Kürtçe müzik mi? Kürt müziği mi?

Kültür/Sanat Haberleri —

Kasım Taşdoğan

Kasım Taşdoğan

  • “Ben yaptığım işe “Kürt müziği” diyorum. Ama Kürt basın organları da dahil olmak üzere herkes “Kürtçe müzik” diye yayımlıyor. Ben “Kürt tiyatrosu” diyorum, onlar “Kürtçe tiyatro” yazıyorlar. Bu ciddi bir ayrım ve bence terminolojik açıdan da es geçilecek bir konu değil.”

MIHEME PORGEBOL

“Yalnızca Kürt müziği veya tiyatrosunda değil, basınından tutalım bütün sanat disiplinlerine kadar yaklaşık 10 yıldır Kürt sanatından ziyade bir Kurdî sanat inşası var. Buna birçok Kürt kurumu da bilerek veya bilmeyerek alet oluyor” diyor Kasım Taşdoğan. Ona göre her şeyi dile indirgeyen, Kürtlüğü geniş bir skala içerisinde eritmek üzere inşa edilmeye çalışılan bir çizgi var. Bu çizgi, ulusal değerleri ıskalayıp ulusal unsurları dilden ibaret, şekilsel bir kalıba sokuyor. Bu da egemenlere Kürtleri yok saymaları için çok elverişli bir alan sunuyor.

Biz de sanatçı Kasım Taşdoğan’la “yaygın yanılgı” diye ifade ettiği bu durumu konuştuk.

Kurdî ile Kürt arasındaki ayrımı nasıl kuruyorsunuz?

Ben yaptığım işe “Kürt müziği” diyorum. Ama Kürt basın organları da dahil olmak üzere herkes “Kürtçe müzik” diye yayımlıyor. Ben “Kürt tiyatrosu” diyorum, onlar “Kürtçe tiyatro” yazıyorlar. Bu ciddi bir ayrım ve bence terminolojik açıdan da es geçilecek bir konu değil.

Halktan bağımsız bir dil varmış gibi mi?

Sanki Kürtler bir ulus değilmiş de sadece dilleri olan bir toplulukmuş gibi. Oysa türler bağlamında “Kürtçe müzik” diye bir müzik türü yoktur. Bu kadar basit. “Muzîka Kurdî” diye bir müzik yoktur. Kürtçe pop vardır, Kürtçe rock vardır, Kürtçe blues vardır ama Kürtçe müzik diye bir sınıflandırma yoktur. Adı Kürt müziğidir. Dolayısıyla “Kürtçe müzik” dediğiniz zaman sanki Kürtçe diye bir dil var ve Kürtlük de bu dili konuşmaktan ibaretmiş gibi bir anlam çıkıyor. Bunun sonucunda birkaç influencer Kürtçe yayın yapıyorsa veya birileri Kürtçe röportaj yapıyorsa bu Kurdî’dir, Kürt’e dairdir ve geri kalan hiçbir şey Kürtlerle ilgili değildir gibi bir algı oluşuyor. Bu durum Kürtler içerisinde de yaklaşık 10 yıldır gelişen çok yaygın bir yanılgı.

Burada halkın sosyal ve politik varlığını sadece kültürel bir alana sıkıştırmayı eleştiriyorsunuz öyleyse?

Bir bütün olarak kültüre de değil, sadece dile indirgemeyi eleştiriyorum. Sanki Kürt’ün bir kültürü yokmuş da Amerikalının, İngiliz’in, Türk’ün, Fars’ın kültürünü Kürtçeye çeviriyormuşsun gibi... Her şeyi dile indirgeyen sığ bir algı var. Kimisi bunu bilmeden yapıyor ama bunun inşa edilmeye çalışılan bir çizgi olduğunu düşünüyorum.

 

 

 

“Türk edebiyatı mı?” yoksa “Türkçe edebiyat mı?” tartışmasına benziyor bu? Ben bu tartışmada “Türkçe edebiyat” denmesi gerektiğini söylüyorum. Bu söylediklerinizi baz alırsak kendimizle çelişmiş olmaz mıyız?

