Yağmur Atsız, 'günlerimiz' ve söz'ün cenazesi

Haberleri —

Edebiyatın nevi şahsına münhasırlığı bahsinde ismi anılacakların başında gelenlerden biri, belki de Yağmur Atsız’dır. (Olur a, kazara okumaya yeltenir, hiç değilse birinci fasılda zât-ı âlisinin de hoşuna gidecek bir dil frekansından devam edelim.) 

Babası ‘büyük Türk ırkçısı’ Nihal Atsız’ın neşrettiği vasiyet mahiyetindeki mektubu mâlumunuz; kendisi o mektupta oğlundan, yedi düvele karşı ebedî bir kin ile kuyruğu dik tutmasını istiyor, Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını Türkçe’nin binbir mârifetiyle ifadeye uğraşıyordu.

Talih bu ya, Yağmur Atsız, babasına kat’iyen benzemedi. Hatta belki de âciz ömrünün temel uğraşı, babasına benzemediğini cümle âleme anlatmak çabası oldu. Ama nazar-ı umumi, bir türlü babasından ayıramadı onu. Hoş, konuşlandığı siyasi satıh, pek de öyle üzerinde durmaya layık da değildi, ahali ne yapsındı? Tahsilini Alman ellerinde tamamlamış bir muhafazakâr Türk münevveriydi karşılarında duran, hepsi o. Ne bir cetveli vardı kafatası ölçen, ne devre kılavuzluk eden bir tefekkürü.

***

İşte bu profildeki biriyle, eğer provokatif bir iş yapmamış ya da bir şekilde merakınızı kamçılamamışsa, hayatta yolunuz kesişmez, değil mi? Tam burada, edebiyatın enteresanlığı, ‘kendinde şey’liği giriyor devreye...

Yıllar var ki, Nihal Atsız’ın muhafazakar ve liberal bir Türk olan oğlunun şiirini, hem de kendi ‘mücadele tarihimize’ içkin bir duyarlılıkla söyleyip, dinleyip duruyoruz. Hem de ilk olarak, sonraları tutup CHP milletvekili olan Zülfü Livaneli’nin ağzından sevdik hepimiz; en iyisini ise güzel bir kadından, Tülay German’dan dinledik. Bugünlerde yine dile dolanmalık, şairinin öteberisini boşverip kendi dünyamızda anlam biçmelik bir ‘söz yumağına’ dönüştü.

Çözülen bir yün yumağı 

Akıp giden günlerimiz 

Mezar taşlarından suskun 

Telaşsız, sessiz, sitemsiz. 


Savrulan yapraklar gibi 

Akıp giden günlerimiz 

Cenaze törenlerinde 

Telaşsız, sessiz, sitemsiz. 


Bir suçluyu aklar gibi 

Akıp giden günlerimiz 

Sanki bir sır saklar gibi 

Telaşsız, sessiz, sitemsiz. 


Doğmayan şafaklar gibi 

Akıp giden günlerimiz 

Haksız ittifaklar gibi 

Akıp giden günlerimiz. 


Bir kitaba başlar gibi 

Koşarken yavaşlar gibi 

Düşen arkadaşlar gibi 

Akıp giden günlerimiz.

***

Söz söylemek suçundan derdest edilen Aslı Erdoğan ablamız, dünyanın en büyük kitap fuarında -elbet mektup vasıtasıyla- bir söz etmiş. Demiş ki, “Nasıl olacağını bilemesem de, edebiyat her zaman diktatörlerin üstesinden gelmeyi başardı.”

“Ben biliyorum!” diye ortaya atlama hadsizliği olacak ama, işte böyle geldi üstesinden! Binbir hesap kitaba belenmemiş, ‘reel politiğin’ dişlisinde çiğnenmemiş söz, kimin ağzından çıkarsa çıksın, insan’ı çıkar yol belledi.

Sonra işte başımıza ne geldiyse geldi, her yanımız çevrelendi; söz de, insan da iki para etmedi. Onlara onların diliyle yanıt vermekte mâhir olmadığımızı, ‘siyasal gevezelik, elçilikler arası dolaplar, anlı şanlı geçit törenleri konusunda hiçbir zaman onunla aşık atamayacağımızı’* biliyorduk bilmesine, ama gidecek yerler de tükendi.

Aslı Erdoğan’ın ‘edebiyat’ diye bahsettiği söz, ölüm döşeğinde. Üstelik biz de pek önemsiyor değiliz bu ölümü.


paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.