Önemli olan direnişin sonuçlarıdır
Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan Reşat Özdil, açlık grevi ve ölüm orucu sonrası tedavilerin devam ettiğini belirterek, “Bizim için sağlık sorunları ikinci, üçüncü plandadır. Önemli olan, direnişin sonuçları ve kattıklarıdır” dedi.
Ölüm orucunu, Öcalan’ın çağrısıyla sonlandıran tutsaklardan Reşat Özdil, tecride karşı duruşla birlikte kendileri açısından oldukça eğitici bir süreç olduğunu belirterek, mücadelenin devam edeceğini söyledi.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven, 7 Kasım 2018’de görülen duruşmasına Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katılarak, devleti kendi hukukuna uymaya çağırdı ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevi eylemine başladığını duyurdu. Güven’in 8 Kasım’da başlayan eylemi 200 gün sürdü. Aynı taleple dünyanın birçok yerine ve tüm cezaevlerine yayıldı. 30 tutsak kamuoyunun ve yetkililerin sessizliğine tepki amaçlı açlık grevi eylemini, ölüm orucuna dönüştürdü. 7 tutsak ise tecride karşı protesto eylemi gerçekleştirerek şehadete ulaştı. Direniş süresince tutsak aileleri başta olmak üzere halk da ülkenin birçok yerinde eylemler gerçekleştirdi. Beyaz tülbentli tutsak anneleri, çocuklarının ölmemesi için alanlara çıktı; nöbet ve oturma eylemleri ile yürüyüşler yaptı, Ankara’da bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Eylemlerin yarattığı etki sonucu Öcalan’ın avukatları 8 yılın ardından İmralı Cezaevi’ne giderek iki görüşmeyi gerçekleştirdi. Asrın Hukuk Bürosu’nun müvekkilleri Abdullah Öcalan’ın açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri ile ilgili çağrısını 26 Mayıs’ta kamuoyu ile paylaşması üzerine de eylemler sonlandırıldı. Öcalan’ın amacına ulaştığını bildirdiği bu eylem, uzun zamandır kalıcı bir OHAL sistemi kuran AKP’nin, geniş çaplı bir direniş karşısında attığı ilk büyük geri adım oldu. Toplumsal muhalefetin sıkıştırıldığı böyle bir dönemde eylemi gerçekleştiren tutsaklar, eylemin ortaya çıkardıklarını ve sonuçlarını ANF’ye anlattı.
Ortak direniş ruhu
Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan Reşat Özdil, 1 Mart’ta dahil olduğu açlık grevini, 10 Mayıs’tan itibaren ölüm orucuna çevirdi. Özdil, bu süreci anlatırken öncelikle oluşan ortak ruha işaret ediyor. Özdil’e göre herkes için farklı ama bütünleştirici bir ruh oluştu bu süreçte ve bu direniş açısından eğitici bir süreç oldu. Özdil, şöyle izah etti: “Amaca kilitlenen, insana güç ve moral veren bir ruh vardı. Tecride yönelik her arkadaşın olduğu gibi benim de beklentilerim vardı. Bu da kendimizi daha iyi hazırlamamıza neden oldu. İnsan fedai ruhla derinliğe ulaşıyor. Önderliğin felsefesini anlama bakımından yoğunlaşma süreci oldu. Bu da bizde bir mücadele ruhu oluşturuyor. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Özellikle anaların faşizme karşı dik duruşları en büyük moral kaynağımız oldu. Ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu süreç bir bütündür. Sadece ‘açlık grevine girelim, amacımıza ulaşalım, bitsin’ değildir. Başkan’ın dediği gibi hepimiz tecritteyiz. Bu yönlü geniş perspektiften bakmalı. Tecride karşı duruşla birlikte bizim açımızdan oldukça eğitici bir süreç oldu.”
Geri adım attırıldı
Reşat Özdil, her ne kadar eylem sonlandırılsa da tecridin tam olarak bitmediğini ve yasağın kalkmasının yasal güvence altına alınmadığını hatırlatarak, “Ciddi bir hukuk devleti için Adalet Bakanı tarafından verilen söz, güvencedir. Tecrit tam anlamıyla kalkmadı, ancak faşizme/devlete geri adım attırıldı ve güçlü bir mesaj verildi. Bu açıdan önemlidir” dedi.
