Maraş Katliamı tanıkları: Silah sıkmasaydık ya tecavüz, ya ölüm...

Haberleri —

M. ZAHİT EKİNCİ / HAMBURG


Türkiye kentleri bugünlerde linççi güruhun yeni icraatlarına sahne oluyor. Bazıları yaşananları dehşet veya şaşkınlıkla izlemeyi de her nasılsa başarabiliyor. Oysa Türk toplumsallığının oluşumunda katliamlar ve linç dalgalarının kurucu rolü çok açık. Bu linçler ve katliamlar tarihinin önemli sayfalarından biri de 38 yıl önce bugünlerde gerçekleşen Maraş Katliamı.

Mustafa Okur, Maraş Katliamı gerçekleştiğinde 12 yaşında bir çocuktu henüz; fakat katliamın izlerini gözlerinde ve belleğinde hâlâ taşıyor. Aradan geçen 38 yıla rağmen olan biteni “dün gibi” hatırladığını söyleyen Okur, ekliyor: “Bugün de televizyonlarda Şırnak’ı, Cizre’yi, Silopi’yi gördüğümde katliam ve çektiğimiz acılar yeniden bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.”

Şimdilerde Demokratik Alevi Federasyonu’na (FEDA) bağlı Hamburg ve Çevresi Alevi Kültür Evi’nin (Hak Evi) üyesi olan Okur, 38 yıl önceki katliam tanıklığını gazetemize anlattı. Hak-Evi, Kürdistan’da Türk sömürgeciliğinin vahşetine maruz kalan kentlerle dayanışma için başlatılan “Kardeş Aile Kampanyası”na katılan kurumlardan biri. Okur, bunu da katliam tanıklığıyla açıklıyor: “Katliama tanıklık etmiş insanlar, ancak birbirlerini anlayabilir. Açlığın ve korkunun ne demek olduğunu biliyorum. Maraş Katliamı’nda korkudan evimizden çıkamıyorduk. Annem hayvanlarımızı beslemek için sakladığı küflü ekmeği ıslatarak karnımızı doyururdu.”


Hiç unutulur mu?

Maraş, katliam öncesinde muhaliflerin güçlü olduğu ve birçok kültüre ev sahipliği yapan bir kent olarak tanınıyor. Peki ne oldu da bir anda “Kanlı Maraş”a döndü adı? Okur’dan o süreçte görüp geçirdiklerini anlatabildiğince anlatmasını rica ettik. “Yaşadıklarımı anlatabilir miyim, bilemiyorum” dedi ve başladı anlatmaya:

“Katliamda henüz çocuktum. Ama o zamanlar dün gibi aklımda. Hiç unutulur mu? Önceden her şeyi planlamışlardı ama bizim hiç haberimiz yoktu. Mahallemizdeki evlerin kapısına veya duvarlarına kırmızı çarpı işaretleri yapmışlardı. Bu işaretler yalnızca Alevi komşularımızın evine yapılıyordu. Aynı Nazi döneminde Yahudilere yaptıkları gibi. Babam işareti yapan kişilere, ‘Niye yapıyorsunuz’ diye sormuş, ‘Su aboneliği için’ demişler.


‘Yarın kan gövdeyi götürecek’

İki öğretmenin ölümünden sonraki cenazede mezarlığa doğru gidilirken herkesin, ‘Kahrolsun faşistler’ diye slogan attığını hatırlıyorum. Sonra Maraş Kalesi’nin önünden geçerken taş yağmuruna tutulduk. Ana baba günüydü, bağıranlar, çağıranlar... Herkes can derdine düşmüştü. O zaman Çiçek Sineması da bombalanmıştı. Bugünkü gözlerle baktığımız zaman hepimiz biliyoruz ki, bu bombalamayı da sırf bizim üstümüze atmak için onlar yaptı. Katliamı gerçekleştirmek için bahane bulmaya çalıştılar. Aynen Nazilerin Alman Parlamentosu’nu yakıp suçu komünistlere atması gibi.

Katliamdan bir gün önce annemle devlet hastanesine bir akrabamızı sormaya gitmiştik. Orada beş altı kişi kendi aralarında konuşurken ‘Yarın kan gövdeyi götürecek’ demişti. Ben o zaman anlamayıp anneme sordum. O da, ‘Yarın olaylar çıkacak’ dedi. Hatta eve gidince babama da anlatmıştı konuşmayı. Ama kimse bu kadarını beklemiyordu.

‘Allah’ını seven Alevileri öldürsün!’

