Rojava’da Demokratik Halk Devrimi

Haberleri —

Kapitalist modernitenin iflası anlamına gelen Ortadoğu kaosunda, tarihin belki de en uzun süre direnişe sahip ahlaki ve politik toplumun öncü gücü Kürt halkı, rol ve dinamizmiyle bölgenin kadim tarih ve toplumsallığının belirleyen etkeni olduğu gibi yine demokratik modernite alternatifiyle tarihsel-toplumun ön safhasındadır.
Kapitalist modernitenin Avrupa ve Amerika merkezli hegemonyasını kesinleştirdikten sonra “dünyayı dizayn etme” iddiasıyla “dünyanın kalbi” durumundaki kültür, kimlik ve medeniyetlerin “uzun süre” beşiği Ortadoğu’ya müdahalesiyle kendi çıkarlarına dayalı, bölge kültürüne yabancı sistem ve aygıtlarla müdahale edildi. Kağıt üzerinde cetvellerle haritalar çizildi, ülkeler bölündü. Kadim kültürler, halklar parçalandı ve son 500 yıllık “yapısal kriz”le bölgede derin bunalım ve kırılmalara neden oldu. Günümüzde boy veren direniş ve karşı hamleler bu tarihsel birikimin sonucudur.
Kuşkusuz bölgenin en hassas dengesini oluşturan Kürtler bu tarihsel akışta en çok olumsuz etkilenen, adeta maddi-manevi varlık ve kültür değerleri yok olmayla karşı karşıya geldi. İlkin Kasr-ı Şirin (1639) daha sonra Lozan (1923) antlaşmalarıyla, Kürt toplumunun iradesi dışında, sömürgeci ve emperyalist darbelerle hem toplumsallığı hem de coğrafyası önce ikiye daha sonra dörde bölünerek soykırım kıskacına alındılar. Buna karşı Kürt halkının dinamikleri ise kesintisiz sürekli direniş konumunda kalarak büyük bedellerle bugüne geldi. Birçok etkenle beraber Kürtlerin örgütlü direnişi ve yine Baas rejiminin zulmünden kaynaklı genel muhalefetin bununla beraber gelişen emperyalizmin “yumuşak müdahale”si sonucu krize giren Suriye rejimi ve direnişini kazanıma dönüştüren Batı Kürdistan halkı bölge ve dünya gündemindedir. Dolayısıyla Batı Kürdistan’ın yakın tarihine ve Baas rejiminin uygulamalarına bakmakta fayda var.
Suriye nüfusunu yaklaşık yüzde 15’ini oluşturan Kürtler, Suriye devleti kurulduğundan bu yana zoraki ve gönüllü(!) asimilasyonla, göçertme ve Araplaştırmayla karşı karşıyalar. Kürdistan’ın en küçük parçasını oluşturan (hem coğrafi hem de nüfus olarak) batı Kürdistan (Rojava) önemli bir niteliği ve stratejik bir konumu arz eder. Lozan’dan öncesine kadar kuzey Kürdistan’la yoğun sosyal siyasal, kültürel ve ekonomik birlikteliği olan bölge, Suriye devlet sınırları içinde kaldıktan sonra da bu ilişki sürdürülmek istense de katı ulus-devlet sınır ve çıkar anlaşmaları bunu kısmen engelledi ama hiçbir zaman önüne geçilemedi. Zira kuzey Kürdistan ve batı Kürdistan’ın birçok bilinen şahsiyet ve aileleri yine toplumsal ilişkileri devam etmiştir.

