Ankara ve Şam panik içinde
Dosya Haberleri —
PYD Eşbaşkanı Xerîb Hiso, Özerk Yönetim ve Ortadoğu'nun içinden geçtiği süreci gazetemize değerlendirdi:
-
Türk devleti 24 Ekim’den bu yana Rojava'dan Şengal'e kadar Kürt halkının yaşadığı bütün kentlere saldırıyor. Fırınlar, hastaneler, fabrikalar, tüm yaşam alanları bombalanıyor. PYD Eşbaşkanı Xerîb Hiso Türk devletinin saldırılarını işgal ve soykırım olarak değerlendirdi ve ekledi: “Direneceğiz. Daha çok örgütleneceğiz, sınırlarımızı, halkımızı koruyacağız.”
-
Türkiye'deki hükümetin kendini terörle var edip, terörü büyüten ve yaşatan bir hükümet olduğunu söyleyen Eşbaşkan Hiso, “Türk devleti günlük olarak saldırıyor. Aslında büyük korku ve panik içerisinde. Aynı şey Şam için de geçerli. Ne İran’dan kopabiliyor ne Hizbullah'tan ne de Rusya’dan. Savaş, hem Şam’ı hem Ankara’yı köşeye sıkıştırmış durumda” dedi.
MIHEME PORGEBOL
Ankara'nın Kazan ilçesindeki TUTAŞ'a yapılan eylemi bahane eden Türk devleti 24 Ekim’den bu yana Rojava'dan Şengal'e Kürt halkının yaşadığı birçok kente saldırdı. Günlerdir devam eden saldırılarda 27 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi de yaralandı. Türk devleti özellikle sivil alanları hedef alıyor. Fırınlar, hastaneler, elektrik santralleri gibi çok sayıda yaşam alanı bombalandı.
Öte yandan İsrail'in başını çektiği savaş, günden güne tüm Ortadoğu'ya yayılıyor. Savaşa paralel olarak bölgede birçok aktörün konumu değişti. Bu da gözleri tekrar 2011'den bu yana savaşlarla kaynayan Suriye ve Rojava'ya çevirdi. Zira çatışmalar, yaklaşık 13 yıldır halkların bir arada yaşadığı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi sınırlarına kadar dayandı. Peki bölgede kalıcı bir barışın formülü olarak ifade edilen Demokratik Ulus perspektifinde bir yönetimi benimseyen Rojava'dan Ortadoğu, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler nasıl okunuyor? Gelişmeleri PYD Eşbaşkanı Xerîb Hiso'ya sorduk.
Ortadoğu'daki savaş ve çatışmalar günden güne derinleşiyor. Suriye'nin içlerine ve Özerk Yönetim'in de sınırlarına kadar dayandı. Özerk yönetim ve PYD Ortadoğu'nun içinden geçtiği bu süreci nasıl yorumluyor?
Ortadoğu’nun içinden geçtiği süreç yeni bir süreç değil. Bugün tanık olduğumuz saldırı ve savaşlar Kürdistan'da başlamış eski savaşların devamıdır. Derinleşen çatışmaların temelinde Kürt sorununun çözülememesi yatıyor. İşgalci devletler dört parça Kürdistan üzerindeki saldırıları bir gün bile aksatmadan sürdürüyor, soykırım politikalarını uyguluyorlar. Kürtlerin bu sorununun Ortadoğu ölçeğinde çözümünün dört devlet tarafından tıkatılması çatışmaların günden güne derinleşmesine sebep oluyor. Çözümsüzlük, çatışmaların savaşın büyüyeceğini haber veriyordu zaten. Bu sorun çözümsüzlüğe terk edildikçe uluslararası devletler Ortadoğu toprakları üzerinde adeta büyük bir yarışa giriştiler. Savaş ve ölümden başka seçenek bırakmadılar, yaşamı Ortadoğu halklarına zehir ettiler. Ortadoğu halkları meşru ve doğal hakları olan özgür yaşam iradesinden mahrum bırakıldı. Bir yandan ulus devletler, diğer yandan uluslararası hegemonik güçler Ortadoğu halklarını adeta kızgın bir sacda kavuruyorlar.
Bugün geldiğimiz aşamayı tarif eder misiniz?
