Korkular ve modern insan
Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —
- Korku, kaygı, endişe, stres modern insanın hayatının en önemli paydalarından biri. 1950li yıllardan başlayarak birçok filozof modern yaşam biçimi ve kapitalist modernitenin birey açısından yarattığı tehlikelere dikkat çekerek gelecekteki korku iklimi üzerine öngörülerde bulunmuştu.
Cambridge Üniversitesinde 2023 yılında Dr. Jane Howell ve ekibi tarafından gerçekleştirilen bir deneyde 180 kişi belirsizlik, kaygı yaratabilecek istikrarsızlık durumlarının ne gibi etkilerde bulunabileceği ele alındı. Araştırma sonucunda sürekli olarak belirsizlikle karşı karşıya bırakılan bireylerin kortizol seviyelerinin yükseldiğini ve zamanla bu yüksek seviyenin kronik hale geldiği görüldü.
Howell ve ekibinin deneyine benzer sayısız deneyin gösterdiği tek bir şey var: korku ve kaygı altındaki insan daha itaatkar daha kontrollü, daha içine kapanık ve daha az sosyal.
Modern yaşamın, modernitenin temel özelliklerinden biri insanları sürekli olarak bir belirsizlik içerisinde tutmasıdır. Bu özellikle yaşadığımız dönem açısından artık karakteristik bir özelliktir.
Yeni insan
İnsanın insana duyduğu ihtiyacın yarattığı olağanüstü uygarlık serüveninin bilindik hallerinin artık sonuna doğru yaklaşıyoruz. Bunun tersini savunmak oldukça güç. İnsanın insana yabancılaştığı, korkularının, kaygılarının, makinelerin, eşyaların ve bürokrasinin esiri olduğu ve kendini bunlarla uyumlu yapılandırdığı özel alanında güvende hissettiği bir Dünya gerçeği gözümüzün önünde gittikçe büyüyor. Öyle ki artık küresel alanda insanların özgünlüklerini kaybettiği, neredeyse herkes için önemli oranda geçerli belirlemelerde bulunmak hiç de zor değil.
Bugün yaşadığımız Dünya’daki toplumsal, siyasal ve teknolojik gelişmeler bundan 50 sene, 100 sene önce çok öngörülebilir değildi. Ama birçok büyük düşünür, bilim insanı ve filozof özellikle kapitalizmin egemen olduğu bir Dünya’da ortaya çıkacak insan tipolojisi konusunda güçlü öngörülerde bulunmuştu.
“Var olan” insan ve “sahip olan” insan
Örneğin Erich Fromm bunlardan biridir. “Var olmak”la “sahip olmak” arasında kalın bir çizgi çizen Fromm, modern insanın huzursuzluğunu, mutsuzluğunu pasif bir tüketici olarak yaşamını sürdürmesinden aldığını söyler. Fromm’a göre “var olan” insanda, “değerli olan” insanın içindedir. Yani düşünce, sevgi, tecrübe, bilgelik bir insanın varlığının ölçütüdür. “Sahip olan” insanda ise değerli olan insanın dışındadır, kaybolabilir ya da çalınabilir. “Sahip olmakla” daha iyi, daha mutlu insanlar olmamız mümkün değildir.
Modern insanın hayatında bu nedenle korku başat bir duygudur. Sahip olmak ölçü olduğu için, sahip olmanın kaybedilebileceğin endişesi insanın hayatına egemendir.
Akışkan korku
Bu konuda en çok kafa yoran 20’nci yüzyıl filozoflarından biri Zygmund Baumann’dır. Baumann’ın “akışkan korku” olarak tanımladığı kavram modern toplumlarda belirsizlik ve güvencesizliğin sürekliliğiyle ortaya çıkan, somut bir kaynaktan ziyade genel bir “tedirginlik” hissi şeklinde kendini gösteren korkuyu anlatır.
Bu akışkan korkunun dört temel ayağı vardır. Birincisi değişen risk algısıdır. Geleneksel toplumlarda korkunun kaynağı çoğunlukla somut tehlikeler (savaş, salgın, doğal afet vb.) iken; “akışkan modernite” dediği çağımızda korku; soyut, karmaşık ve sürekli dalgalanan riskler üzerinden şekillenir.
İkinci olarak belirsizlik ve güvencesizlik gelir. Siyasi, ekonomik ve toplumsal kurumların istikrarsızlaşması, küresel krizler, iş güvencesizliği ve hızlı teknolojik değişim gibi etkenler, bireyin geleceğini öngörmesini güçleştirir. Bu durum, genel ve dağınık bir “korku hali” yaratır.
Bunu kaygının, korkunun sürekli hale gelmesi takip eder. “Akışkan korku”, gündelik yaşamın her alanına sızar ve kalıcı bir kaygı atmosferi yaratır. Bireyler, net bir düşmandan ziyade, her an her yerde olabilecek ve tam olarak adı konulamayan tehditlerden çekinir.