Ertesi gün sabaha karşı bizim mahallenin yan tarafındaki zeytinlikten kalabalık çıkmaya başladı. Evin damına çıktım, bir grubun baltalarla mahallemize geldiğini gördüm. Şimdi anlatırken o anda hissettiğim şeyler aklıma geliyor. ‘Allah’ını seven Alevileri öldürsün! Cennete gider!’ diye bağırıyorlardı. Bizim Uçkun Sokak’a kadar gelmişlerdi. Öldüreceklerdi bizi. ‘Anne, anne’ diye bağırdım. Çok iyi hatırlıyorum, yataklarımızı koyduğumuz yerde bir yüklük vardı, onun arasında da Umman marka küçük bir silahımız vardı. Annem hemen onu çıkardı. Bayram diye bir komşumuz vardı, ona verdi. O, sokağa doğru bir el ateş etti. Babam evde değildi, o yüzden komşumuz mecbur kalmıştı. Silah sıkmasa ya tecavüz ya ölüm. Daha sonra babam da eve geldi.


Askere alkış tuttuk ama...

Saldıranların elinde silah yoktu. Balta, sopa gibi şeyler görmüştüm. Hemen, ‘Kaçın, kaçın’ diye bağırdıklarını duydum. Sonra tanklarla askerler geldi. Onları görünce dünyalar benim oldu. ‘Kurtulduk’ diye sevindik, hatta alkış bile tuttuk. O çaresizlikle düşmanımızın yardımına sevinmişiz. Askerler zeytinliğin oradaki kalabalığın önüne geçti. Bir şeyler konuştular ama ellerinde baltalar olan kalabalığa hiçbir şey yapmadılar. Sonra tekrar çekip gittiler, bizi yüzüstü bıraktılar.


‘Nene, sen niye ağlıyorsun?’

Tam kalabalık da geri çekilmeye başladı dedik ki, ülkücüler ve dinciler tekrar bizim mahalleye doğru harekete geçti. Silahlar patlamıştı, herkes tedirgin olmuştu. Bizim gençlerden de bağırtılar kopmaya başladı. Ben ağlıyordum, öleceğim diye çok korkmuştum. Bizim evin camına bir mermi isabet etti. Dedemin 70-80 yaşında bir halası vardı, ismi İsaf’tı, o da ağlıyordu. Ona dedim, ‘Nene, sen niye ağlıyorsun, sen yaşını yaşadın, biz hiç yaşamadık.’ Yaşlı nene eğildi, beni öptü, ‘Çok doğru söylüyorsun’ dedi.

Sonra Mehmet Bülbül’ün evinden Ankara’ya, Başbakanlığa telefon etmeye çalıştılar. Mehmet Bülbül’ün kızı postanede çalışıyordu, o biliyordu Başbakan’ın telefonun numarasını.



Gün gelecek, mezarlarımıza su bile dökemeyeceğiz


Alevi Piri Mustafa Deprem de Maraş Katliamı’nın tanıklarından... O günlerde Maraş’ın Elbistan ilçesinde öğretmenlik yapıyormuş. Ayrıca o dönemde demokrat öğretmenlerin örgütlendiği Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği’nin (TÖB-DER) de bölge temsilcisiymiş.

Maraş Katliamı’nın hemen öncesinde katledilen öğretmenler Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun arkadaşları olduğunu aktaran Deprem, devam ediyor: “Hacı, çocukluk arkadaşımdı. 6 yıl aynı okulda, aynı sırada okumuştuk. Alevi’ydi. Mustafa Yüzbaşıoğlu ise Sünni’ydi. İkisini katlederek hem Alevilere hem de Sünnilere ‘Ayağınızı denk alın’ mesajı vermek istemişlerdi. O esnada MHP’li eski senatör Hilmi Soydan da Elbistan’da öldürülmüştü. Elbistan’da adı konulmamış bir sıkıyönetim vardı.”

‘İlk etnik temizlik Zeytun’daydı’

Öğretmenlerin katledildiğini duyar duymaz cenazelerini almak için gittiklerini anlatan Pir Mustafa Deprem, katliam için Maraş’ın özel olarak seçildiğini düşünüyor; bu iddiasını, şöyle gerekçelendiriyor: “Maraş‘ta ilk etnik temizlik, Ermeni halkına karşı yapıldı. 1922’den önce Ermenilerin Zeytun’da (Süleymanlı) özerk yönetimi vardı. İttihat-Terakki çeteleri eliyle katliama önce buradan giriştiler. Ermeniler yok edilip göçertildikten sonra sıra Kürtlere ve Kızılbaşlara geldi. İlk katliam girişimi, 1967’de, Elbistan’da denendi. Mahsuni’nin konserini bahane ederek öyle bir zemin yaratmak istediler. Bu başarılamayınca ise bu kez Maraş’ın merkezini hedef aldılar. Çok iyi planlanmış ve projesi çok önceden yapılmış bir katliamdı.”

