelliğe mutluluğa, kadınların gülmesine tahammülleri yok, kadını insan diye kabul etmiyorlar zaten. Kadınları sadece erkek şehvetinin tatmin aracı ve kuluçka makinesi olarak görüyorlar.  Bütün bunlara rağmen bazı kadınlar nasıl AKP'ye oy verirler hakikaten anlamıyorum.

Mor Çatı başta olmak üzere pek çok kadın örgütlenmesi ve mücadelesinde yer alıyorsunuz. Sizce en önemli zorluklar neler, yasaların yeterli olmaması mı, zihinsel bariyerler mi? Hangisinin etkisi daha çok?

Yasaların yeterli olmamasından daha çok, sizin zihinsel bariyer dediğiniz insanların kafasındaki imajları değiştirmek daha zor. Erkek olarak doğmakla kadına üstün olduğunu varsayan kalıplar var ve bu gittikçe yayılıyor. Mesela özellikle kasabalarda, köylerde erkek çocuk olsun çok isterler, daha sonra ya o erkek çocuktan dayak yerler, veya o erkek çocuk malına mülküne konmak amacı ile anası ve babasını vesayet altına almağa kalkışır (şimdi burada bütün erkek çocukları böyledir demiyorum, kız çocuklardan çok daha şefkatle ebeveynlerine bakan erek çocuklar da tabii ki var) ama bütün işlerini yapan, kendilerine bakan genellikle kız çocuklarıdır. Ama yine de bir erkek çocuk deliliği vardır. Çocuğun erkek veya kız olması değil önemli olan insan olması, saygılı olması, şimdi bu pek kalmadı. AKP'nin yok ettiği eğitim öğretim sistemi ile artık o düzen de kalmadı yani o eski insanların birbirine saygılı olduğu dönemler geçti. Şimdi çok ilgisiz gençler. Benim gördüğüm kadarıyla -bu çok yazık- pek çoğu bu ülkeyi terk edip başka ülkelere gitme derdinde. Onları suçlayabilir miyiz bilemiyorum ama Türkiye'yi gençler için yaşanmaz hale getirdiler. AKP insanlara gülmeyi unutturdu, umudu yok etti. Yani Türkiye'yi tam bir batışa geçirdi.

Gerçekten ümitsiz olmak istemiyorum çünkü benim bütün yaşamım bir direnmenin hikayesidir, bir başkaldırmanın hikayesidir, onun için insanları direnmeye davet ediyorum.

 

Şimdi ülkenin içinde bulunduğu durumu, sizin de çok emek harcadığınız İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasını, kadın haklarını hedef alan saldırıları düşününce geriye doğru bir gidiş yok mu?

Galiba biz o zaman daha çok sesimizi duyurabiliyorduk ama şunu söyleyeyim gene kadın örgütleri var, gene ellerinden geleni yapıyorlar, gene çok ciddi politikalar üretmeye çalışıyorlar. Ama bizim sesimiz o zaman daha çok duyuluyordu gibi geliyor bana bilemiyorum, siz daha çok içindesiniz. Bizim hazırladığımız bir düzen var ve onu kullanıyorlar şimdi. Zannediyorlar ki bu böyle devam edecek. Bu kazanım için aslında büyük bedeller verildi, bunun farkında değiller, yarın bir gün bu hak da ellerinden alındığında tekrar başa döneceğiz. O zaman yeniden savaşmak zorunda kalacaklar, oysa var olanı korumak ve daha ileri götürmek için çalışmaları gerekiyor.

Narin'in kaybolmasında ve öldürülmesinde İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmanın çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Dediler ki 6284 var kadınları koruyacak, hayır efendim 6284 yeteri kadar korumuyor. AKP’nin başı bilerek isteyerek kadın cinayetlerine yeşil ışık yakmıştır ve yangına körükle gitmiştir.

İstanbul Sözleşmesi'nde çekildikten sonra şiddet de arttı. Hatta bunun örneği var adamın bir tanesi mahkemede şimdi ben karımı rahatça öldürebilirim falan dedi.

Muhalefet ne yapıyor bilmiyorum, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldığı zaman milyonları sokağa dökmesi gerekirdi. Tek bir adamın hukuka aykırı olarak aldığı kararla İstanbul Sözleşmesinden çıkıldığı için öyle 1-2 kadın örgütünün değil milyonların sokağa dökülmesi gerekiyordu. Ama yapmıyorlar. Üç kişi, benim gibi bembeyaz saçlı 68 kuşağı değil, milyonlarca insan dökülseydik sokaklara geri adım atarlardı. Maalesef çok büyük bir duyarsızlık var.

Devlet, kelime kökeni olarak bilmiyorum ama nedense hep erkek gibi gelir. Hükmeden, hapseden, sınır çizen... Kadınların haklarının ihlal edilmesi, şiddet, ikinci sınıf sayılmasında devletin bu niteliğinin etkisi var mı?

Tanrı, Allah eril sözcükler bunu biliyorum ama devlete bakmam lazım bir dakika. (Burada sözlük çıkarıyor, bayağı kalınca bir sözlük Ferit Devellioğlu'nun imzasını görüyorum.) Bu çok iyi bir sözlüktür. Türkçe'nin cinsiyeti yok ama Fransızca, Arapça'da kelimelerin de cinsiyeti var. Devlet: Çoğulu düvel bir hükümet idaresinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluk...

