Acıyı umut yapan Sakine Ana
Nubar OZANYAN yazdı —
- Cemal Arat’ın, Sakine Ana’ya sözleri dolaşıyordu, askeri hastanenin penceresiz bodrum katında. “Ana sakın gözyaşı döküp ağlama!” Bir anne canı gibi sevdiği üç evladını şehit verecek ve bir damla gözyaşı bile dökmeyecek? Bu nasıl bir yürek?
Büyük toplumsal davanın, direnişi ve kavgası büyük olur. Acıları tanımsız, kökleri derin, bedeli sayısız olur. Direniş büyüyüp yükseldikçe, bilgelik bir o kadar derin olur. En usta yazar ve şairlerin bile mücadele eden anaların direnişlerini anlatıp yazmakta, mısralara dökmekte zorlandığı anlar olur. Eğer bu ana Sakine Arat ise onun direnişi karşısında yazılanlar bir esinti kadar hafif kalır.
Zulüm dolu en koyu gecelerin bile kör karanlık olmadığını bilen Kürt anaları Mazlum’un çaktığı üç kibrit çöpüyle yanan alevi, evlat büyüten elleriyle yaşadığı topraklara getirmeye çalıştı. Ateşi umut yapan Kürt anaları, kırk yıldır yılmadan alevi Kürdistan’a getirmeye çalıştı.
Sakine Arat’ın hikayesi, devrim tarihlerinde roman ve şiirlere konu olan acılı direngen anaların hikayesinin bir benzeridir. Onun yaşam hikayesi tıpkı Maksim Gorki’nin “Ana” romanına, Cengiz Aytmatov’un üç evladını ve damadını kaybeden “Toprak Ana”nın hikayesine benzer. Kolay mı, yokluk ve yoksulluk içinde emekle yoğurup fidan gibi evlatlar büyüterek, sevgilerine doyamadan özgürlük için savaştığı topraklara tereddütsüzce armağan etmek? Hem de bir değil, üç evladını özgürlük davasına adamak? Hangi yürek bu acılara dayanabilir?
Sayısız Kürt gibi yuvası bozularak dilini bilmediği topraklara sürgün edilen bir ailenin evladı olan Sakine Arat, çocuk yaşında hakarete uğradığında anlar o toprakların insanı olmadığını ve yaşadığı şehrin kendi vatanı olmadığını. Acı ve çileyle yazılan Kürt kadınların hikayesi gibi dünyaya gözlerini açtığı günden beri “Bexte reş” olarak yazıldı kaderi. Dünyaya getirdiği yedi evladını kaybeder. İki evladını gerillada, Cemal Arat’ı ise 5 Nolu Zindan direnişinde ölüm orucunda kaybeder.
Barış anaları Sakine Ana için “O kadar büyük acılar yaşadı ki, çoğu zaman onun duruşunun karşısında biz kendi çocuklarımızın acısını anlatmaya çekinirdik” derken ne kadar haklılar! Acıları derin olanın direnişi, Ararat gibi yüce, bilgeliği tarih gibi olur.
Sakine Ana, özgürlük arayan, düşleyen, savaşanların anasıdır. Şehit anasıdır. O bir barış anasıdır. Sakine Arat’ı ölüme ramak kalmış, ölüm orucu direnişimizde oğlu Cemal Arat’ı ziyarete geldiğinde tanıdım. O, direngen-kararlı, herkese güven veren duruşuyla sadece Cemal Arat’ın anası olarak ziyarete gelmemişti. Direnişçilerin, hepimizin anası olarak, penceresiz nemli odalarımıza bizlere destek için gelmişti. 41 yıl önce tarihe geçen bir zamanın en direngen kesitinde başladığı özgürlük mücadelesinin ilk önemli adımlarını atıyordu. O günden başlayarak son nefesine kadar ideallerine bağlı kaldı.
