Öncü nasıl yaşarsa öyle bir toplum kurar

Öncü kendisi nasıl yaşıyorsa, öyle bir toplum kurar. Nasıl yaşıyorsanız, yapacağınız da ona uygun olur. Eğer bir parça modernite, bir parça sosyalizm yaşıyorsanız, oraya hakim olan modernite olur. Duygusalın bir kıymeti olmaz. Buna 'sol romantizm' denilir. Dolayısıyla 'sol romantizm'le kuracağınız şey, modernite ve de kapitalizm olur.
BARIŞ BALSEÇER / STRASBOURG
Tecride karşı 137 gündür Strasbourg’da süresiz–dönüşümsüz açlık grevinde olan siyasetçi Mustafa Sarıkaya ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin en önemli komutanlarından olan ve 15 Ağustos atılımının öncüsü Komutan Agit (Mahsum Korkmaz) üzerine konuştuk. Biz sordukça Sarıkaya anlattı. O anlattıkça bilinmesi gereken ne kadar çok şeyin olduğunu, öne çıkması gereken ama yıllardır hep geri planda kalan söylemlerin neler olması gerektiğini daha fazla düşünüyorum. Anlatırken Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın bu konulara yaklaşımının ne olduğunu, nasıl yorumladığını da anlatıyor ve tabi onun devrimci yaşamını da. Türkiye sol hareketlerinin Kürt Özgürlük Hareketine yaklaşımlarına da değiniyor Sarıkaya. Tarih tadında geçen söyleşimize Komutan Agit'le başlıyoruz.
Komutan Agit ile ilk ne zaman tanıştınız? Nasıl biriydi?
Heval Agit ile 1981 yılının Temmuz ayında daha sonra ismi Mahsum Korkmaz Akademisi olan Merkez Kampı’nda karşılaştık. O zaman kodu Naif Hoca’ydı. Kamp yönetiminde yer alıyordu. Genel yapı içerisinde doğal olarak bir ağırlığı, bir otoritesi vardı. Tabi o zaman kimsenin gerçek ismini bilmiyorduk. Askeri teori üzerine kafa yorduğu belliydi. Yani askeri sanat ve askeri teori üzerine özel bir uğraşı vardı. Sanırım 1981 yılının sonbaharıydı. “Savaş, ordu, ayaklanma” diye bir seminer hazırlanmıştı. İsmi öyle aklımda kaldı. O semineri bize vermişti. Dünya devrim deneyimlerini, savaş boyutu ile inceleyen bir seminerdi. Ama aynı zamanda savaşın başlangıç tarihi, genellikle hem silahlar açısından, askeri taktik- strateji açısından, savunma ve savaş sanatının yaşadığı değişimleri, evrimleri, yenilikleri içeriyordu. Özgün olarak da gerilla açısından daha çok ulusal kurtuluş devrimlerinin savaş taktikleri Mao, Vietnam, Küba deneyimi, Afrika’daki Ulusal Kurtuluş Hareketleri irdelenmişti. Ayaklanma açısından ise yanılmıyorsam Rus Devrimi kapsamlı şekilde irdelenerek ele alınmıştı. Kapsamlı bir çalışmaydı. Paris Komünü gibi genel ayaklanma deneyimleri de ele alınmıştı. Hatırladığım kadarıyla Spartaküs’ten itibaren ele alınmıştı.
Heval Agit'in askeri sanat üzerine özel, özgün, derinlikli bir yoğunlaşması vardı. Heval Agit’in kişiliği ve duruşu çok etkileyiciydi. Ciddiydi. Tek bir laubali hareketini görmedim. Kişiliğinde boşluk hissettiren bir anını görmedim. Yaptığı işin ciddiyetinin farkında olduğu belliydi. O an, o atmosfer içerisinde bunu anlamlandırma düşüncemiz yoktu. Sonradan insan bunu bir yere oturtuyor. Bu düşünceler sonradan bende oluştu. İlk karşılaştığımda, beraber kaldığımız 3–4 ay sürecinde en belirgin özelliği nedir diye sorarsanız, aklımda kalan onun ciddiyetiydi. Devrim ve devrimciliği, savaşı, örgütü, partiyi ve dolayısıyla onun gerekli kıldığı yaşamı, oldukça ciddiye alan bir arkadaştı. Duruşu, üslubu ve de tarzıyla bunu hissettiriyordu.