Bir Amerikalının hikayesini Kürtçe yazarsanız bu Kürtçe edebiyattır. Bir Kürdün hikayesini Kürtçe yazarsanız bu Kürt edebiyatıdır. Mesele hikayenin kimi anlattığıyla ilgilidir. Silvanlı bir dengbêjin veya Kürt bir hip-hopçının eserini Kürtçe müzik diye sunamazsınız, o Kürt müziğidir.

Diğer yandan Kürt edebiyatını Türkçe yapanlar da var. Kimisi bunu Kürt edebiyatına dahil görmüyor. Tabii ki Türkçe bir eser Kürtçe bir eser kadar Kurdî değildir ama sonuçta o da Kürt edebiyatına dahildir. Edebiyatçı olmadığım için uzun uzadıya bunu tartışamam elbette ama Kürt sosyolojisi ve Kürt toplumuyla ilgili Kürtçe yapılan müziğe “Kürtçe müzik” demek doğru değil. Bu ayrımı yapmak gerekiyor. Böyle bir çizginin inşasına dair şahsi bir izlenimim var. Bence riskli ve hoş olmayan bir çizgi bu. Ona dikkat edilmeli.

Bu tartışmayı ben seviyorum, bu yüzden biraz daha deşmek istiyorum müsaadenizle. Bahsettiğiniz bu ayrımın nasıl yapılması gerektiğini biraz daha açar mısınız?

Eserdeki hikaye ve kahraman Kürtse, eser Kürt sanatına dahildir. Diğer yandan, bir Moliere eseri çevirip sahneye koyduğunuzda buna “Kürtçe tiyatro” diyebilirsiniz.

Peki bu noktada eserin icra edildiği dala göre, disipliner özelliklerinden ötürü ortaya çıkan bir ayrım var mı? Örneğin, dili Kürtçe olup kurgulama biçiminden hikayeyi imgeleme biçimine kadar diğer özellikleri başka bir kültüre ait olan eserleri Kürt tiyatrosuna dahil göremiyorum ben. Bu da eleştirinize dahil mi?

Benim itirazım biçime ilişkin değil, o başka konu. Ben sadece Kürt olana “Kurdî” denmesine karşıyım.

Bunu nasıl ayıracağız?

Kahramana bakarak. Bir Kürt hikayesi anlatıyorsanız Kürt tiyatrosu yapıyorsunuzdur. Yine stand-up yapıyorsanız ve hikayeniz Mississippi’de geçmiyorsa, Kürt hikayesiyse bu Kürtçe stand-up değildir, Kürt stand-up’ıdır. Bluesunuz eğer ki B.B. King’den çeviri değilse Kürt bluesudur. Esas olan kahraman ve hikayesidir. Hakkâri dağlarında siyabo toplayan bir kadının hikayesini başka türlü anlatamazsınız. Hikâyenin sosyolojisi, coğrafyası, özü Kürtse edebiyatı da Kürt edebiyatıdır.

Fransız biri gelip siyabo toplayan kadının hikayesini Fransızca yazarsa?

Fransızca edebiyat olur.

Açık söylemek gerekirse bu ayrımı yapmak biraz zor olabilir…

İnce bir çizgidir. Benim bahsettiğim boyutu ulusal değerleri ıskalayan tavırdır. Ulusal unsurların dilden ibaret, şekilsel bir kalıba sokulmasına karşıyım.

Bu mesele dönüp dolaşıp statüye geliyor.

Onun etkisi elbette var. Eğer Kürtlerin bir devletleri veya başka bir biçimde statüleri olsaydı kimse kalkıp “Kürtçe tiyatro” demezdi. Burada kendini layık görmeme durumu da var. Burada biçimden veya üretim tercihlerinden ziyade ulusal varlığın bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ıskalanmasına itiraz ediyorum.

 

 

Benzer bir itiraz Kürt siyasi mücadelesi içerisinde de var. Kürt halkının siyasi mücadelesinin “bireysel hak savunuculuğu”na sıkıştırılmasının ulusal varlığı ıskaladığını söyleyen bir itiraz bu.

