Güncel

Stratejik açıdan durum

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Rejim değişmeden kalacak, ancak PKK silahsızlanır ve örgütsel bakımdan değişirse, rejim de “belki” değişecek diye bir denklem, insan aklına uymaz.

PKK sözcüleri “sürecin” başından beri, Başkan Öcalan’ın yapacağı çağrının “bir gün” içinde sonuç veremeyeceğini açıklıyorlar. Bu bir “ayak sürüme” mi, yoksa somut durumun somut analizine dayanan bir gerçeklik mi? Yazımın konusu bu soruya verilecek cevaptır.

Ortadoğu’da daha düne kadar “bölgesel devrimci durum” vardı. Küreselleşme ve bölgeselleşme diyalektiğinden hareket ediyorum. Küresel güçler ile bölgesel güçler, Üçüncü Dünya Savaşı’na bulaşmışlardı.

Birinci Basra Savaşı’ndan bu yana geçen uzun yıllar boyunca ne ABD-AB, ne de Rusya-Çin Ortadoğu’da hegemonyayı ele geçirme amaçlarına bir türlü ulaşamıyordu. Günümüzün yeni olgusu olarak, bölgesel emperyalist güçler , İsrail, Türkiye ve İran da küresellerden arta kalacak pazarları birbirinin aleyhine paylaşamıyordu. Buna karşılık başta Kürdistan halkı, bu halkla ittifak halindeki halklar, onların dışındaki farklı emperyalist merkezlere dayanan halklar ayaklanmıştı. Bu durum, bölgede “egemen güçlerin eskiden olduğu gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskiden olduğu gibi yönetilmeye baş kaldırdığı” devrimci durumu yaratmıştı. Türk devleti bu savaş boyunca “bölgede hegemonya amacıyla”, önündeki en büyük engel olan PKK’ye savaş açmıştı. PKK ise “bölgesel devrim durumundan” hareketle, önüne “Konfederal demokratik halk devrimi” amacını koymuştu.

Gazze savaşı ve Esad rejiminin ansızın çökmesiyle birlikte devrimci durum geriye çekildi. ABD ve İsrail duruma egemen oldu, Rusya ve İran geri çekildi. Kendi sermaye birikimi ve askeri gücü yetersiz olduğu için iki küresel merkez arasında oynayarak amacına ulaşmaya kalkan Türk devleti büyük ölçüde devre dışı kaldı. Aynı zamanda “demokratik halk devriminin” zaferi için gerekli olan şartlar olumsuz yönde değişti.

Ortaya bütün bölge devletleri ve onların içindeki devrimci, demokratik güçleri açısından giderek daha açık belirecek olan şu ikilem ortaya çıktı: Ya bu devletler ve onlara karşı mücadele eden örgütler, aralarındaki silahlı savaş durumundan çıkacak ve “demokratik dönüşüm, değişim” sürecine girerek aralarındaki mücadelenin barışçı yollardan gerçekleşmesinin koşullarını yaratacak ya da kaderlerini şu anda Ortadoğu’ya hakim olan hegemonik güçlerin kararlarına bağlayacak.

Bu analiz doğruysa ya da doğruya yakınsa, PKK sözcülerinin “süreçle” ilgili uyarıları yerden göğe kadar haklıdır. Konu basit bir devlet-PKK çatışması değil, tüm bölgedeki çatışmalarla ilgilidir ve yine Duran Kalkan’ın ifade ettiği gibi, Başkan Öcalan bölgesel çapta bir “demokratik dönüşüm- değişim” çağrısı yapacaktır. Bu da gösteriyor ki, çağrı ilk adım olacak, buna karşılık çağrının hayata geçmesi bölgesel çaptaki gelişmelere bağlı kalacaktır.