Azimli mücadele bilinci
Bu direnişin, bir anlamıyla ‘eksik yoldaşlığın’ özeleştirisi olduğunu ifade eden Özdil, şunları belirtti: “Bu direnişte ortaya çıkan ruh ile önümüzdeki süreçte de tecritle mücadele edilmelidir. ‘Açlık grevi bitti, mücadele bitti’ anlamına gelmiyor. Mücadele farklı alanlarda, farklı biçimlerde devam etmelidir. Başkan da farklı mücadele yöntemlerine dikkat çekiyor. Bu süreç hepimizde azimli mücadele etme bilinci oluşturdu.”
Tutsaklar sağduyulu davrandı
Özdil, tedavi süreci ile cezaevi idareleri ve ‘dış güvenliğin’ tutumuyla ilgili şunları paylaşıyor: “Buradaki idarenin tutumu çok kötü değildi, yardımcı olmaya çalıştılar. Hastanede askerin ve sağlık personelinin olumsuz tavrı, gerginlik yaratan tavrı dışında bir soruna tanık olmadık. Diğer hapishanelerde de olan tedaviyi geciktirme, sevkleri geciktirme durumları var, ancak bu dış güvenliğe bağlanıyor. Kan testlerine göre ilaçlar veriliyor, eksik vitaminler tamamlanmaya çalışılıyor. Genel olarak idarenin tutumu olumludur. Elbette darp edilme bir işkence biçimidir. Aynı zamanda direnişe karşı tahammülsüzlüktür. İşkencenin her türlüsü insanlık dışıdır. Bu konuda arkadaşların sağduyusu gerginliğin büyümesini önlemiştir. Arkadaşların duyarlılığı ve diğer arkadaşların sağlık durumunu da göz önünde bulundurmaları sonucu olayların büyümesi önlendi. Gerekli hukuki yollara da başvurulacaktır.”
Sağlık sorunları öncelikli değil
Kendi sağlık durumunu da sorduğumuz Reşat Özdil, esas olanın direniş olduğunu vurgulayarak şunları söylüyor: “Şu ana kadar yapılmış olan kan testlerinin sonucuna göre bana ilaç getirdiler. Birtakım vitaminler verildi. Bunlar açlık grevi ve ölüm orucu sonucu ortaya çıkan sorunlara yönelik verildi. Bu süreçte biraz unutkanlık gelişti ancak bu da geçici bir şeydir. 2012’de de benzer bir durum olmuştu. Bunlar önemli değil, biz amacımıza ulaştık. Başkanın bize yönelik mesajı önemliydi. Hiçbir güç bu direniş karşısında duramazdı. Dünya kamuoyunda hem Kürt mücadelesinin hem de Önderliği tanıtma anlamında çok değerli bir süreçti. Önümüzdeki sürece de ivme kazandıracak bir direnişti. Bunlar dururken sağlık sorunlarından bahsetmek doğru değil. Bu hepimizin ortak duygusudur, ortak düşüncesidir. Bizim sağlık sorunlarımız ikinci, üçüncü plandadır. Önemli olan sürecin bize kattıklarıdır. İçeride dışarıda halkımızı birleştirmesidir. Önemli olan sürecin böyle sonuçlanmasıydı. Başkanın mesajı netti. Bize güç ve moral verdi. Eksik yoldaşlığımızın özeleştirisini daha iyi yapabileceğiz.”
Şehitleri minnetle anıyoruz
Bu süreçte emeği geçen herkese katkılarından dolayı teşekkür eden Özdil, bu süreçte 8 arkadaşlarını şehit verdiklerini hatırlatarak, şunları ekliyor: “Onlar pratikleriyle bize ne yapmamız gerektiğini gösterdiler. Hepsi birer genç fidan gibiydi. Sürece ruh ve ciddiyet kattılar. Bu fedai eylemler devleti gerçekten zorladı. Bizim için çok değerliydi. Onları minnetle anıyoruz. Mücadelelerini ve anılarını yaşatacağız. Tüm şehitlerimize sözümüzdür.”
İSTANBUL
Gözünü kaybeden Demirhan tedavi için serbest bırakılsın
Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tecride karşı girdiği açlık grevinde bir gözünü kaybedip, diğer gözünü de kaybetme riski olan Bayram Demirhan’ın ailesi, tedavi edilmesi için serbest bırakılmasını istedi.
Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde İmralı tecridine karşı 5 Ocak’ta başladığı açlık grevi eylemini 27 Mayıs’ta sonlandıran Bayram Demirhan daha önce rahatsız olan sağ gözünü tamamen kaybederken, diğer gözünü de kaybetmeyle karşı karşıya. Ailesi, durumundan dolayı endişeli.
Demirhan, tutuklanmadan önce geçirmiş olduğu trafik kazası nedeniyle sağ gözünde yüzde 20 oranında görme kaybı yaşarken, açlık grevi sürecinde ise rahatsızlığı daha da arttı. Açlık grevinin sonlandırılması sonrası Mardin Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Demirhan’ın sağ gözünün görme yetkisinin tamamen kaybettiği ve sol gözde ise yüzde 30 görme kaybı yaşadığı tespit edildi. Demirhan’ın, göz sorununun yanı sıra mide, bağırsak ve böbrek rahatsızlıkları yaşadığı belirtilirken, ailesi Demirhan’ın diğer gözünü de kaybetmemesi ve tedavi edilmesi için bir an önce serbest bırakılmasını istedi.
Tedavi edilmeyince
Demirhan ile 10 Haziran’da telefonla görüştüklerini ifade eden kardeşi Ramazan Demirhan, 1 yıl 3 aydır Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde olduğunu ve Demirhan’ın tutuklanmadan önce geçirdiği trafik kazasından sonra 2 kez göz ameliyatı geçirdiğini hatırlattı. Demirhan’ın daha önce böbrek yetmezliği tedavisi gördüğünü anlatan kardeş Demirhan, ağabeyinin cezaevinde tedavi edilmemesi nedeniyle sağlık durumunun bu noktaya geldiğine değindi. Kardeş Demirhan, “Ağabeyimin durumu gün geçtikçe kötüleşiyor. Böbrek tedavisi görüyordu, o da yarım kaldı. Bu böyle devam ederse hayatından endişe duyacağız” dedi.
Demirhan, ağabeyinin kendisine; “Hastaneye götürüldüm. Doktorlar bana, ‘sağ gözün tamamen görme yetkisini kaybetmiş durumda. Sol gözde ise yüzde 30’luk bir görme kaybı var. Şu anda burada yapılabilecek bir şey yok. Senin Diyarbakır’a sevkin bir hafta sonra gerçekleşebilir’ dediler. Ben Diyarbakır’a sevkimi istedim. Sol gözümde yavaş yavaş görme sorunu yaşıyorum. Bana ilaç verdiler. İlaçlarla tedavi olmaya çalışıyorum” dediğini aktardı.
Böbrekleri iflas ediyor
Ağabeyinin tedavi edilmesini isteyen Demirhan, “Böbrekleri iflas etmek üzeredir. Daha sağlıklı bir tedavi için bu süreçte tahliyesini istiyoruz. Zaten 18 Haziran’da Mardin’de duruşması görülecek. Bu duruşmada tahliyesini talep ediyoruz. Daha sağlıklı koşullarda tedavi edilmesini istiyoruz. Bu koşullarda tedavi edilmiyor. Tedavi edilmesi için serbest bırakılsın” diye çağrıda bulundu.
ÖHD: İhlaller var
Marmara Bölgesi’ndeki açlık grevindeki eylemcilerin tedavisine ilişkin ihlallerin yaşandığına dikkat çeken ÖHD Genel Merkez Yöneticisi Avukat Veysi Eski, ihlallerin giderilmesi noktasında toplumsal duyarlılığın önemli olduğunu belirtti.
Öcalan’ın çağrısıyla eylemlerini sonlandıran tutsakların tedavileri sırasında birçok hak ihlali yaşandı; kelepçeli muayene gibi hukuk dışı uygulamalar dayatıldı. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) verilerine göre Marmara Bölgesi’nde bulunan 13 cezaevinde 751 tutsak açlık grevine, 13 tutsak da ölüm orucuna girdi. Eylemcilerin büyük bir bölümünün hastanelere sevk edilmediği, sevk edilenlerin bir bölümünün de koşullardan kaynaklı tedaviyi kabul etmediği belirtildi. ÖHD Genel Merkez Yöneticisi Avukat Veysi Eski, hak ihlallerine dikkat çekti.