Milliyetçiliğe dayalı bir ulus yaratıldı

Kuzey Kürdistan’da birçok yasakçı-inkarcı, bastırmacı zihniyetinden dolayı birçok Kürt şahsiyet, entelektüel, yazar, aydın, öncü ve lider batı Kürdistan’a gitmek orada faaliyetlerini sürdürmek zorunda kalmıştır. Cegerxwîn, Bedirxan kardeşler, Osman Sebri gibi önemli şahsiyetler, batı Kürdistan’da varlık gösterdiler. Yine Xoybun Hareketi (Agirî İsyanına öncülük eden ve liderliğinin Celadet Bedirxan’ın yaptığı) burada kurulup gelişmiştir. Bu nitelik beraberinde bir birikim ve politikleşmeyi de getiriyor. Zira Fransa himayesinde olan Suriye kurucu meclisine Kürtler 23 Haziran 1928’de şu başlıklar altında ilk ulusal taleplerini sunarlar: “Batı Kürdistan’da, resmi dilin yanında Kürtçenin kullanılması, bununla eğitim yapılması ve bölgedeki devlet memurlarının Kürtlerden seçilmesi…”
Fakat Fransa manda yönetimi Türk yöneticileri ve Arap milliyetçilerinin tepkilerinden kaynaklı bu talepleri kabul etmedi. Fransa, 1946 yılında bölgeden çekilince, Arap milliyetçiliğine dayalı bir hükümet iktidara geldi ve Suriye bağımsızlığına kavuştu. Her ne kadar “ittifakla” gerçekleştiği iddia edilse de halk kesimlerinin desteğini-onayını alan bir iktidar değildi. Zira hemen akabinde yurtsever Kürtler, Celadet ve Kamuran Bedirxanilerle bir mücadele cephesi oluşturmuştur.
Bu tarihlerden itibaren çeşitli darbelerle iktidar el değiştirse de özde bir değişim yoktu; Müslüman-Arap milliyetçiliğine dayalı bir ulus yaratıldı. Yer yer değişik kökenlerden kişiler iktidarın basit oyunu olan “kırdırtma” politikaları sonucu başa getirildiyse de aynı zihniyete hizmet ettiler.
Suriye’de, 1950’lerden sonra devlet politikası haline gelen Araplaştırma ve milliyetçilik, diğer etnik gruplara karşı kin ve nefret besleme, ötekileştirme, tehlike ve tehdit unsuru olarak görme temel zihniyet halini aldı. Tıpkı Türkiye ve İran’da olduğu gibi Kürtçe yasaklandı. Elbette bu Arap milliyetçiliğinin iç faktörlerin yanında dış gelişmeler de eklenmişti. Bu farklılıklara karşı gelişen nefret daha sonra fiili saldırılara dönüşecekti. Elbette saldırının açık hedefi yine Kürtlerdi. Bunun sonucunda 1957 yılında Amude’de Kürtlere ait bir sinema salonu 250 Kürt ile beraber yakıldı. Saldırılar bunlarla da sınırlı kalmadı, basın-yayın faaliyetleri resmen yasaklandı.

120 bin Kürt ‘yabancı’ sayıldı

Baas rejiminin iktidara gelmesinden sonra da Kürtlere karşı yaklaşımda pek değişim olmadı. Bununla beraber Kürtler de kendi arlarında gerekli birlik-bütünlüğü sağlayamadılar. Bir kısmı Suriye KDP’si bir kısmı ise Suriye Komünist Partisi-SKP etrafından toplanarak ikiye ayrıldılar. Geriye kalanlar ise ya devletin ya da çeşitli dini tarikatlar etrafında kişisel-ailesel konumda kaldılar. Suriye KDP daha çok devlet içinde çözüm ararken, SKP Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı haklarını savunuyordu. Onun için önemli bir Kürt kesimi bu partide yer aldı.
Bir tarafta Arap milliyetçiliğiyle örgütlenen devlet yapılanması, diğer tarafta muhalif örgüt ve partiler etrafında örgütlenen Kürtler vardı ve çatışma kaçınılmazdı. Fakat Suriye devlet rejimi klasik Türkiye ve İran rejimleri gibi sert çıplak zarla bastırmak yerine daha “ince ve fark ettirmeden” uyguladığı için diğer parçalarda olduğu gibi batı Kürdistan da büyük isyanlar ve sert çatışmalar süreklilik kazanmadı. Fakat Araplaştırma politikası hiç durdurulmadı. Bunun sonucunda Hesekê başka olmak üzere Kürt kentlerinde özel sayım yaptırarak -görünürde kuzey Kürdistan’dan gelenlerin sayısını tespit etmeydi- Kürtlerin nüfus yoğunluğunu tespit edip Araplaştırma politikalarının uygulama alanlarını tespit edildi. Batı Kürdistan, yer üstü ve yeraltı kaynaklarından dolayı Kürtlerden temizlenmeliydi. Onun için çeşitli yöntemlerle bölge geri-işsiz-aşsız bırakıldı. Bu sayımda Kürtlerden, 1945’ten önce ikamet ettikleri bölgeye ait oturma belgesi istendi ama Kürtlerin büyük çoğunluğunun (Hesekê) böyle bir belgesi yoktu.
Zaten devlet de bunu biliyor ve bilinçli yapıyordu. Sonuçta 1962 yılında yapılan nüfus sayımında 120 bin Kürt ve daha öncekilerle “ecnebi” ve “maktumun” (yabancı ve kaçak) olarak vatandaşlıktan çıkarılanların sayısı 200 bini aştı. Vatandaşlıktan çıkarılanların arasında Hesekêli Kürt şair-yazar Osman Sebri, Suriye ordusuna 1956 ila 1957 yıllarında kurmay başkanlık yapmış olan Tevfik Nizamettin, bakanlık yapan Abdulbaki Nizamettin, 1928’de Suriye anayasasını hazırlayanlardan Halil Begê Mıli, Osmanlı ordularını Suriye’den çıkaran güçlerin komutanı Muhammed İsmail bile vardı. Hepsinin ortak özelliği Kürt oluşlarıydı. Sonuçta Hesekê’de Kürtlerin çoğu vatandaşlıktan çıkartıldı, statüsüz bırakıldı. Kürtler bunun üzerine Lübnan gibi farklı bölgelere yöneldi. Zira yaşam hakkı tanınmıyordu.