Yakın dövüş eğitimini o bize verdi. Süngü savaşı, düşmanla yüz yüze kalma durumunda çeşitli savunma ve saldırı biçimleri üzerine eğitimler verdi. Bu konulara hakimiyetinden anlaşılıyordu ki, bunların iyi bir eğitimini almıştı. Gerilla yaşam tarzı ve gerillanın hareket tarzı eğitimini de görüyorduk. Gece hareket etme eğitimimizin bir parçasıydı. Böyle bir yürüyüşte bizim kolun komutanlığını yapmıştı. Gece uzun bir yol yürümüştük Bekaa dağlarında. Hem genelin hem de bizim kolun sorumlu komutanıydı. Bir yerde mola verdik, sigara içtik. Sanırım iki gün sonraydı. Gidip mola verdiğimiz yeri kontrol etmişti. İzmaritlerimizi yakalamıştı. Bunun üzerine bizlere eleştiri yöneltti. “Böyle gerillacılık olmaz” demişti. “Sigara içmişsiniz, izmarit bırakmışsınız. İz bırakmışsınız. Lübnan’dayız, rahattır, burada eğitim görüyoruz ama burasını da düşman sahası olarak kabul edeceksiniz. En ufak iz, grubun, timin imhası anlamına gelir.” Bizim manga ile böyle bir eleştirel eğitim yapmıştı. Genelde sessiz, sakin bir arkadaştı. Çok konuşkan bir değildi.
Dünya devrim hareketlerine baktığımızda, mesela Che Guevara gibi devrimcilerin herkes tarafından tanınmasına rağmen, Kürt Özgürlük Hareketi’nde yer alan öncü ve tarihi isimlerin öne çıkmadığını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu biraz sistemle değerlendirmek gerekiyor. Sistem yenilgiye uğrattığı devrimci hareketleri ve önderliklerini yeri geldiğinde, kullanıyor ve kendi karşı propagandası aracı haline dönüştürüyor. Katledilmiş kahramanları markalaştırıyor ve çıkar amaçlı kullanıyor. Che başta olmak üzere, dünya devrim hareketinin önemli, başarılı öncülerine de bu yapıldı. Che, Küba Devrimi’nde başarılı ama Küba Devrimi sonrası hayat felsefesine uygun olarak, başka yerlerde, başka ülkelerde anti–emperyalist, anti–faşist, anti–diktatöryel mücadeleyi sürdürme kararlılığında olan bir enternasyonalist. Değişik ülkeleri deniyor, zorluyor ve en son gittiği yer Bolivya’dır. Afrika sürecinde olsun, Bolivya sürecinde olsun aslında Che Guevera günün dünyasında 'terörist' olarak addediliyor, bir maceracıdır. Günümüzdeki gibi bir uluslararası simge, bir çekim merkezi haline getirilmiş değildi. Elbette dünya devrim hareketi kadroları, arayış içerisinde olan devrim hareketleri ona sempati duyuyordu. Herkesin kalbinde bir taht kurmuştu. Ama uluslararası anlamda, evrensel boyutta fotoğrafıyla, rengiyle, sesiyle, söylemleriyle, inandıklarıyla, mücadelesiyle çok öne çıkmamıştı o dönem. 1967 yılının sonbaharında Bolivya’da katledildi. Bu bir anlamda Bolivya devriminin yenilmesi, o devrimci ruhun da Latin Amerika’da gerileme sürecine girmesi anlamına geliyordu. Bu yenilgi ve gerileme dönemi sonrası ise onun parlatılması, öne çıkarılması durumu var.
Şunu belirtmek istiyorum. Halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesinde ortaya çıkan başarılı, kahramanlar var. Yaşadıkları dönemlerde sistem tarafından eşkiya, terörist olarak damgalanırlar. Karalamak için haklarında olmadık hikayelerin uydurulduğu, devrim öncüleri bunlar. Kürdistan Özgürlük Hareketi kendi mücadele pratiğiyle buna izin vermedi. Reber Apo ve PKK gerçekliği buna izin vermedi. Çünkü kendi kahramanını kendisi yarattı ve bunu kesintiye uğratmadı. Hep besledi ve kendisi kendi rengini verdi. Binlerce Agit yarattı ve aynı zamanda Agit’i kendi doğduğu inanç, mücadele geleneği, kahramanlık köküne bağlı olarak yaşattı. Yani birisinin onu alıp kullanmasına izin vermedi. Onu değerleriyle barışık ve bütün içerisinde ele aldı, yaşattı.