Çağrının hayata “bir günde” geçeceğini bekleyenlerin hesaba katmadığı bir gerçek daha var. TSK ile HPG arasındaki savaş, “iki devlet arasında” değil, aynı devletin içinde yaşanan bir savaştır. Eğer bu savaş iki devlet arasında gerçekleşiyor olsaydı ve diyelim ki Başkan Öcalan bu iki devletin yönetimlerine bir çağrı yapsaydı (Öcalan’ın yerine Birleşmiş Milletler’in çağrısını buraya yazabilirdim) bu çağrı, birkaç haftalık ya da aylık bir barış müzakeresi sonucunda hayata geçebilirdi. Taraflar bu müzakerede varsa işgal ettikleri topraklardan nasıl çekileceklerini, kimin kime ne kadar toprak tavizi vereceğini, barış anlaşması imzalandıktan sonra, anlaşmanın ihlalini önleyecek güvenlik önlemlerini ve savaş tazminatı gibi pratik sorunları karara bağlayacaklardı. Bu müzakerede taraflar birbirlerinin iç sorunlarını, rejimlerini, sosyo-ekonomik sistemlerini gündeme bile almayacaklardı.

Oysa şu anda Türk devleti ile PKK arasındaki ihtilaf, aynı devlet içinde yaşanıyor ve böyle pratik meselelerden çok daha kapsamlı sorunların çözülmesini zorunlu kılıyor. Sorunu “silahsızlanma” gibi basitleştirenler hayal görüyor. Silahlanma nasıl Türk devletinin Kürt sorununda çözümü silahsız yoldan imkansız hale getirmesinden dolayı gerçekleştiyse, silahsızlanma da Kürt sorununda (çözümü değilse de) çözümü silahsız yoldan gerçekleştirme imkanlarını devletin kabul etmesiyle gerçekleşebilir. Bu ise, yazar yazmaz anlaşılacağı gibi, son derecede karmaşık sorunları, tarafların karşılıklı, diyalog yöntemiyle çözmesi dışında, tek bir çağrıyla gerçekleşmeyecek.

Devletin “demokratik dönüşüm ve değişim” sürecine girmesiyle birlikte, PKK’nin de kendi mücadele yöntemlerini ve örgütlenme biçimlerini gözden geçireceği, bence çok açık olmakla birlikte, tarafların değişim ve dönüşüm süreçlerini paralel ve karşılıklı güven ortamında gerçekleştireceği de o ölçüde açıktır. Rejim değişmeden kalacak, ancak PKK silahsızlanır ve örgütsel bakımdan değişirse, rejim de “belki” değişecek diye bir denklem, insan aklına uymaz. Aslında bu denklemin tersi doğrudur: Devlet demokratik değişim sürecinde, geriye dönüş yolunu tıkayarak adım attığı gün, şahsen ben, çatışma tarihine baktığımda PKK’nin bu değişime tereddütsüz yanıt vereceğini düşünmekteyim.

Bu yazılanlar doğru ya da doğruya yakın ise, demokratik güçler zaman alacak bu “demokratikleşmeyi” seyir mi edecek sorusu gündeme geliyor. Ortada sadece içeriğini ancak tahmin edebileceğimiz “çağrı” dışında, demokratikleşmeye dair en küçük bir belirti olmadığına göre, demokratikleşme amacıyla yürüttükleri mücadeleyi değil zayıflatmak, “aman sürece zarar vermeyelim” diye tereddüte kapılmak, çok daha örgütlü ve kitlesel yönde derinleştirmelidirler.

Resme baksanıza: Bahçeli ölüm kalım arasında ve Erdoğan gemi azıya almış bir Amok koşucusu gibi kıyamete gidiyor. Biz “zamansız” saysak bile bizim dışımızda hem AKP, hem de muhalefet “erken seçime” yöneliyor. Muhalefeti “zamansız” atağından dolayı eleştirmek anlaşılır olsa bile, tek başımıza biz ne “erken seçim” kampanyasını durdurabiliriz, ne de bu kampanyanın dışında kalabiliriz. Bu durumda yapılacak iş, erken seçime yönelen muhalefeti, Başkan Öcalan’ın yapacağı çağrıya destek verme koşuluyla desteklemektir.

Duran Kalkan son konuşmasında şöyle dedi: “Muhalefet partisi CHP mesela seçim diyor, gerçekten ciddi midir? Ciddiyetle iste, dayat, bu kadar gücün var. Gerçekleştirirsin yani. Kamuoyunda etki alanın var. Yarım ağızla söylüyor, iç sorunlarıyla uğraşıyor”.

İşte yapıcı eleştiri böyledir.

paylaş

   

Güncel

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.