‘Alevilerin yurtdışına çıkması için her kolaylık sağlanır’

Maraş’ın “Milliyetçi Cephe” hükümeti döneminde demokratların ve solcuların sürgün edildiği bir merkez haline geldiğini belirten Deprem, bunun da kentte demokratik bir zemin oluşmasına katkı sağladığını belirtiyor. “Kentte Alevi-Sünni çelişkisinin yanı sıra bir de böyle muhalif kimlik vardı“ diyen Deprem, devam ediyor: “Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilk kadrolarının buradan çıkması da tesadüf değil. Tabii tüm bunlar, devletin dikkatinden kaçmıyordu. Tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapması ve İpek Yolu üzerinde bulunması sebebiyle de iktidarların hep hedefinde oldu. Katliam, ‘öldürebildiğini öldür, kalanını göç ettir’ politikasıyla gerçekleştirildi. Zamanında Ermenilere yapılanın aynısıydı bu. Fiziki katliamın yanı sıra toplumsal katliamın da ön ayağıydı. Keza katliamdan sonra bölge insansızlaştırıldı. Birçok Alevi, soluğu Avrupa ülkelerinde aldı. Bu politika günümüzde de geçerli. Alevilerin yurtdışına çıkması için her türlü kolaylık sağlanır.”

Son ‘vuruş’: AFAD kampı 

Katliamdan sonra bölgenin etnik çeşitliliğine çok büyük darbe vurulduğunu da ekleyen Deprem, sözü kentte yeni kurulan mülteci kampına getiriyor: “Tüm bu acıları bölge insanına az görmüş olacaklar ki, uğursuz planlarını bugün de devam ettiriyorlar. AFAD’a bağlı mülteci kampı, hiç de masumane bir girişim değil. Bu kamp, bölge insanının sonucu getirecek. 5 bin Alevi’nin yaşadığı yere, 25-30 bin insan yerleştirerek bölgenin demografik yapısını tümden değiştirmeyi hedefliyorlar. Buna karşı yapılan gösteriler de KHK’lar ile yasaklanıyor. Öyle bir gün gelecek ki, biz Aleviler, mezarlarda yatan ölülerimize bir tas su bile dökemeyeceğiz. Buna karşı mücadele etmekten ve örgütlülüğümüzü geliştirmekten başka seçeneğimiz yok.”


‘Bir Alevi öldüren beş kez hacca gider’

19 Aralık 1978 gecesi saat 21:00’de bir ülkücünün, Çiçek Sineması’na yerleştirdiği tahrip gücü düşük bir bomba, Maraş Katliamı’na giden olaylar zincirinin ilk adımını oluşturdu. Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup faşist militan, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla seyirci kitlesini “coşturarak” Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binasına saldırttı.

Bombanın patlamasından hemen sonra, Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Maraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ve 2. Başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatlarıyla bombayı attığı iddia edilen Ökkeş Kenger, Ankara ÜGD’ye telefon ederek “yardım” talebinde bulundu.

Polis sokaktan çekildi

Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kıraathane bombalandı; 21 Aralık’ta Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi iki öğretmen öldürüldü. 22 Aralık günü, bu iki öğretmenin cenazesini taşıyan kalabalığa, faşistlerin “komünistlerin, Alevilerin cenaze namazı kılınmaz” diyerek tahrik ettikleri kalabalık saldırdı. Bağlarbaşı Camii imamı Mustafa Yıldız, cuma vaazında şu “öğütleri” vermişti:

 “Oruç tutmak namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır; bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır; çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz.”

Kalabalık dağılıp cenazeler ortada kalırken; güvenlik güçlerinin müdahalesiyle karşılaşmayan saldırgan kitle kent çarşısına yürüyerek Alevilere ait işyerlerini tahrip etti. Çatışmalarda 3 insan öldürüldü.

22 Aralık gecesi faşistler, Sünni mahallelerinde “Ertesi gün solcu Alevilerin silahlı saldırı yapacağını“ anlatarak kitlesel biçimde silahlanılmasını sağladı. 23 Aralık’ta Maraş’taki olaylar karşılıklı çatışma boyutunu tamamen yitirerek solculara ve Alevilere dönük bir kıyama dönüştü.