Agit nedir? Tümden tarihin dışına itilmiş, yokedilmiş, umutları tümden köreltilmiş, darbelenmiş, örselenmiş, kendisini bile ifade edemez duruma getirilmiş bir halkın yeniden çığlığa, savaşa dönüşen, komutanlaşan önemli bir simgedir. Bu PKK’de muazzam bir gerillacılığa dönüştü. Ve sürekli üretti. Dolayısıyla Agit, tarif ettiğim bu kökün üzerinde hep yaşatıldı.
Şimdi ise Reber Apo felsefesi ile birlikte giderek gerçek kaynağından, kökünden, anlamından kopmadan evrenselleşiyor. Botan’da sanırım çekilen Komutan Agit’in o fotoğrafı şimdi evrenselleşiyor. Gerçekten de Heval Agit’i çok iyi de yansıtan bir fotoğraftır. Bazı anlar, bazı kareler vardır o kişiliği tüm hakikati ile yansıtır. Dağ, ufuk, duruşu, saçı, bıyığı, giyimi kuşamı kısaca hepsi birbirini tamamlıyor. Bir halk kahramanını, bütünen yansıtır. Halk ve insanlık kahramanını bir destana, şiire ve romana dönüştürür o kare.
O, kökü ve gerçekliği ile evrenselleşiyor. Bu bence birçok kahramanın başaramadığını PKK, direnişçiliğinin, yenilmezliğinin, ısrarının ve 46 yıldır Reber Apo’nun yenilgiye uğramayan direnişi, bu tür destansı, kahraman ya da deha kişilikleri kendi köklerinden kopartmadan öz anlam ve öz değerleriyle yaşatıyor ve bunu tüm Kürdistan’a mal etti. Tüm Kürtlere ve Kürdistan’da yaşayan topluluklara mal etti. Şimdi o ısrarın kökleriyle alakalı şekilde evrenselleşiyor.
Che Guevara’dan Spartacüs’lere kadar birçok direniş önderi gerçekliğinden koparıldı. Günümüzde Spartacüs hakkında yapılan bazı filmlere bakıyoruz. Anlık bir esinti şeklinde ele alınıyor. Belki haklı bir nedeni de vardı ama yenilen ve yenilgiden sonrada istedikleri biçimde kullanılır hale getiriyorlar. Kapitalist modernitenin pazar piyasası, bir tüketim alanı yaratıyor ve ihtiyaç duyduğu oranda kullanıyor.
Kürt Özgürlük Hareketi ise buna izin vermedi, ideolojik ve pratik yaşam içerisinde kendi yarattığı kahramanları sahiplendi, yaşattı ve yeniden yarattı. Agit ve benzeri birçok kahraman var. Alişer, Zarife, Çiçek, Beritan, Delal Amed, Nuda sürekli kendisini o gelenekte üreten, yaşatan ve kendi kökünden kopmayan bir kişilik duruşu ve komuta duruşu var. Agit bu açıdan bizim cenahtadır, burdadır ve onun hakettiği şekilde bir destan ve şiirdir. O destana, o şiire biraz kulak kabartan, anlayan ve umut bağlayan yeni devrimci güçler ile birlikte giderek, evrenselleşen bir kimliğe bürünüyor.
Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye Sol hareketlerini kıyasladığımızda, KÖH büyüyerek büyük bir devrimci mücadeleye dönüştü. Türkiye Sol hareketleri hangi noktalarda kırılma yaşadı? Nerelerde gerilemeye başladı?
Türk Sol hareketi tarihi incelendiğinde ya da tarihi verilerle ele alındığında, bir dönem ciddi önderler ortaya çıkardı. Ciddi plan ve projelerle yol almak isteyen, gerçekten de toplumun Türkiye ve Kürdistan coğrafyasının üzerinde yaşayan halkların kaderini değiştirecek kişilikler ortaya çıkarmıştır. Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan böyle önemli tarihi kişiliklerdir. Kendi koşulları içerisinde toplumsal ve devrimci dalgalanmalara yol açan önderler. Daha farklı şeylerde olabilirdi, tarihsel koşullar içerisinde rollerini oynadılar. Ondan sonraki süreçte onların mirasını devralan, biraz da onların tam öngöremedikleri, yakalayamadıkları, tam çözemedikleri ya da tam ayırdına varamadıkları tüm noktalar, Reber Apo kişiliğinde bir bütünlüğe ulaşıyor. Önder Öcalan, kendi önderlik kişiliğinden bahsederken, 7–8 aylık Mamak sürecini ele alır. O sürece ilişkin bazı önemli vurguları var. Tüm bu deneyimlerden ders çıkararak, şöyle bir şey diyor: “Yenilmez bir örgüt yaratmak.” Anlaşılıyor ki, Önder Öcalan’da o yenilmez örgüt diyalektiği şöyle bir ifadeye de kavuşuyor: “Yenilmez bir örgüt yaratmak için, yenilmez bir Önderliğe ihtiyaç var.” Bu Önderlik herhangi bir militan gibi davranamaz, herhangi bir insan gibi davranamaz. Tamam, ağır bir yüktür ama bir işi Önderlik düzeyinde omuzlarsan, herhangi bir militan gibi davranamazsın. Çünkü, sorunlar çok karmaşık, derin, köklü bir düşman gerçekliği var. Tepeden tırnağa örgütlü, hileli, hurdalı, sistemli bir düşman.