54 günlük ölüm orucu direnişimizde görme, konuşma, hareket etme yeteneğini kaybetmeye başladığımız, önceki halimizden eser kalmamış, solmuş bedenimizde, diri ve devrimci kalan sadece gözlerimizdeki direnişe kilitlenmiş bakışlarımızdı. Zulüm kırbaçları önünde baş eğmeyen, onursuz kurallar karşısında diz çökmeyen irademizdi canlı kalan. Eskiye, işkenceli günlere, zulüm soluduğumuz zamanlara kimsenin artık dönmeyeceğinin kararlılığı ölüm odalarında son nefeslerini vermeye hazırlanan bedenlerimizde yankılanıyordu.
Her ölüm orucu direnişçisi kendisinden önce yol arkadaşlarının halini sormaya, durumunu öğrenmeye çalıştığı anlarda Cemal Arat’ın artık konuşamaz, göremez olduğunu öğrendik. Orhan Keskin’in, Recep Maraşlı’nın, Mustafa Karasu’nun, Cemal Miran’ın, Hasan Hayri Aslan’ın, Müslüm Elma’nın, Cafer Cangöz’ün durumu da Cemal Arat’ın durumundan çok farklı değildi. Ölüme günlerin değil saatlerin kaldığı anları yaşıyorduk. İçerideki direnişin yoldaşlığı, analarımızın ortak direnişiyle büyüyordu. Orhan Keskin ve Cemal Arat’ın peşpeşe ölüm haberleri bizleri bir an olsun bile geriye dönüp bakmamaya kilitledi. Madem onurlu bir yaşam için mücadelenin sonunda ölüm varsa bizden önce düşene sadece saygı ve yoldaşlığımızı bildiririz!
Cemal Arat’ın, Sakine Ana’ya sözleri dolaşıyordu, askeri hastanenin penceresiz bodrum katında. “Ana sakın gözyaşı döküp ağlama!” Sakine Ana, mücadele yaşamının son anına kadar Cemal’inin sözüne bağlı kaldı. Bir anne canı gibi sevdiği üç evladını şehit verecek ve bir damla gözyaşı bile dökmeyecek? Bu nasıl bir yürek? Bu nasıl bir direngenlik, bu nasıl bir kararlılıktır, bir ana için evlat acısından daha büyük olmayan acılarını bir damla gözyaşı bile dökmeden yüreğinin derinliğinde saklayabilsin? Sakine Ana’yı sessiz kalmaya zorlayan evlat acısı, onu bağırmaya zorlayan acılardan daha ağırdı.
Ateşi umut yapan Sakine Ana’nın hikayesi tıpkı Kürdistan toprakları gibi acılı ve direngendir. Tıpkı evlat kokan Kürdistan dağları gibiydi. Tanımı zor acıların, aklı zorlayan direnişlerin, büyük bedellerin, sayısız şehitlerin, son nefesine dek onurla sürdürülen mücadelenin tarihidir. Evladıyla birlikte “Dutların kararmasını bekleyen” Sakine ana, kolay taşınamaz bir hikayenin unutulmaz ismidir.
Umudun ateş olarak yaşandığı zamanlardan geçiyoruz. En iyi öğreticinin Kürt analarının ve Cumartesi insanlarının direnişi olduğu anları yaşıyoruz. Özgürlüğü, barışı anlamak için şimdiye kadar yapılan yazılı sözlü açıklamalara bakmak yetmez. Sakine Ana’nın yaşamına, direnişine, tarihine bakarak Kürt ve Cumartesi Anaları’nın, şehit ve tutsak yakınlarının haykırışını, özgürlük talebini, barış özlemini anlamaya çalışarak hakikate yakınlaşabiliriz. Ve o zaman kutsal sanılan devlet merkezli öğretileri yazan kitapları, özgürlük rüzgarlarının nasıl dağıttığını göreceğiz. Yazılanların direniş yağmurlarıyla nasıl silindiğine tanıklık edeceğiz. Gerçek olan, tabiat kadar kutsal olan Kürt ve Cumartesi Anaları’dır ve onların çile dolu mücadeleleri ve direniş sözleridir.
Sakine Ana şahsında özgürlük ve onurlu bir gelecek uğruna şehit düşen anaların önünde saygı ve minnetle eğiliyorum. Güle güle umudun, direnişin, özgürlüğün anası. Ellerinden, ellerinden öpüyorum…