MEHMET SÖÐÜT: Torino ve Hz. İsa’nın kefeni

Doğadaki kutsallığın izini bir damlacık suda da bulabiliriz; insan beyninin gücünde ve insan ruhunun güzelliğinde de. Yeter ki kendimize manevi bir dünya oluşturmaya çalışalım.
İnsanın inanca olan ihtiyacını bilen egemenler, bu yönümüzden yararlanmışlardır. En inanılmayacak şeyleri inanılır kılmışlar ve onun için inançlar yaşamdan kopuk gelişmiştir. Günümüzde de çarpıtılan inanç, gittikçe insana zarar vermektedir. Bu zararlar, salya sümük ağlayan sümüklü ve fırıldak Fethullah Gülen gibilerden tutalım da, herhangi bir nesneyle rant elde edenlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar.
Yaşam için hayati olan şeyler değil de, yaşama zarar veren, kişiyi köleleştiren bir yapıya dönüştürülen inançlar, dostluğu ve sorguyu içinde pek barındırmaz. Sonuç itibariyle kuldur insan. Hatta köleleştirilmiştir. Halbuki insan can olarak bilinmelidir. Değerlidir. Hele ki dostsa, baş tacıdır.
Torinolu yazar Cesare Pavese doğa hayranıydı. Torino’yu kırlarıyla, güzellikleriyle anlatmıştı. Dostlarına rağmen yalnızdı. 1950’de bir otel odasında yaşamına son vermişti. Hem de kutsal kefene çok yakın bir yerde. Ölümü çağrıştırıyordu gideceğim şehir. Yaşamına son veren Cesare Pavese ve bir kefen... Her şey ölümle ilgili, dostluklar hariç.
Dostluklar öğreticidir. Dostluk şerbetini içenler için dostlar vazgeçilmezdir. Ben Torino’daki Hz. İsa’ya ait olduğuna inanılan kefeni biliyordum. Gidip ziyaret etmeyi de hep düşünmüştüm. Çok değer verdiğim Halit Kaplan’ın oraya göçtüğünü öğrendikten sonra ilk işim Torino’yu ziyaret etmek oldu. Halit Kaplan ise dost canlısı biridir. Dosta değer vermeyenin bu dünyada cehennem azabını çekeceğini de bilir. Ekseninde can vardır. Gerisini pek önemsemez. Bu duygularla Torino’ya vardım.
Bir an önce kutsal kefeni görmek isterken, beni Sinema Müzesi’ne götürdü. Sinema tekniği gözlerimizin önündeydi; film afişleri ve birkaç yerde gösterilen kadim filmler... Müzenin içine mistik bir hava egemendi. Müzede bulunan her şey simetrik bir düzen içerisinde. Fısıltıyla konuşulabiliyordu ancak. Şezlonga uzandık film izlemek için. 1916’da çekilmiş olan filmin konusu ağırlıklı bu müzenin içinde geçmişti. Şezlonga uzanarak seyrediliyor filmler. Şezlongda ise hoş bir müzik yükseliyordu. Biraz daha kalsak uyuya kalacağız neredeyse. Filmde yanı başımızda duran heykelin karnında alevler yükseliyordu. Ve insanlar o karnı açılıp kapanan heykele çocuklarını sunuyorlardı. Aslında tanrılara insan adamak günümüzde de devam etmektedir. Din için ölen binlerce insanı düşündükçe, geçmiş tanrıların daha insaflı olduğunu düşünüyorum. Aklımın bir köşesinde ise Hz. İsa’nın kefeni var...
Kefenin bulunduğu katedrale gidiyoruz. Katedraldeki ikonalar göz alıcı. Her tarafında Hz. İsa ve Meryem Ana’ya ait kesitler... Kefenin boyu 436 santim, eni 110 santim keten kumaşın üzerinde yer yer kan ve pas rengi lekeler...
Haç çıkartan, diz çöküp dua eden insanlar... Kefeni olduğu gibi göstermiyorlardı. Ekranda ancak görebiliyorduk. Kefenin üstünde çakılan mıhların delikli yerleri, kan izleri ve Hz. İsa’ya ait olduğu söylenen bir fotoğraf. Fotoğraftaki yüz sakallıydı. Hatta sabredip dikkatlice bakınca tüm bedenini de görebiliyorsunuz. Kefen halka sergilendiği zaman milyonlarca insan Torino’ya akın ediyormuş.
Torino’daki Hz. İsa’ya ait olduğu söylenen kefen için birçok fikir ve inanç öne sürülmüştür. İlk Fransa’ya 1357’de Haçlı Seferleri’yle getirildiği söyleniyor. Eşi Haçlı Seferleri’nde ölen bir kadının geçim sıkıntısında böylesi bir şeye başvurduğu sanılıyor. Bu kadın daha sonraları İtalya’da oturan akrabalarına satıyor kefeni. Ortaçağ’da Vatikan’da yaşanan bir skandaldan sonra, Papa gidip bu kefeni alıyor. Ve Leonardo da Vinci çağırıp, cinsel tercihinden dolayı böylesi bir sahtekarlığı yapmasını istemişler. Da Vinci ise Ortaçağ’da zekasıyla milyonlarca insanla dalga geçmiş. Yani zekasıyla kurtulur yalımlı ateşlerden. Fotoğraf makinesinin henüz bilinmediği bu çağda kendi fotoğrafını kefenin üstüne işleyebilmiştir. Çünkü kefende herhangi bir fırça darbesi yok. Boya izine rastlanılmamış. Onun için yıllarca bu kefenin Hz. İsa’ya ait olduğuna inanılmış. Ama günümüzde yapılan karbon testinde bir sahtekarlık olduğu ortaya çıktı. Çünkü kefenin tarihi Hz. İsa’nın ölümünün çok sonralarına denk geliyor. Torino Kefeni, 1532’de katedralde çıkan bir yangında zorlukla kurtarılmış. Kefenin Hz. İsa’ya ait olduğuna inanan insanlar ise hala var.
Matematikçi, mimar, ressam, mucit, müzisyen... Leonardo da Vinci’in zekasıyla yalnız karşılaşmıyorsunuz Torino’da, ince ince işlenilmiş katedralleri ve taş parkeli yolları ve Kraliyet Sarayı ile Torino görülmeye değer bir yerdir.
Torino’da değerli dostum Halit Kaplan’ı bırakırken, Leonardo da Vinci’nin zekasını ve Hz. İsa’nın dostları olan havarilerini düşünüyorum. Ve kutsal olduğuna inanılan kefeni... Zararsız bir inanç olduğu için, “Varsın inananlar inansın”, diyorum kendi kendime.
Gitmişken tepedeki katedralin kubbesinde Torino’yu seyretmeyi de unutmayın...
