Sen PİK misin yoksa?

Edebiyat ve sanat yeni olana duyulan hazzı bir ağrıyı merkeze alarak aktarma sevdasıdır, bana göre.
Tesadüftü belki, arka arkaya izlediğim iki film, biri İran yapımı „Bir Ayrılık“ ki çok sayıda ödüle boğulmuş, diğeri de Türkiye yapımı „Beni Unutma”, unutma üzerindeydi. Bir Ayrılık filminde Alzheimer’lı bir baba var ve onu bırakmak istemeyen genç bir adam. Adamın eşi, İran’da yaşamın çekilmez olduğunu ve kızlarının geleceği için ülkeyi terk etmeleri gerektiğini söyler eşine.
Adam „babamı nasıl bırakabilirim?”
„Ama baban bir hasta, Alzheimer’lı, oğlu olduğunu anımsamıyor bile.
Adam çok kızarak „O hatırlamıyor belki, ama ben, onun babam olduğunu biliyorum.”
Ve kadın, kendisi ile gelmek istemeyen adamdan boşanmaya karar verir, mahkemeye başvurular. Hakim ise kadının gerekçesini ikna edici bulmaz ve boşamaz onları. Zaten film de asıl bu sahneden sonra başlar… Unutma hastalığında bir babanın yaşamayı unutmasını unutmayan bir oğlun, onu hayata hatıralarla ve taze yaşanmışlıklarla bağlama çabası…
Türkiye yapımı film ise içinde farklı hiçbir hikaye barındırmayan, yarının güzel olması dileğine sarılmış, ütopik bir film. Genç bir çift, sıkıntılı eski birlikteliklerinden ağrılı bir şekilde kurtuldukları gün tanışır, çok çabuk aşık olur ve birkaç ay içinde evlenmeye karar verirler. Evlenirler de… Bir çocukları olur ve kadın değişmeye başlar birden. Doktora giderler, tahliller yapılır, kadın kanser galiba diye düşünürken izleyici, PİK denilen bir hastalığın pençesinde olduğunu öğrenirler. Alzheimer gibi bir hastalık ama evreleri çok daha şiddetli atlayan bir tür. Kadın, en yenisinden eskiye ne varsa unutmaktadır çünkü hastalık bir dizgeyi takip ederek ilerlemektedir.
***
İnsan beyni oldukça karışık. Sanırım devletlerin beyni de öyle. Devlet beyni mekanik olarak kurgulanmış ve duygusal hiçbir tepkiye karşılık veremeyecek denli seri işletilmekte. Ama işte, zamanın altına yaydığı unutmalıklarını, bazen bir kazma, bazen bir elbise parçası çıkarıp, yeniden anımsatmaya yardımcı olabiliyor. JİTEM karargahında bulunan kafatası sayısı 34 olmuş, son okuduğum haberde…
Devletin aklı unutma-anımsama üzerine bu kadar kirli ve dolaysız çalışırken, insanların bu konudaki tavrı ne acaba?
Mekanik olmayan bir izleğe sahip insan beyni. Kurgusu kurmacası çoğu kez hayatla barışık olmayabiliyor. En yakından başlayarak, en eskiye, anımsama biçimleri üzerine ne kadar sağlıklı düşünebiliyor? Bana kalırsa, kimsenin olup bitenle ilgilendiği yok. Aynaya bakmanın korkunçluğu kadar her şey: Ayna sağlamdır, sırrı dökülmemiştir ve yalnızlık fena bir şeydir… Bilmek, bilme gücüne ermek ise yalnızlığın ta kendisidir. Görünen bu olduğuna göre, yaşanan da buna yakındır.
Eski zaman hikayelerinde dağda bir çoban vardır, çok mutludur, çünkü görüp görebildiği üç beş hayvan ile köyüdür. Sabah kalkılır, hayvanlarlar yola çıkılır, ıslık çalınır, şarkılar söylenir ve bir ağacın gövdesine dayayarak sırtını, kuru ekmek, kuru çökelekten oluşan yemeği yenir, ardından günün kararması beklenir… Kralların bir lokma bir hırka peşinde koştukları fotoğraf budur: Bilmenin sırrına ermemiş çobana duyulan özlem… Ya da bir çocuk saflığında olmayı arzulamak…
Oysa büyük kentlerde ve bu yeni, olmuş, kavuşulmuş mucize zamanlarda unutmak bir erdemdir. Mümkünse hataları, yanlış yapılan işleri, ‘söylenmemiş olsa daha iyiydi’ denen sözleri silmek için bellekten; herkes, öldürüp süründürmeyen PİK’e tutulmak ister gibidir. Zamanı en yeniden en eskiye bir bir silen gücün varlığı, yeni tanrıdır aslında. Basit bir beyin hastalığı olsa bile, kimse onu bir hastalık olarak görmeyecek, kurtarıcı gibi tapacak, dualayacaktır gece gündüz.
Okuduğunuz kitabı unutursunuz, izlediğiniz bir filmi… Çocukluk arkadaşlarınızı ve çocukluğunuzu hatta… Sonra bir zaman „olmazsa ölürüm” dediğiniz kişiyi, kişileri ve ne çok şeyi… Zaman yaralarınızı sağaltarak ilerler sanırsınız, oysa yaralar kocaman bir unutma havuzuna dönüşmeye başlayarak, tüketir belleğinizi… Sararıp, kavrularak yere düşen yaprağa benzersiniz. Büzüşür, küçülür ve toprağa bir zerre olarak geri dönersiniz. Bakmaktan korktuğunuz hayat, sizin için tuhaf bir son hazırlamıştır: her şeyi unutarak yeniden başlamak ise imkansızdır…