Bütün bunların üstüne bir de modern toplumdaki bireyin çaresizliği ve örgütsüzlüğü eklenir. Bütün bu belirsizlikler ve kaygı verici öngörülemeyen tehlikeler modern toplumdaki bireyin kendini “yalnız ve kırılgan” hissetmesine neden olur. Dayanışma ağlarının zayıflaması ve toplumsal güvencelerin erimesi karşısında, insanlar korkularını bireysel düzeyde aşmaya çalışırken derin bir yalnızlık hissiyle mücadele eder.
Derin kaygı iklimi
Ünlü İngiliz düşünür Anthony Giddens da modern toplumlardaki bireyin korku ve kaygıları konusunda çalışmalar yürütmüştür. Giddens’a göre insan varoluşsal olarak güvenlik arayışındadır. Modern toplumlarda pek çok kurum, ilişki ve geleneksel yapı hızla değişir veya dönüşüme uğrar; bu da bireyin “dünyaya dair tutarlı ve düzenli bir görüş” oluşturmasını zorlaştırır. Bu durum kişilerin her türlü gelişme karşısında sarsılmayacak bir iç bütünlüğe sahip olma arzusuyla çelişir. Gidens bu durumu “derin kaygı iklimi” olarak nitelendirir.
Giddens’a göre, insanlar modern belirsizliklere karşı “rutinlere” sarılarak tepki verirler. Günlük yaşamda sürekli tekrar ettikleri davranışlar (örneğin sabah kahvesi, aynı yoldan işe gitmek, düzenli aile yemeği vb.) veya sembolik ritüeller, onlara küçük de olsa bir istikrar ve süreklilik hissi kazandırır. Bu rutinlerin bozulması, ontolojik güvenliği tehdit edebilir.
Toplumsal Organizasyon Boyutu: Foucault ve Deleuze
Foucault, disiplin toplumlarında bireylerin “kapatılma” (enclosure) mantığıyla yönetildiğini söyler. Okul, fabrika, kışla, hapishane, hastane gibi kurumlar, bireyin hareket alanını sınırlandırır ve belirli kurallara göre şekillendirir. Böylece, bireyler zaman ve mekân bakımından disipline edilir, gözetim altında tutulur ve “itaatkâr bedenler” haline getirilir.
Deleuze, disiplin mekanizmalarının hâlâ var olmakla birlikte, “serbest dolaşım” (akış) ve dijital teknolojiler sayesinde bireylerin sürekli izlenebildiği, “açık devre” benzeri bir kontrole geçildiğini ileri sürer. Yani artık tek bir binada kapatılmak yerine, birey “her yerde” potansiyel gözetim altındadır. Kimlik kartları, kredi kartları, güvenlik kameraları, dijital veri tabanları ve iletişim ağları sayesinde insanlar mekân sınırlarını aşan bir şekilde kontrol edilir. Deleuze bu durumu “sürekli modülasyon” olarak adlandırır: Disiplinin düzenli kapatma yönteminden farklı olarak, kontrol daha esnek, akışkan ve dağınık bir biçimde işler.
Disiplin toplumlarında korku, çoğu zaman bir cezalandırma, hapsedilme veya kamusal itibar kaybı gibi somut yaptırımlara dayanır. Kontrol toplumlarında ise korkunun kaynağı, “her an her yerde izlenebilme” ve “beklenmedik müdahale” endişesiyle bağlantılıdır. Kimse tam olarak nereye, ne zaman ve nasıl müdahale edileceğini bilemez; bu da bireyleri kalıcı bir tetikte olma haline iter.
Frank Furedi ve “Korku Kültürü”
Bu korkunun medya ve siyasal söylem aracılığıyla nasıl beslendiğine dair önemli bir çerçeveyi de Frank Furedi sunar. “Korku Kültürü” (Culture of Fear) kavramını geliştiren Furedi’ye göre, medya abartılı veya sürekli tekrar eden tehlike içerikli haberlerle toplumu bir “alarm hâli”ne sokar. Siyaset ise “güvenlik” vaatlerini öne çıkararak, insanların kaygılarını politik desteğe dönüştürmeye çalışabilir. Bu da sürekli bir kırılganlık hissi yaratarak, bireylerin kendi karar alma özerkliğini zayıflatır ve uzman görüşlerine bağımlılığı artırır.
Modern bireyin çıkmazları
Çevremizdeki insanlar, yaşamlarıyla ilgili aldıkları kararların ne kadarını kaygılarından, korkularından bağımsız alıyorlar? İnsanlar gerçek duygularıyla ne kadar mutlu olabiliyor, ne kadar sevebiliyorlar? Ne kadar empati içindeler? Bunların cevaplarını aşağı yukarı biliyoruz. Kaygı ve korkuların egemen olduğu, insanların artık küçük birer şirket gibi davranarak kararlar aldıkları ve bu konuda dış etkilere, olumlu değişimlere kendini kapattığı özellikle Batı toplumlarındaki bireyler açısından açık gerçeklerdir.
Bahsettiğimiz filozoflar, moderniteyle ortaya çıkan bireyin özellikleri konusunda isabetli öngörülerde bulunmuşlardı. Günümüzde ise bu bireyin geleceği konusunda belirlemelerde bulunmak oldukça güç. Bu konudaki öngörüler de başka bir yazının konusu olacak...