‘Arap kuşağı projesi’ hayata geçirildi

Batı Kürdistan halkına karşı bu ırkçı faşist uygulamaları daha iyi anlamak için, Hesekê Emniyet Müdürlüğü tarafından Kasım 1963’te hazırlanan “Ulusal ve sosyal bakımlardan Cezire vilayeti üzerinde bir inceleme” başlıklı gizli raporda şöyle deniliyor: “… Cezire’de alarm zilleri çalıyor ve Arap vicdanını bu bölgeyi kurtarmaya, onu tarihin yüz karası olan bu kötü insanlardan temizlemeye çağırıyorum. Çünkü coğrafi konumu gereği Cezire, Arap topraklarındaki diğer vilayetlerin yanı sıra tüm gelir kaynaklarını ve zenginlikleri sunmaktadır… Kürt sorunu, Kürtlerin artık örgütlenmeye başladıkları günümüzde, yalnızca Arap ulusu vücudunda gelişen ve gelişmiş olan habis bir urdur. Bunun tek ilacı onu kesip atmaktır…” (David Mc Dawill, Modern Kürt Tarihi). Raporu yazan Talab Halil bu soykırım tespitlerini yaptıktan sonra buna karşı önlemlerini de şu şekilde sıralıyor:
- Kürtlerin topraklarından çıkarılması,
- Kürtlere eğitim hakkı verilmemesi,
-  Türkiye tarafından arananların iadesi,
-  Türkiye’ye Kürt karşıtı kampanyaların düzenlenmesi,
- Kürdistan’daki dini adamların Arap din adamlarıyla yer değiştirilmesi,
- Kürtlere karşı böl-yönet politikanın uygulanması (yurtseverler Kürtlerle, Araplaşmış Kürtler.),
- Kürt bölgelerine Arapların yerleştirilmesi,
- Arap olmayana iş kurma ve oy verme hakkının verilmemesi,
- Arap yerleşimciler için kolektif çiftliklerin kurulması,
- 1962’de önerilen Arap kuşağının oluşturulması,
- Hizamı “askeri bölge” ilan etme,
- Ülkeyi terk etmeleri için Kürtlerin işsiz bırakılması.
Bu ürkütücü önerileri Suriye devleti 1965’te yürürlüğe koymaya karar verdi. Bu “Arap kuşağı projesi” çerçevesinde tüm batı Kürdistan Araplaştırmanın yayılma alanı olarak seçildi. “6 gün savaşları“ olarak da bilinen İsrail ile Suriye, Mısır ve Ürdün arasında 1967 yılındaki savaşta, diğer Arap devletleriyle birlikte Suriye de yenildi. Böylesi bir ortamda Hafız Esad, yaptığı darbeyle 1970 yılında iktidarı ele geçirdi.

Kürt medreseleri yasaklandı ve Kürtler göçe zorlandı

Müslümanlıktaki Yahudi karşıtlığından dolayı İsrail’e karşı gelişen karşıtlık, Kürtlerin de çoğunlukla Müslüman olmasından (ve çeşitli diğer etkenlerden) dolayı belli bir oranda Kürtleri Suriye devletine yakınlaştırmıştır. Bunun tarihsel kökenleri de vardır. Kürtler Selahaddin Eyyübi’den ve daha birçok şahsiyet-öncülerden bu yana Müslüman olmayanlara karşı, Müslümanlarla hareket etmişlerdir. Fakat Suriye devleti Kürtlerin bu yaklaşımına karşı onları savunmasız bırakarak soykırım (kültürel-kimliksel) aracı yaptı. Bu ‘Hizam el Arabi’ projesi kapsamında başta Qamişlo olmak üzere Derik ve birçok yerde Kürt köy ve yerleşim yerlerine el konuldu, Kürtçe isimleri değiştirip yasaklandı. Batı Kürdistan’da Kürt kültürünün okulu rolünde olan halkın mevnxane/diwanxane diye andığı yerler ve Kürt medreseleri yasaklandı. Buraların kapatılmasının Kürtlere yansıması olumsuz oldu.
Ulusal kültür değerlerini ve dayanışma duygularını yaşatacak zemini kaybeden Kürtler giderek içe kapandı. Daha fazla kırılmaya yol açmaması için yöntem değişikliğine giderek eski politikalarını başka bir biçimde sürdürdü. Zira daha fazla dayatılması batı Kürdistan Kürtleri diğer bölgelerdeki Kürtlerle (özellikle kuzeydekilerle) birlik halinde büyük tehdit olabilirdi. Yine bunun sonucunda bölgeyi tümden kaybedebilirlerdi. Onun için daha çok belli bir aşamaya gelmiş asimilasyon ve Araplaştırma politikaların ince yöntemlerle gönüllü(!) gerçekleştirilmesi, kendi bölgelerini terk ederek daha çok Şam ve Halep bölgelerine yerleşmesi sağlanmalıydı. Elbette tüm bu yöntemleri Türkiye’yi ve İran’ı örnek alarak yapıyordu. 