Devlet mekanizması anlamında söylüyorum, sadece kendisini örgüt düzeyinde bir kurumlaşmaya, bir sistematiğe, bir mekanizmaya dönüştürmemiş. Aynı zamanda kendisini topluma yedirmiş, toplum hafızasında kendisini kurgulamış, örgütlemiş bir yapı. Dolayısıyla böyle bir yapıya karşı Önder Öcalan’ın deyimiyle “nerdeyse iğne ile kuyu kazma” şeklinde bir mücadeleye başlıyorsun. Dolayısıyla basit ve de sıradan bir yaklaşımla, mücadeleyi ele alamaz ve de yapamazsın. Sadece militanlık düzeyinde bir direnişçilik, yetmiyor. İbrahim de, Mahir de, Deniz de var ama sonucunu net gördük.
Bütün bu sonuçlar Önder Öcalan’da bir tecrübe, bir birikim ve de deneyim yaratıyor. Bu anlamda yenilmez bir örgüt, yenilmez bir Önderlikten geçiyor. Bu yenilmez Önderliğin yaşamı, tarihi bir yalnızlığa dönüşüyor. Önderliğe ait bu yalnızlık yeni ve dinamik bir toplumsallık yaratıyor. Önder Öcalan bunu dile getiriyor. Yaşamı, yalnız yaşayan bir insanın yaşamıydı. Bu anlamda kendi içerisinde bir toplum yarattı. Kendisini çoğalttı. Mamak sürecinde Önder Öcalan bunu ortaya koyuyor: “Yenilmez örgüt yaratacaksın, yenilmez örgüt tüm garantisini bir kişide düğümleyecek.” Açık kapı olmayacak, tek bir sızıntı olmayacak. 46 yıllık yaşam böyle bir yaşamdır.
Kürt Özgürlük Hareketi’ni sosyalist görmeyen söylemler de hep var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önder Öcalan’ın 2004 yılında başlattığı, yeni bir toplumsal hareket ve örgütlenme yaratma çalışması vardı. Türkiye ve Kürdistan’ı kapsayan HDP, HDP projesini ortaya koydu. O zaman çatı partisi adı altında, çalışma yürütüyorduk. Bende, çalışmanın içerisinde yer alıyordum. Türk Solu çevresiyle görüşmelerimiz oluyordu bu dönemde. Türk sol tarihinin önemli bir şahsiyeti çatı partisi üzerine tartışma yürütürken, “PKK ciddi bir toplumsal muhalefeti yaratmış, Kürtler güçlü bir devrimci dinamik. Ama sosyalist değil. Onları sosyalistleştirmeliyiz” demişti.
En yakınımızda olup da, en uzağımızda olanlar da PKK’yi, ulusal, yurtsever hareket olarak tanımlıyor. PKK onlara göre sosyalist değil ve sosyalistleştirilmesi gereken, ilişki kurup devrimcileştirilmesi gereken bir örgüt olarak görülüyor. Hala kendilerine böyle bir misyon biçme var. Onların nezdinde Önder Öcalan, sosyalist önder değildir. Bir Kürt önderidir, bir ulusal önderdir, biraz sola açıktır. PKK de onlara göre böyledir.
Önder Öcalan tabi ki tepeden tırnağa bir Kürt Önderdir. Ama Önder Öcalan, ilk yaşam deneyimlerinden itibaren; haksızlığa, adaletsizliğe, vicdansızlığa, ahlaksızlığa isyan eden bir önderliktir. Haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye ve de vicdansızlığa isyan, zaten sosyalizmdir. Toplumsal doğaya uygun bir reflekstir. Uygun bir duruştur. Birçok insan sosyalizm ideolojisi ile uğraşmıştır. Propagandasını yürütmüştür. Ama dönüp bu kişilere baktığımızda, yaşamları kapitalistçedir.
