Rojava halkların ve inançların umududur
Demir ÇELİK yazdı —
- Rojava; etnik kimliği, dini, inancı, siyasal düşüncesi ne olursa olsun herkesin ortak yaşamda ortaklaştıkları tek coğrafyadır. Halkların ve inançların umudu Rojava’yı yaşatmak insanım diyen herkesin tarihi görevi olmaktadır.
61 yıllık Baas rejimi kendisine yönelen saldırıya tek kurşun sıkmadan 12 günde teslim bayrağını kaldırarak tarihin çöplüğüne gitti. Baasçı rejimin çökmesinden sonra 9 Aralık’tan bu yana gerek Suriye'de, gerekse Rojava'da yaşananlar ciddi düzeyde büyük riskler barındırıyor. Suriye’de yaşanan bu gelişmeler, Ortadoğu’da olası yeni güç dengeleri ile yeni ittifak oluşumlarına yol açacak gibi. Dolayısıyla başta İran ve Türkiye olmak üzere bu kaotik ortamda birçok bölge devleti bünyesinde kaos ve toplumsal kırılmaların yaşanması ihtimali oldukça yüksektir.
12-13 irili ufaklı Selefist gruptan oluşan HTŞ, Şam rejimi yerine ilan ettiği geçiş hükümet, Suriye gerçekliğinden uzak tamamen Selefist örgütlerden oluşturuldu. Geçiş hükümetinin perde arkasındaki lideri konumunda bulunan Colani gerek hükümet öncesinde, gerekse hükümetin oluşumu sonrasında verdiği ılımlı mesajlarla çoğulculuğu esas alacağını söylemiş olsa da, saha da yaşananlar maalesef tersi uygulamalar olmaktadır.
Suriye nüfusunun %70’ni Sunni Araplar, % 15’ni Nusayriler, % 102dan fazlasını Kürtler ve % 5’te Durziler, Ermeniler ve Hıristiyanlardan oluşuyor. Geçiş hükümetinin tarafsız olması gerekirken, sadece HTŞ bünyesindeki gruplardan oluşuyor olması paralelinde azınlıkların katliamı yol açıyor. Başta Arap Alevileri olmak üzere Durziler, Hrıstiyan ve Ermeniler büyük tehdit altında olup insanlık dışı muamelelerle karşı karşıyadırlar. İdlib ve Halep’ten başlayarak Fırat’ın batısında bunlar yaşanırken, İdlib ve Halep’in kuzeyinde SMO (Suriye MillI Ordusu) da Kürtlerin katliam ve soykırımında sınır tanımıyor.
Daha önce kendilerine ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) diyen yapıların sevk ve idaresi Türkiye tarafından yapılan, eğitilip donatılarak SMO olarak sahaya sürülendir. Suriye’nin toprak bütünlüğünü dilinden düşürmeyen Türkiye, kendi ordusu ile direk Suriye’ye giremeyeceğini bildiğinden vekil savaşçılar örgütlenmesine giderek 2016’dan beri Suriye’de işgalci ülke konumundadır. SMO’nun bünyesinde Özbek, Türkmen ve Afgan Selefistler olsa da, SMO’nun omurgasını asıl olarak TSK oluşturmaktadır. Türk subay ve astsubaylarının komutasında, özel timlerin, uzman çavuşların yer aldığı bu ırkçı yapı, Kürtlerin toprağını, malını ve namusunu helal gören IŞİD’vari Kürtlerin toprağını işgal ediyor, katliam ve soykırım yapıyor, yaptıkları kötülükleri sosyal medyada paylaşmaktan hiçbir beis görmüyor. İşgal ettiği yerlerde tecavüz, kafa kesme, insana ve malına el koymaya varan insanlık dışı uygulamalarıyla bir yandan korku salmak isterken, diğer yandan da özel savaşın yalan propagandası ile algı oluşturmaya, toplumda rızalık üretmeye bakıyor.
Çok ağır bedeller sonucu IŞİD'ten kurtarılan Efrîn 2018’de işgal edildiğinden beri görmediği zulüm kalmamışken, şimdi de Tel Rıfat ve Minbiç’te yaşayan Kürtler ve diğer halklar zulüm altındadır. Türk devletinin ordu komutası olmaksızın, eğitip ve ağır silahlarla donattığı IŞİD artığı bu cihadistler tek başlarına QSD’yle başa asla çıkamazlardı. Türk devleti havadan ve karadan bombalamakla kalmıyor, tam teçhizatlı ve zırhlı birlikleri ile TSK işgalin asıl tarafıdır. Türk devletinin Kürtler statü sahibi olmasın diye yapmayacağı kötülük yoktur. Bu savaşta her tür insanlık ve savaşı suçunu işlediği için kendisini perde arkasında tutuyor, vekil savaşçıları öne çıkararak uluslararası kamuoyu nezdinde suçlanmak istemiyor. Aslında BM, Avrupa Konseyi başta olmak üzere ABD, Rusya, AB ülkelerinin hepsi işin farkındadır. Hepsi birden kirli savaşın sebebi ve kazananı oldukları için sesini çıkarmıyor, birbirlerinin ayıbını gizlemeye, örtmeye çalışıyorlar. Birinci, ikinci ve en nihayettinde Üçüncü Dünya Savaşı dünyanın yeniden paylaşılması üzerine çıkarılmış savaşlardır. Bu nedenle halklar, inançlar ve ezilen yoksul toplum kesimleri herkesten önce kendilerine güvenmeli, öz güçlerine dayanarak mücadele etmelidirler.
Bu temelde de her tür zorluğa ve kuşatmaya rağmen Rojava Devrimi biz devlet ve iktidar dışı halklara ve inançlara esin kaynağı olmalıdır. Gerek Suriye’nin Kuzey-Batı Fırat ında, gerekse Güney-Batı Fırat’ta katliamlara maruz kalan Nusayri, Hıristiyan ve Ermeniler’in Rojava ile direniş hatını örgütlemeleri yapılması gerekendir. Çünkü Rojava; etnik kimliği, dini, inancı, siyasal düşüncesi ne olursa olsun herkesin ortak yaşamda ortaklaştıkları tek coğrafyadır. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmasıyla halkların ve inançların umudu Rojava’yı yaşatmak insanım diyen herkesin tarihi görevi olmaktadır. Bu görev en çokta dört parça Kürdistan’dan 60 milyon Kürt’ün ve tarih boyunca inkar edilen, katliam ve soykırımlar yaşayan biz Alevilerin görevidir. Ortadoğu’nun tek seküler ve özgürlükçü laikliği savunan Rojava’yı sahiplenmek ve onunla dayanışma içinde olmak biz Alevilerin bu süreçteki önceliği olmalıdır. Rojava yaşarsa özgürlükçü laiklik ve eşit vatandaşlık yaşayacaktır.