24 Aralık’ta ilan edilen sokağa çıkma yasağına, yalnızca kendi can güvenliklerini bile sağlayamayan güvenlik kuvvetleri uydu. Günden güne tırmanan gerginliğe ve valiliğin 21 Aralık’tan beri yinelediği taleplerine rağmen kente askeri güç gönderilmemişti. Saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, “polis-halk çatışmasını önleme” gerekçesiyle 23 Aralık sabahı kentteki bütün polisler de görev dışı bırakıldı. Bu koşullarda 24 Aralık günü, faşistlerin çevre köy ve ilçelerden getirdiği silâhlı grupların takviyesiyle, kıyam insanlık dışı boyutlar kazandı.

Resmi rakamlara göre 111 kişi öldü

“Komünistleri bırakmayın, Allah yoluna kesin, Sütçü İmam aşkına vurun”, “Bugün cihad günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri öldürelim, memleketten temizleyelim”, “Alevileri öldürün, şahit kalmasın” diye bağıran faşist ajitatörlerin sürüklediği kalabalıklar, Alevilerin yaşadığı Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Mağaralı, Karamaraş mahallelerine saldırdı. Bu mahalleler taranıp, bombalanıp, kundaklandıktan sonra muhasara altına alındı. Ölülerin taşınması, yaralıların hastanelere götürülmesi engellendi, hastaneler kuşatıldı; insanlar, kadın, çocuk, hamile, yaşlı, hasta, yaralı ayrımı yapılmadan öldürüldü. Faşistlerin “Aleviler dinsiz ve sünnetsizdir” provokasyonuyla gözleri kararan saldırganlar, insanların pantolonlarını indirip sünnetli olup olmadıklarına baktı. Alevi mahallelerinin yanı sıra Sünni mahallelerinde de önceden işaretlenmiş Alevi evlerine baskınlar yapıldı.

Ancak 25 Aralık akşamı tamamen yatışan saldırılarda, resmen saptanabilen ölü sayısı 111’di. Yüzlerce kişi yaralanmış, aralarında CHP, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Komünist Partisi (TKP), Töb-Der, Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der) binalarının ve Sağlık Müdürlüğü’nün bulunduğu 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştı. Katliamın ardından binlerce Alevi Maraş’ı kaçarcasına terk etti. CHP milletvekili Oğuz Söğütlü, yaşananların açık soykırımdan başka bir şey olmadığını, Alevi nüfusun yüzde 80’inin kenti terk ettiğini söyledi.

Tatilde ne yaptınız? Alevilerin evlerini yaktık!

Sanki herkes bizim ölmemizi istiyordu. Bizim mahallede birkaç silah olmasaydı, belki de hayatta olmayacaktım. Katliam yatıştıktan üç dört gün sonra okul başlamıştı. Öğretmenimiz bize ilk derste yaptıklarımızı anlattırdı. Birkaç öğrenci, ‘Biz Alevilerin evlerini yaktık’ diye anlattı. Ama öyle bir sevinçle anlatıyorlardı ki! Bizim mahallenin evlerinden radyo ve başka mallar çaldıklarını da anlattılar. Öğretmen hiç tepki vermedi.”


Maraş katili, milletvekili oldu!

Eski Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Milletvekili Akın Birdal, 2010 yılının Aralık ayında Maraş Katliamı‘na ilişkin Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için araştırma önergesi vermişti. Birdal, o önergede katliama ilişkin dava sürecini şöyle özetliyordu:

“Olaylardan sonra çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak nitelendirilen 804 kişi hakkında dava açıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991’e kadar sürdü.

Sanıklardan 29’u idam, yedisi müebbet hapis, 321’i 1-24 yıl arasında hapisle cezalandırıldı. İdam ve müebbet hapis cezaları dışındakilere altıda bir oranında cezai indirim uygulandı.

Cezalar 1991’de çıkarılan Terörle Mücadele Yasası nedeniyle ertelendi. Sanıklar serbest bırakıldı.

Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979’da, Halil Sıtkı Güllüoğlu 3 Şubat 1980’de ve Ahmet Albay 7 Nisan 1980’de saldırıya uğradı, 3 Mayıs 1980’de hastanede hayatını kaybetti.

Yargılananlardan bazıları daha sonra milletvekili olarak TBMM çatısı altında yer aldılar. Davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger yargılanıp beraat etti ve soyadını Şendiller olarak değiştirdi. Daha sonra 1991 yılında Refah Partisinden 19. Dönem Kahramanmaraş milletvekili seçildi.”

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.