Bütün düzen erkeğe göre yapılmış, hatta feminizmden önce en lüks binalarda bile mutfaklar çok küçük, çünkü oralar kadının yaşam alanı diye düşünülüyor. Şişli'nin en lüks apartmanlarına bakın sonsuz büyük salonlar, büyük büyük odalar ama mutfak küçücüktü. Feminizmle beraber mutfaklar genişlemeye başlamıştır. Feminizmle birlikte sokakların ışıklandırılmasına başlanılmıştır. Sokaktaki aydınlatmalar çoğalmıştır. Yani feminizm kadınların da var olduğunu, onların da yaşam hakkı olduğunu, o yaşam hakkına göre bir takım kamu kurumlarının düzenlemeler yapması gerektiğini öğretmekte ve öğretmeye çalışmakta. Onun için devlet tabii ki sadece erkeklere göre düzenlenmiştir.

Tek tanrılı dinler de kadınları yok sayan, erkeğe üstünlük veren dinlerdir. Devlet de zaten bütün kurum ve kuruluşlarla erkeklerden oluşturulduğu için yargıçları erkekler, parlamenteri, yasa koyucuları erkekler dolayısıyla haklısınız, evet “devlet” eril bir kavram, o kanunlar da erkeklere göre yapılıyor.

Süfrajet hareketi (20. yüzyılın başlarında Birleşik Krallık ve ABD’de pasif direniş, kamu toplantılarını bölme, açlık grevi yapma gibi yollarla kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan, organize olmuş radikal kadın hakları savunucuları süfrajet olarak nitelendirilmiştir) İngiltere'de dünya kadar kadının çok ciddi neredeyse hayatını kaybetmesi ile sonuçlanmıştır. Fransa'da insan hakları beyannamesi (Fransızcanın eril ve dişil olmasından kaynaklandığından) sadece erkek hakları beyannamesi olduğu ve Olympe de Gouges da bunu kadın hakları beyannamesi olarak tekrar yazdığı için giyotinle kafası vurularak (3 Kasım 1793) öldürülmüştür. Dolayısıyla kadınların haklarını elde etmesi çok kadın hayatına mal olmuştur. Yani biz bugün öyle rahat rahat oturup bu haklar gökten zembille yağdı gibi davranamayız.  Bizden önceki kuşakların verdikleri büyük bedeller sonucu biz bu hakları elde ettik. Bugünkü kuşak da bizim sayemizde bazı haklara sahipler; eğer savaşlarını sürdüremezlerse o haklar da gider. Geriye doğru bir gidiş görüyorum, evet.

 

İran'da yükselen ve artık tüm dünyadaki kadınların dilinde olan "jin jiyan azadî" sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Ben ateistim. Biraz önce söylediğim gibi tanrı diye bir kavram var ise ki onu insanların yarattığı kanaatindeyim ama var ise kadının saçı ile uğraşmayacak kadar ulu olması gerekir. Bu sadece erkek egemen düzenin, erkek egemenliğini korumak için icat ettiği, kadınları mümkün olduğu kadar baskı altında tuttuğu zihniyet kalıbı.

Ben İran'a gittim. İran çok eski bir medeniyetin mirasçısı. Perslerden gelen ve muhteşem tarihi anıtları var. İran'da otobüsle geziyoruz, cam kenarında oturuyorum. Aman dediler ya perdeyi kapat ya başını kapat, şimdi birisi plakayı verir ihbar eder. Başımı falan kapatamam ben. Persepolis'i geziyoruz ve hava çok sıcak başımdaki örtü kaymış gibi yaptım bir dakika içinde bir bekçi geldi ve geldi saçımı kapatmamı söyledi. Ne yapacak bu saçım sana, o kadar saçma ki. O kadınların mücadelesi bizim kadınlarımıza da örnek olsun.

Ben bir toplantıda Kürt kadınlarının mücadelelerini çok iyi yürüttüklerini, çok güçlü olduklarını, bu nedenle kendilerine hayran olduğumu söylemiştim. Canan, biz sizden çok şey öğrendik dedi bir Kürt kadını. Buradaki hitap, şahsım değildi, kadın hareketi idi ve gerçekten çok emek verildi. Onlar da çok iyi öğreniyorlar ve çok iyi savaşıyorlar. Onun için çok saygım var Kürt kadın hareketine.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Gençler haklarına sahip çıksınlar. Bütün dünyada yükselen bir faşizm var, Türkiye bunun dışında değil. Dünyada demokrasi yükseldiği sırada Türkiye'de de yükseliyordu. Baksanıza Amerika'daki geri zekalı çıkmış 1 dakikada 33 tane yalan söylemiş, olmadık yalanlar söylüyor, her tarafı yalan. Şimdi ona paralel olarak Türkiye'de de faşizm yükseliyor dolayısıyla direnmek, direnmek, ve gene direnmek gerekiyor, haksızlığa başkaldırmak gerekiyor; boyun eğmesinler, bunları söylemek istiyorum kadınlara.

Teşekkür ederim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.