Hazırlıkları yoktu
Açlık grevlerinin bitmesiyle birlikte cezaevlerine giderek müvekkilleriyle görüşmek istediklerini, ancak bu konuda zorlandıklarını belirten Eski, “Açlık grevlerinin bitişi Pazar gününe denk geldi. İlk gün açlık grevi ve ölüm orucundaki müvekkillerimizin hükümlü olması nedeniyle iletişim kurmakta zorlandık. Yine Adalet Bakanlığı ve diğer kurumlarla yaptığımız aktarımlarda görüşmemize asla izin verilmeyeceği söylendi. Ancak müvekkillerimiz bir şekilde medyadan ve tutuklular üzerinden açlık grevlerinin bittiğini öğrenip, dilekçelerini tutuklu bulundukları cezaevi idarelerine verdi” dedi. Eski, eylemin sonlandırılmasıyla birlikte hem cezaevini hem de hastaneleri ziyaret ettiklerini ancak her ikisinde de hazırlık olmadığını aktardı.
Hastaneye gitmek istemediler
Av. Eski, müvekkillerinin ilettiği hak ihlallerini şöyle sıraladı: “Bu görüşmelerde müvekkillerimiz hastane sevklerinde kelepçeli olarak, ring araçlarında insanlık dışı uygulamalarla götürüldüklerini aktardı. Müvekkillerimize, kelepçeli olarak, ayakta, oturur bir şekilde hastaneye kaldırılmaları açlık grevinden daha ağır gelmiş. Kandıra Cezaevinde ölüm orucunda olan müvekkillerim insanlık dışı uygulamalar nedeniyle bir daha hastaneye gitmek istemediklerini söyledi. Nedenini sorduğumuzda ise ring araçlarının kendilerini daha fazla rahatsız ettiğini, iki üç gün boyunca kendilerine gelemediklerini belirttiler.”
Hastanede hastalık kaparlardı
Tutukluların hastanede yaşadıkları sorunlara da dikkat çeken Av. Eski, şöyle devam etti: “Hastanede steril bir ortamda tedavi edilmeliler. Müvekkillerimiz hastane ortamından ve ring aracından kaynaklı gitmek istemiyorlar. Böyle bir handikapla karşı karşıyayız. En fazla sorun yaşadığımız yerler Bakırköy, Bandırma, Kandıra F1 ve Tekirdağ hapishaneleri. Bu hapishanelerin kimisinde dediğim gibi doktorlarla, kimisiyle idareyle, kimisiyle de tedavi yerine dair sorunlar var. Müvekkillerim Sebahat Tuncel ile Selma Irmak hastaneye kaldırılmışlardı. O gece kendi istekleriyle ‘biz bu ortamda tedavi olmaktan ziyade hasta oluruz’ diyerek hapishaneye geri dönmüşlerdi. Hem yatak sayısı itibarıyla hem hijyen itibarıyla orada kalsaydılar hastalık kapma imkanlarının çok yüksek olduğunu belirttiler. Şimdi insanların böyle bir tercihe zorlanmaları hastanenin yarattığı ortamdır. Yoksa gerçek anlamda bir tedavi yapılsa o insanların hastanede yatışlarının yapılması ve kişinin bırakılmaması gerekiyor.”
Hepsinin de tedavi görmesi gerekir
Tutsakların tedavi edilmeleri gerektiğinin altını çizen Av. Eski, “Marmara Bölgesi’nde sadece 751 insandan bahsediyoruz. Bu 751 insanın hepsinin de hastanede yatarak tedavi görmesi gerekiyor. Sağlıkçılar da aynı şeyi söylüyor. Açlık grevinin yarattığı hasar çok daha sonraları ortaya çıkıyor. Çünkü tedaviler yapılmadığı takdirde Wernicke-Korsakoff Sendromunu ortaya çıkabilir. Bu nedenle müvekkillerimiz durumu için çok korkuyoruz” şeklinde konuştu.
Çerçeve belirlenmeliydi
Hastane ve cezaevi idarelerinin kimi zaman keyfi uygulamalarının olduğunu ifade eden Avukat Eski, “Burada Adalet ve Sağlık Bakanlığının müdahale edip genel bir çerçeveyi belirleyip kurumlara göndermesi gerekiyordu. Bunun açlık grevleri daha bitmeden önce yapılması gerekirdi. Tedavi nasıl yapılacak, insanlar nasıl sevk edilecek, ambulans temini hepsinin önceden belirlenmesi gerekirdi” dedi.
