'Bizim Edzard'

Dosya Haberleri —

Edzard Staben

Edzard Staben

  • Edzard Staben, 1980’li yılların sonunda ABD seyir füzelerine karşı oturma eylemi, RAF mahkumları, İspanyol devrimcilerle dayanışma eylemleri nedeniyle bir süre cezaevinde kalmış Alman bir aktivist.
  • Rojava’yla birlikte “Adeta büyülendim” diyen ve Kürtlerle yakın ilişki kuran Edzard ile Alman Ceza Kanunu’nun 129b maddesinden yargılanan Kürt siyasi tutsakların mahkemesinde sık sık karşılaşmak mümkün.
  • Edzard, “İmralı'daki mahkumların gücüne hayranım. Onlara duygusal ve politik olarak hayranım. Rêber Apo'nun tekrar konuşmasını duymak ve tüm mahkumların tekrar özgür olduğunu bilmek hepimizin hayali bence” diyor.

M. ZAHİT EKİNCİ/HAMBURG

Edzard Staben, 129 a ve b maddelerinden yargılanan Kürt siyasi tutsakların mahkemesinde sık sık karşılaştığımız bir aktivist. Kendisine yurtseverim veya demokratım diyen birçok insanın mahkeme kapısından bile geçmediği bir zamanda Edzard, 200 km uzakta bulunan Oldenburg'dan sık sık Hamburg’daki mahkemelere katılıyor. Uzun sarışın saçı ve sakalıyla hemen farkedilen Edzard, 60 yaşında ve 1969 yılından bu yana Oldenburg kentinde yaşıyor. 80’li yılların başından itibaren devrimci mücadele içerisinde yer alan ve kendisi de kısa bir sürede hapiste kalan Edzard’la hayatını, siyasetle tanışması ve Kürt Özgürlük Hareketi’yle arasındaki bağı konuştuk.

Siyasetle tanışması

Edzard’ın politik kimliği 80’li yıllarda Almanya'da çok büyük bir ağırlığı olan barış hareketi içerisinde şekillenir. Bunun haricinde birçok eylem grubu içerisinde de aktif yer alır. Edzard o yılları şöyle anlatıyor: “Barış hareketi içerisindeki birçok insan Avrupa'da çıkacak olan bir savaşta atom bombası kullanılabileceğinden korkuyordu. Benim içerisinde bulunduğum grup, NATO ve Federal Almanya hükümetinin küresel baskı politikasını eleştiriyor ve buna karşı protestolar gerçekleştiriyordu. Almanya'da şehir gerilla grubu olarak mücadele eden RAF da NATO'ya karşı mücadele ettiği için benzer ortak düşüncelerimiz vardı. Çok geçmeden yasal olarak terör propagandası yapmakla suçlandık ve hakkımızda 129a maddesinden dava açıldı. Bu madde kapsamında mahkum olmanız halinde 4-5 yıl ceza almamız sözkonusuydu. Buna rağmen devrimci gruplarla dayanışmamıza devam ettik. Bizimle dayanışma içerisinde olan birçok insan vardı. Bazı insanlar bizimle dayanışma gösterirken bazı insanlar da tavrımızı saldırgan ve tehditkar görüyordu. Bu eylem ve devrimci tutumlar nedeniyle polisler tarafından sık sık takip ediliyorduk. Zamanımızın çoğu mahkemelerde geçiyordu. Sadece bize karşı yürütülen mahkemelerle yetinmeyip, bizim gibi insanların da davalarını takip ediyor ve onlarla dayanışma içerisinde oluyorduk. 10 seneden fazla bu davalarla uğraşmak zorunda kaldık. Oldenburg'da kaldığım süre içerisinde hiçbir zaman mücadelemden geri kalmadım. Eski inşaatlarda ve sirk vagonlarında yaşamak zorunda kalan insanlara yeni bir yaşam alanının açılması için mücadele ediyordum. Bunun yanı sıra sendikal ve anti-faşist mücadelem devam ediyordu. Siyasi nedenlerden dolayı suçlanan kişi ve gruplara tavsiyelerde bulunuyor, RAF tutsakları ile ilgili dayanışma kampanyalarına katılıyordum.”