Evet. Tam olarak bu aslında. Ben artık Kürtçe müziğin “Müzik evrenseldir” klişesiyle birlikte gündeme gelmesinden nefret ediyorum. Tamam, müziğin evrensel olduğunu ayrıca konuşabiliriz ama bunu neden Kürtçe ya da sistem tarafından hakları gasp edilen başka bir toplumun hikayesi anlatıldığında duyuyoruz sadece? Neden Türkçe bir eser üzerine konuşurken “Müzik evrenseldir” demiyorsunuz? Ya da neden Kürtlere dair bir şey anlattığınız zaman Çerkes ve Arapların da adını geçirmek zorunda hissediyorsunuz? Neden Kürtlerin sorunlarını tanımlarken çevre sorunu, sınıf sorunu, LGBTİ’lerin sorunuyla beraber ifade etmek zorunda hissediyorsunuz. Kürtlerin sorunları müstakil olarak ele alınmadığı sürece zaten bunu çözme iradesi de gelişemez. Dolayısıyla Kürtlerin sanatını da o evrenselliğin, renk skalasının içerisinde sıradan bir renk olarak görmek istersiniz. Aslında bu istek kendinizin Kürtten farkını öne çıkarmak üzere açığa çıkar.

Elbette evrensellik ve bunun ifadesinden rahatsız değilim. Evrensellik bahsinin konu Kürtler veya hakkı gasp edilen başka kimlikler olunca “yılgın bir hoşgörü”yle açılmasından rahatsızım. “Olsun, siz de insansınız” demek gibi bir şeye tekabül ediyor bu.

Sanatçıların, halkın tepki gösterdiği festival ve etkinliklere katılımı hakkında neler söyleyebilirsiniz? “Kürt tiyatrosu” – “Kürtçe tiyatro” mevzuundaki itirazınız kültürel asimilasyon bağlamında bu meseleyle de ilişkilendirilebilir mi?

Evet. Çünkü bunu söylediğin zaman egemenlere “burası senin için tehdit değil” demeye getiriyorsun. “Bu, senin izin verebileceğin ölçülerde Kurdî bir şey, Kürtlerle ilgili bir şey değil” demiş oluyorsun.

“Çünkü senin de Kurdî bir televizyon kanalın var…”

Tabii, tabii. Mesela ben şu an Ağrı Dağı’nda bir konser veremem ama bir dj, ekipmanını at veya katırların sırtında taşıyarak gidip ışık şovlarıyla konserler, partiler yapabiliyor. Ama benim 80 kişilik Nusaybin konserim 2 tane zırhlı araçla basıldı, konserim yasaklandı ve konseri verdiğimiz mekan mühürlenmek istendi. Başkaları gidip bu yerlerde popüler kültüre içkin, Kürtlere ait olmayan, Kürtlüğü geniş skala içerisindeki sıradan bir renk olarak sunan işler sergileyebiliyor. Egemen anlayış da buna müsamaha gösteriyor, tolere ediyor, onu idare ediyor. “Benim de Kürt arkadaşlarım var” klişesindeki Kürt olunca sorun yok. Kurdîlikle Kürtlük de burada ayrışıyor işte.

Şunu da eklemek istiyorum. Müzikal anlamda saygı gösterdiğim müzisyenler de tasvip etmediğim etkinliklere katıldılar. Bu konuda çuvaldızı kendimize batırmamız gerek. Konser mekânı bulamamak müzisyenler için çok büyük bir problem. Onca yıl yerel yönetimleri elinde bulunduran bir anlayışın iki tane sivil tiyatro veya konser salonu yapamayışı eleştirilmelidir. Bir sanatçının bugün Amed’de 300 kişilik bir sivil salon bulamaması, ya düğün salonları ya da kayyum belediyesine mahkum kalması sadece buraları tercih eden müzisyenlerin suçu olarak açıklanmamalı. Ben böyle mekanları tercih etmiyorum, Amed’de belediye otobüsüne dahi binmiyorum ama tercih edeni de çok suçlayamıyorum. Alternatifi yaratamamış olmak çok ciddi bir eksikliktir ve ilerisi için ders çıkarılması gerek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.