Toplumsal duyarlılık önemli
Açlık grevine giren tutsakların toplumda bir tıkanıklığın önünü açtığını vurgulayan Av. Eski, toplumsal duyarlılığın önemli olduğunu belirterek, şunları ifade etti: “Biz toplum olarak bu insanların sağlığından ve yaşamından sorumluyuz. Çünkü İmralı’ya iki kez gidilmesi; Türkiye ve Ortadoğu’ya nefes aldırdı. İnsanların rahatlamasına ve umutlanmasına sebep oldu. Bu durum göz önünde bulundurularak; bu insanların yaşamına ve sağlığına yönelik toplumsal duyarlılığımızın olması gerekir. Bu insanlar bedenlerini ölüme yatırırken; kendileri için en küçük bir talep de bulunmadılar. Toplumun da buna karşı sorumluluğunu yerine getirmesi gerekiyor.”
‘Bir şeyi yok’ dediler 2 aydır bilinci kapalı!
Hastane raporlarına rağmen “Bir şeyi yok” denilin tutsak Mehmet Serhat Akbulut, 2 aydır bilinci kapalı şekilde hastanede yatıyor. Anne Hayriye Akbulut, “Madem bir şeyi yoktu oğlum neden 2 aydır hastanede gözlerini açamıyor? Cezaevi ve savcılık bunun hesabını versin” dedi.
İstanbul Maltepe L Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Mehmet Serhat Akbulut, havalandırmaya çıktığı esnada fenalaştı ve kaldırıldığı hastanede beyin ameliyatına alındı. 4 askerin kapısında nöbet tuttuğu tutsağın 2 aydır bilinci yerine gelmedi. Tutsağı görmek isteyen aile üyelerinden sadece biri savcılık izniyle hastane odasına girebiliyor.
Anne Hayriye Akbulut, oğlunun 18 yaşında Nusaybin’de gözaltına alınıp tutuklandığını hatırlatarak, Mehmet Serhat’ın 3 yıldır haksız yere tutulduğunu kaydetti. 2 ay önce havalandırmada arkadaşları ile oynarken aniden fenalaşan Mehmet’in önce cezaevi revirine daha sonra da hastaneye kaldırıldığını söyleyen Akbulut, oğlunun çocukluğundan kalıtsal bir hastalığı olduğunu ifade etti. Akbulut, “Oğlum cezaevinde kalıyordu. Daha önce küçükken başına bir darbe almıştı zaten. Avluda arkadaşları ile birlikteyken birden yere düşüyor. Revire kaldırılıyor daha sonra oradaki doktor bir sorun bulamayınca ambulansla hastaneye kaldırıyorlar. Orada beyin ameliyatı oluyor. İki aydır hastanede kendinde değil. Doktorlar belki kendine gelemez gelse dahi felç olarak kalır diyorlar. 4 asker kapıda nöbet tutuyor. Kardeşi her gidişinde savcılığa gidip izin kâğıdı alıyor. Ben gidip onu göremiyorum. Onu bu haliyle tahliye bile etmiyorlar” şeklinde konuştu.
Neden gözlerini açamıyor?
Akbulut, avukatlar aracılığıyla oğlunun hastane raporlarını savcılara vermelerine rağmen cezaevi yönetimi ve savcıların kendilerine “Onun bir şeyi yok” yanıtını verdiğinin altını çizdi. Akbulut, şöyle konuştu: “Oğlumun beyninde tomurcuklanma oluşmuş. Her telefon görüşmesinde başının çok feci şekilde zonkladığını artık dayanamaz hale geldiğini söylüyordu. Kimse duymadı ne oğlumun ne benim sesimi. Madem bir şeyi yoktu oğlum neden 2 aydır hastanede gözlerini açamıyor? Cezaevi ve savcılık bana oğlumun bu hale gelinceye kadar tepkisiz kalmasının hesabını versin. Ben oğlumun bu hale gelmesinden onları sorumlu tutuyorum. Bir an önce oğlumun tahliyesini ve refakatçi olmamız önündeki engeli kaldırmalarını istiyorum.”