Duruşmaları yakından izliyor

Hedeflerinin hiçbir zaman kendi ayrıcalıkları ve çıkarları olmadıgını söylüyor Edzard. Siyasi çalışmalarında belirleyici faktörün her şeyden önce başkalarıyla dayanışma amacı olduğuna dikkat çekiyor. ''Başkalarından öğrenmek istiyorum, deneyim ve bilgilerimle başkalarına daha fazla güç vermek istiyorum'' diyerek hayat felsefesini özetliyor. Sürekli Kürt halkıyla iç içe olduğu için Kürtler onu kendilerinden biri gibi görüyor. Ondan söz açılınca ''Bizim Edzard'' derler mesela. Bu onun da çok hoşuna gidiyor. Halk tarafından sevildiğini bilmek mutlu ediyor onu. 129b maddesinden yargılanan Kürt tutsaklarla, aileleriyle ve arkadaşlarıyla dayanışmak amacıyla sürekli duruşmalara katıldığına vurgu yapıyor ve ''Kendim de daha önce tutuklu kaldığım için içerdeki insanları çok iyi anlıyorum'' diyor.

Dayanışması cezalandırılmak istendi

Edzard, 80’li yılların sonunda kısa süreli hapislik hayatına dair şunları aktarıyor: ''1989’da 2 ay 1990’da 3 hafta tutuklandım. 1989'da siyasi eylemler için para cezası ödemeyi reddettiğimiz için hapse girmek zorunda kaldım. ABD seyir füzelerine karşı oturma eylemi nedeniyle para cezasına çarptırıldım. Gözaltının zamanlaması, açlık grevine hemen başlayan RAF mahkumlarıyla dayanışma eylemlerine katılmamızı engellemek için polis tarafından kasıtlı olarak seçildi. 1990 yılında ise bir arkadaşımla üç hafta boyunca gözaltına alındık çünkü İspanyol siyasi mahkumlarla dayanışma amacıyla bir Alman gazetesinin yazı işleri ofisindeki odaları işgal etmiştik. RAF mahkumları, Alman hücre hapsi sisteminin İspanya'ya ihraç edildiğine dikkat çekmişti. Bu Alman medyasında tamamen gizli tutuldu. Eylem her ikisine karşı bir protestoydu. Polisin bizi terör propagandasından mahkum etme planından hiçbir şey çıkmadı. Hapishanenin insanları nasıl etkilediği hala önemli bir deneyimdi. Biz de hapisten çıktıktan sonra birkaç ay boyunca haftada iki kez polise imza vermek zorunda kaldık. Suçlamalar birkaç yıl sonra herhangi bir ceza olmaksızın düşürüldü.”

Rojava’yla büyülendim

Edzard’ın Kürt hareketiyle tanışması 90’ların başında gerçekleşir. O yıllarda ''Siyasi açıdan temasım yalnızca yüzeyseldi'' diyen Edzard, Kürt Özgürlük Hareketi’yle tanışma sürecini şu sözlerle anlatıyor: ''Diğer bazı Alman solcuları gibi benim de 90'lı yılların başında Kürt hareketiyle temasım olmuştu. Birlikte gösterilere gittik. Siyasi açıdan temas yalnızca yüzeyseldi. Bir dönem temas kesildi. Ancak Kobanê'ye yapılan saldırıdan sonra, Rojava'daki Kürt hareketinin ve öz yönetiminin daha da geliştiğine dair bilgi, Alman solu arasında yayıldı. İnsanların birbirleriyle etkileşim şekli, kadınların özgürleşmesine dair yeni fikirler ve ekolojinin önemi büyük anlam taşıyordu. Ben de duyuyordum. Çok büyülenmiştim ve merak ediyordum. Hakkında çok şey okudum. Rojava halkıyla dayanışma gösterilerinde çoğunlukla Suriye'den yeni gelen insanlarla birlikte yürüdüm. Almanca ve Kürtçe sloganların anlam ve telaffuzunu el işaretleriyle birbirimize anlattık. 'Yasak sloganlar' nedeniyle polis tarafından defalarca tutuklanmamaları için onlara nasıl davranacaklarını öğretmeye çalıştım. Aynı zamanda Alman dostlara tutuklamaları önlemek için ne yapmaları gerektiğini anlattım. Birçok etkinlik düzenledik. Alman bir arkadaşımla Kürt hareketi, Rêber Apo, paradigma, demokratik konfederalizm, halk vb. hakkında bilgilerin yer aldığı Almanca bir kitap standı düzenledim. İlk başta Kuzey Almanya'da bunu yapan tek kişi bizdik. Fikir daha sonra birçok şehirde ele alındı. Benim için Kürt hareketiyle çok derin bir bağ bu dönemde ortaya çıktı.”