Önder Öcalan öyle değil işte. Yaşam tarzı sosyalistçedir. Devrimci önderlik çizgisi ve Önderlik tarzının bu kadar etkili ve cezbedici, hayranlık, sevgi ve bağlılık uyandırıcı yönü de buradan geliyor. Yani Önder Öcalan, sosyalizmi sadece teoride, ideolojide, propaganda ve ajitasyonda söyleyen, arkasını dönüp gündelik yaşamını kapitalist modernitenin içinde devam ettiren, kapitalist modernitenin her türlü etkilerine açık bir yaşamı sürdüren, bir kişilik olmadı.
Bu açıdan hem yaşam olarak sosyalisttir, aynı zamanda tepeden tırnağa bir Kürt önderidir. Arasına çok ayrım koymak gerekmiyor. Şöyle ki, Kürtler çok ezilen, horlanan, ötelenen, kimliksizleştirilen, her şeyi gasp edilen bir halktır. Bu ulusal sorunu çözmek istiyor. Önder Apo bu sorunun reçetesi ve çözümüdür. Ama ulusal sorun çözüldükten sonra “nasıl yaşanılacak?” sorusunun cevabı da verilmek zorundadır. Özgürleştirilen Kürdistan’da yeni toplumsal yaşam, nasıl olacak?
Bizim Kürdistan diye bir derdimiz var ve ayrıca Kürdistan kurtulduktan sonra nasıl bir toplumsal yaşam olmalı, derdimiz de var. PKK muazzam bir ulusal kurtuluşçu, devrimci harekettir. Kahramanlık düzeyinde destanlar yazmış ve de yazıyor. Aynı zamanda solun değeridir. Bir halk eziliyor ve de kimliği yok ediliyorsa, bu solun temel sorunudur. Buna ciddiyetsiz yaklaşan, toplumsal demokrasiyi, toplumsal adaleti, toplumsal eşitliği inşaa edemez. Eğer kimlik bazında bu yapılamıyorsa, ekonomik ve toplumsal yaşamda da yapılamaz. Bu mücadele dolayısıyla Kürdistanidir, Kürt rengindedir ve destan gibidir. Ama aynı zamanda yarına dair bagajı da doludur. Yarına dair, “Kürdistan özgür olacak ve toplumda özgür olacak, özgür, eşit, demokratik bir toplum inşa edilecek” diyor. Ve bu sosyalizmdir.
PKK, -reel sosyalizm anlamında- deyim yerindeyse berbat hale getirilen, kocaman ceberrut devlet haline getirilen, demokrasiden uzak, sorunun çözümünü yarına havale eden anlayışta değil. “Hele bir devleti yıkalım, Kürdistan’ı kuralım, ondan sonra sosyalizmi geliştirelim” demiyor.
Reber Öcalan ve PKK mücadelesinde sosyalizm, geleceğe havale edilmeyerek, an’da yaşatılıyor. Öncü kendisi nasıl yaşıyorsa, öyle bir toplum kurar. Nasıl yaşıyorsanız, yapacağınız da ona uygun olur. Eğer bir parça modernite, bir parça sosyalizm yaşıyorsanız, oraya hakim olan modernite olur. Tek başına duyguların, bir kıymeti olmaz. Buna 'sol romantizm' denilir.
Dolayısıyla 'sol romantizm'le kuracağınız şey, modernite ve de kapitalizm olur. Nitekim deneyimler bunu gösterdi. Büyük bedellerle yıktıkları şeye dönüşmekten, kurtulamadılar. Kötü insanlar olduğu için değildi. Onlar muazzam kahramanlıklar gösterdiler.
Devrim tarihlerinde gerçekten de insanın her an saygı duyacağı, minnetle anacağı, destanlar vardır. Büyük kahramanlıklar, fedakarlıklar, özveriler vardır. Hepsi de inanç temellidir. Ama yaşam tarzında, o an’da, devrime giderken, öncü safında, öncü, parti ve cephe içinde bu yaşam tarzı kurulmadığı için; ajitatif düzeyde, romantizm düzeyinde kaldı. İktidarı ele geçirdiklerinde, iktidar kendi hükmünü icra etti. İktidar hükmü tekrardan kapitalizme dönüştü.
