‘Zaman çemberi yuvarlak değilmiş’
Kültür/Sanat Haberleri —
- Makedonya dağlarından başlayıp, Amerika'nın sokaklarına kadar uzanan bir eser ortaya çıkaran yönetmen Milcho Manchevski; savaşı yalnızca bir olgu olarak değil, insan ruhunun derinliklerinde yankılanan bir yara olarak gözler önüne serer.
VİLDAN BOZKURT
Makedonya dağlarından başlayıp, Amerika'nın sokaklarına kadar uzanan bir eser ortaya çıkaran yönetmen Manchevski; savaşı yalnızca bir olgu olarak değil, insan ruhunun derinliklerinde yankılanan bir yara olarak gözler önüne serer. Görsel çeşitliliğin yanı sıra insanın içine işleyen eşsiz film müziklerini ihmal etmez yönetmen. Filmi üç ayrı bölümde sunarak bize zamansızlığın döngüselliğini başarılı bir şekilde aktarır.
Sözcükler
Filmin başlangıcında genç Kiril’in bahçede, domateslerin kokusunu içine çektiği sahne, basit bir huzurun nasıl karmaşaya dönüşebileceğini hissettirir. Peder yağmurun başlayacağını belirterek, manastıra doğru yola koyulurlar. Yol boyunca doğanın eşsiz manzarasıyla yağan yağmurun kokusu hissedilir izleyici tarafından. Küçük dağlık köyde gelişen ufak törenli olayları yer yer gösterir yönetmen. Dağlar ve manastır, her şeyden elini eteğini çekmiş bu genç adamı sakınırken, bir anda onun sükûnetine davetsiz bir misafir olan Arnavut kızı Zamira dahil olur. Bazen en derin bağlar, sözcüklerin ötesinde kurulur; gözlerin derinliğinde paylaşılan bir acı gibi. İkisi arasında oluşan bu sessiz bağ, kelimelere ihtiyaç duymadan onların peşinden sürüklenmemize neden olur. Tam da burada, kültürel ve etnik çatışmalar giderek su yüzüne çıkar. Ve müzik başlar, arkalarına bakmadan kaçan bu iki genç sabaha kadar dağları tepeleri aşarak koşarlar. Yolda Kiril yeminini bozar, fakat her ikisi de farklı dillerde konuştukları için anlamazlar birbirlerini. Dağlardan geçerken Zamira'nın ailesi tarafından yakalanırlar. Ancak kaderleri kaçmakla değişmez; Zamira, Kiril’in gözleri önünde vurulur.
Yüzler
Dünyanın diğer ucunda, Amerika’da Anne, savaşın izlerini taşıyan fotoğraflarla yüzleşir. Nazi kamplarından dönen çocuklar, kana bulanmış kadınlar ve bebekler… Bir gün yolda karşılaştığı sevgilisi Alex, Bosna’dan dönmüş ve yeniden Makedonya’ya gitmeye karar vermiştir. Pulitzer ödüllü bu savaş fotoğrafçısı, savaşın en sert anlarını kaydederken ruhunun da paramparça olduğunu, savaşın onu nasıl değiştirdiğini itiraf eder. Anne ve Alex’in yüreğinde taşan bu savaşın, dünyanın uzak bir köşesinde değil, tam da insanın içinde olduğunu fark eder izleyici; savaş, ruhun her katmanında iz bırakır. Atölyesine dönüp fotoğrafları incelerken bulur kendini Anne. O incelediği resimlerde Zamira ve o anlardaki savaş kareleri vardır. Alex'in sokakta yürürken denk geldiği "zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir." duvar yazısını ilk bölümde, izleyiciyi karşılayan sahnede, pederin ağzından vererek bölümler arası geçişi sağlamayı yeğlemiştir Manchevski. Kocası Nick ile restoranda buluşan Anne, sıradan bir tartışmanın nasıl ansızın şiddetli bir çatışmaya dönüştüğüne tanıklık eder. Basit görünen bir anlaşmazlığın ortasında Nick gözlerinin önünde vurulur ve Manchevski, savaşın ve ölümün sınır tanımaz gerçekliğini acımasız bir şekilde bir kez daha izleyicinin yüreğine işler. Yağmur gibi yağıyordu hüzün, şiddet ve ölüm tüm topraklara…
Fotoğraflar
Bir yanda şehir hayatı, diğer yanda Makedonya’nın dağları… Alex, yıllar önce terk ettiği Makedonya’ya geri dönmek üzere çıkmıştır yola. Eşyalarını bıraktığı harabeye dönmüş evini gördüğünde, geçen yılların yıkıcı etkisini bir kez daha fark eder. Kuzenleriyle bir aile ziyafeti yapar; aradan geçen yıllarda gelişen olayları, savaşları ve daha birçok konuyu tartışırlar. İnsan bazen en sert kavgaları sessizce yaşar; yüzlerdeki ifade, dilin söyleyemediklerini anlatır. Bu sırada eski sevgilisi Hana’yı sorar, aldığı cevapla onu ziyaret etmeye karar verir. Savaşın gölgesinde, her adımda daha da ağırlaşan bu topraklar, ne bir kalbi hafifletir ne de bir ruhu bağışlar. Hava yine kapalıdır ve yağmurun yağması beklenmektedir. Hana’nın evinde, tek kelime etmeden uzun uzun bakışırlar. Bazı izler, hiçbir fotoğrafta ölümsüzleşmez; ruhun içinde yankılanır ve kendini sonsuz bir suskunlukla hatırlatır. Ardından köydeki kuzuların doğumuna tanıklık ederken, geçmişteki tüm acılar ve belirsizlikler, her damlada derin bir yankı gibi yeniden doğar. Gece, Anne’ye mail yazmaya karar verdiğinde, Hana’nın kızı Zamira’nın kaybolduğunu öğrenir. Hana, Alex’ten kızı için yardım ister; onun sahip çıkacağına inanır. Alex, Zamira’yı ölümden kurtarmaya çalışırken kendi akrabalarının namlusu ona doğrulur ve vurularak yere yığılır. Gökten yağan şiddetli yağmur, yerde yatan bedenini sarar. Dağların sessizliği içinde can verirken, sanki savaş ve ölüm bu topraklara kalıcı bir mühür vurur. Manchevski, filmin son sahnesinden hemen önceki olayları başlangıca alarak izleyiciyi bu döngüde sonsuz bir boşlukla baş başa bırakır. Tam da o sahnede Zamira kaçarak bahçede domates koklayan Kiril ve pederi görüp manastıra saklanır.
Dağlar, ovalar, nehirler ve yağmurun altında devam eden bu döngü, Manchevski’nin şiirsel anlatımıyla bizlere savaşın sessiz ama yıkıcı etkisini sunar.
Film: Before the Rain
Yönetmen: Milcho Manchevski