Öcalan ile başlayan yeni süreç
Suriye devletinin bu faşist-ırkçı ve asimilasyonist politikaları sonucu Kürtler sosyal, ekonomik ve siyasal olarak çok parçalı hale gelmişlerse de devletin bu asimilasyon ve inkar politikalarına karşı belli bir direniş de sergilemiş kendi dil ve kültürlerini belli oranda korumuşlardır. Bunun için çeşitli parti ve örgüt kurmuş ve mücadele etmişlerdir. Bu süreç 1980-90’lara kadar devam etmiştir. Fakat Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül 1980 faşist askeri darbe sürecinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın batı Kürdistan’a geçmesi ve daha sonra 1998’de uluslararası komployla Suriye’den çıkana kadar Suriye ve batı Kürdistan’da kalması, Kürtler açısından bir dönüm noktası olmuştur.
Büyük emek ve çabalarla batı Kürdistanlılarla özel olarak ilgilenen Öcalan, sosyal, siyasal ve örgütsel anlamda toplumun tüm çevreleriyle yakın ilişki kurarak ulusal bilinç etrafında bütünleştirmiş. Mevcut dağınıklık, parçalanmışlık yerini örgütlülüğe, birliğe, yurtseverlik duygu ve kültürü almıştır. Kürdistan’ın dört parçasında ulusal soruna ilgi duyma, sorumluluk üstlenmede önemli mesafe kat etmiştir. Özcesi bu kadar parçalanan, farklılaşan, asimile ve inkar-imha politikalarından geçirilen Kürtler bugün tüm çelişki ve farklılıklarını bir kenara bırakıp ulusal bütünlük içinde ve bölge halklarının eşitliği ve kardeşliğine dayanan demokratik bir devrimi gerçekleştirmiş düzeye gelmeleri Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin emeği ve ideolojisi belirleyicidir. Zaten Kürt halkı da bu toplumsal belleğini diri tutarak hangi değerlerin ona özgürlük getireceğini artık öngörmektedir.
Diğer taraftan batı Kürdistanlılar kendi özgücüne ve özgürlüğüne dayanarak Suriye kaosundan ne Esad dikta rejimine, ne de toplumsal muhalefeti hegemon efendilerin çıkarlarına kurban etmek isteyen ‘muhalif’lere göre değil, üçüncü yol olan demokrasi rejimine dayanan, şiddetsiz, kansız ama yılların direnişine biriken örgütlülük olgunluğuyla halkın demokratik devrimini gerçekleştirmiştir. Bunun için Kürtler tüm parti ve kurum-kuruluşları şahsiyetlerini bir araya getirerek, birliğini oluşturup statüsünü belirlemiştir.
Fakat kapitalist-emperyalist efendilerinin çıkarları doğrultusunda hareket eden ve yeniden Osmanlıcılığa soyunan yeşil faşist iktidar elitleri, sağlıksız ruh haliyle batı Kürdistan halkının bu kazanımını hazmedememekte ve faşist karakterini bir kez daha açık ederek tehditler savurmaktadır. Fakat Kürt halkı bu kazanımlarını, neredeyse 100 yıldır süren bu zulüm politikalarınıza, bu faşist inkar ve imhacı saldırı ve tehditlerinize karşı çıkarak elde etti. Onun için halkın bu takdire şayan kazanımını imha etmeye sömürgeci zihniyetlerin gücü yetmeyecektir.

SELAHATTİN SUMELİ / Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevi


Yararlanılan kaynaklar:

- Tarihin İsyanı, Osman Akbaş
- Modern Kürt Tarihi, David McDawull
- Suriye’nin kimliksizleri-Kürtler, Nevzat Bingöl.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.