 

Alman soluna yabancılaşma

Kürt hareketinde onu etkileyen çok fazla kriter olduğunu belirten Edzard şöyle devam ediyor: “Kolektiviteyi, birbirimizin farkındalığını, diğerlerine saygıyı gerçekten seviyorum. İnsanlar yeni fikirlere baskı yapmadan ikna etmeye çalışılıyor, sana da düşünmen için zaman tanınıyor. Eleştiri ve farklılıklara da saygıyla yaklaşılıyor. Bunların hiçbirini Alman solundan bilmiyordum. Orada, insanların retorik üstünlük nedeniyle belirli siyasi inançlara hemen katılmaları yönünde nasıl baskı altına alındığını sık sık deneyimledim. Genellikle çok taktiksel olarak tartışılır. Eleştiri genellikle kişisel bir saldırı olarak kullanılır ve anlaşılır. Bireysel kendini gerçekleştirme ve kişisel ayrıcalık daha önemlidir. Siyasi çalışma daha çok bir hobidir. Sık sık bunun eleştirisinin hemen reddedildiğini ve genellikle değişme isteğinin olmadığını yaşadım. Bu benim için çok acı vericiydi. Benim için, Alman solunda sosyalleşen diğer arkadaşlar için olduğu gibi, bu durum Alman solundan yavaş ama durdurulamaz bir yabancılaşma sürecine yol açtı.''

Rêber Apo’nun özgürlüğü hepimizin hayali

Kendisini Kürt hareketinin bir parçası olarak gördüğünü ve artık Alman solunda kendini daha çok bir yabancı gibi gördüğüne işaret eden Edzard, ''Benim işim için çok önemli bir kriter, kendilerini hareketin bir parçası olarak gören arkadaşlara yardım etmek için neler yapabileceğimdir'' diyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a Rêber Apo diye hitap eden Edzard, Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer yoldaşları üzerindeki tecrit hakkında ise şunları belirtiyor: ''İmralı'daki mahkumların gücüne hayranım. Onlara duygusal ve politik olarak hayranım. Tecrit, Türk devletinin ve onu destekleyen tüm NATO devletlerinin Kürt hareketinin mücadelesini zayıflatma girişimidir. Rêber Apo'nun tekrar konuşmasını duymak ve tüm mahkumların tekrar özgür olduğunu bilmek hepimizin hayali bence. Ancak bu hedefe giden yolda çabalarımızı büyük ölçüde artırmamız gerek.”

Alman patentli beyaz işkence: Tecrit

Tecridi 'beyaz işkence' olarak nitelendiren Edzard son olarak şunları söylüyor:''İzolasyonun sistematik işkence olarak ve insanların düşünce ve ahlakını değiştirme yöntemi olarak araştırılması fikri ABD gizli servislerinde ortaya çıktı. 1950-53'te Kore'deki savaştan sonra birçok ABD askeri, Kuzey Kore ve Çin esaretinden ikna olmuş komünistler olarak döndü. Sonraki yirmi yılda bu konu ABD'de ve ayrıca Almanya'da Hamburg'daki Bundeswehr Üniversitesi'nde sistematik olarak araştırıldı. İnsanlara hangi yöntemlerle işkence yapılabileceği, iradelerinin kırılabileceği, düşüncelerinin manipüle edilebileceği üzerinde duruldu. Beyaz işkence sayesinde vücutlarında görünür iz bırakmadan bazı insanları hasta edebiliyor, hatta hayatlarının geri kalanını bir ölü gibi geçirmesini sağlayabiliyorlardı. Beyaz işkence, 70'lerin başından itibaren Almanya'da çeşitli şehir gerilla gruplarından mahkumlar üzerinde sistematik olarak test edildi ve daha da geliştirildi. Hapishanelerin mümkün olduğu kadar uzak kısımlarında, mümkün olduğu kadar monoton hücrelere ayrı ayrı kilitlendiler. Diğer insanlarla olan tek temas hapishane ve polis memurlarıyla olan temastır. Aile üyelerinin ziyaretlerine yalnızca mahkumların iradesini zayıflatmak ve vazgeçmelerini sağlamak umulduğunda izin veriliyordu. Avukatların katılımları en aza indirildi, her zaman bölmeli olarak gerçekleşti ve sıklıkla dinlendi. Diğer tüm ziyaretler neredeyse her zaman akla gelebilecek tüm yöntemler kullanılarak durduruldu. Söz konusu mahkumların birçoğu hayatları boyunca bu hapishane koşullarının sonuçlarına katlandı. Bazıları zaten hapishanede kritik derecede hasta oldu. 80'lerin sonundan itibaren Alman hükümeti, İspanya ve Türkiye de dahil olmak üzere beyaz işkencesini ihraç etmeye başladı. F tipi hapishaneler bir Alman konseptidir.''

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.