Bugün çok tehlikeli bir aşamadayız ve süreç giderek daha fazla tehlike yaratıyor. Bu kargaşa İsrail’in Hamas’a saldırılarıyla başlamadı, tarihi çok eski ama Hamas’ın 7 Ekim’de kimi güçlerin desteğiyle İsrail’e yaptığı saldırıdan sonra başka bir aşamaya geçti. Ortadoğu’daki bu savaş Üçüncü Dünya Savaşı zemininde işliyor. Savaş büyüyünce uluslararası kamuoyu da harekete geçti. Kimi taraflar ateşkes istedi, esir takası istediler fakat üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bu anlamda bir gelişme yaşanmadı. Buna karşı İsrail saldırılarını arttırdı. Hamas’ı yok etti, Hizbullah’ı yok etti, Filistin’i aşıp Lübnan’a girdi. Zaman zaman Lübnan’dan Suriye’ye de geçiyor. Bölge devletlerinin kaygıları arttı. Şu an süren savaşın durması için, genişleyip büyümesini engellemek için çabalayan hiç kimse yok. Süreçte savaşı engellemek için rol alan kimse yok. Bundan ziyade daha çok destekler ve ittifaklar var. Örneğin Türklerin beslediği gruplar var; İran kimi grupları destekliyor; Batılı devletler İsrail’i destekliyor; diğer yandan Araplar iradesiz bırakıldılar. Bu tablo, devletlerin birbirini daha çok tehdit edip kışkırtmasına da alan açıyor. İşte bu durum bölgeyi büyük bir tehlikeye atıyor.
Bu büyük tehlike Lübnan ve Filistin’le kalmayacak, kalamaz. Bu savaşın planlamasındaki birinci adım Hamas ve Hizbullah’ı yok etmekti. Peki Hamas ve Hizbullah’ı yok ettikten sonra onlardan geriye kalanlar nereye gidecek? Suriye’ye mi gidecekler? Ürdün’e mi gidecekler? Sina’ya mı gidecekler? Bu da önemli bir soru ve buna dair hesapların ne olduğu savaşın ikinci aşamasında kendini gösterecek. Fakat nereye giderlerse gitsinler onlara dönük saldırılar durmayacak; aksine, artarak devam edecek.
Saldırılar size de yaklaştı...
Doğrudur, saldırılar bize de yakın fakat bu saldırılar karşısında biz ne yapacağız? Böyle bir süreçte biz ancak tedbir alabiliriz. Hesaplarımızı yapacağız. Böylesi saldırılar sırasında yapabileceğimiz en önemli şey savunma güçlerimizi destekleyip direniş ruhunu büyütmek, çeper ve mevzilerimizi hazırlamaktır. Mevcut süreçte Kürtlerin ve Özerk Yönetim’in çok kritik bir rolü var. Burada öne çıkan şey duruştur. Halklar arasında birlik, Rojava'da ortak bir duruş örgütleme, partimizin kendi duruşunu koruması ve diğer partilerle ilişkiler gibi konular bizim alacağımız tedbirlerin en önemlileri.
İsrail’in Nil’den Fırat’a kadar uzanan alanı kapsayan bir projesi olduğunu, İsrail’in 70-80 yıldır bu proje üzerinde çalıştığını söylüyorlar. Eğer böyle bir projenin varlığını kabul edersek çok büyük bir savaşın bizi beklediğini görmeliyiz. Aynı zamanda Türk işgalciliğinin de bir projesi var. Onlar da Misakı Milli adı altında Halep’ten Güney Kürdistan’a kadar birçok kenti kapsayan bir alana göz dikmiş durumdalar. Bu, Türkiye’nin yüz yıldır dillendirdiği bir işgal ve soykırım projesidir. Böyle projeler toplumu rahatsız eder. Toplum böyle şeyleri kabul etmez. Çünkü bugün içinden geçtiğimiz süreç hem halkların hem de egemenlerin kaderini belirleyecek bir süreçtir.
Egemenler kaderlerini tehlikeye atmış durumdalar. Diğer yandan halklar da artık kader ve geleceklerini yine kendi iradelerinde görüyorlar. Demokratik ulus projesi tam da bunun için var. Demokratik Ulus projesi yeni bir proje olabilir ama diğer iki işgalci projeye karşı büyük bir etki yaratmış durumda. Halklar ve toplumlar bu projeyi sahipleniyor. İradelerini bu projede görüyorlar çünkü içinde işgal, ölüm, fidye, kırım yok. Bu proje aynı zamanda Ortadoğu’daki tüm sorunların kalıcı çözümünü de barındırıyor. Halk kendini devrimci halk savaşı temelinde eğitmiş ve örgütlemiş durumda. İç ve dış tedbirlerimizi alıyoruz. İçeride birlik halinde kendi değerlerimizi savunarak, geçmişte nasıl direndiysek bugün de aynı çizgide hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Meşru hakkımız olarak sınırlarımızı da koruyacağız, çıkarlarımızı da savunacağız. Çünkü güven ortamı yok.
"Güven ortamı yok" ifadesini biraz daha açar mısınız?
Bölgemizde birçok düşmanımız var. Örneğin; işgalci Türk devleti günlük olarak tehditler yağdırıyor. Türkiye de büyük bir korku ve panik içerisine girmiş durumda. Belki de içine düştüğü bu korku ve kaygı fotoğrafı taktiksel bir siyasetin ürünüdür. AKP-MHP’nin bu siyasetine güven duyulabilir mi? Aynı şey rejim için de geçerli. Rejim de çok büyük bir korkuyla sınanıyor. Ne İran’dan kopabiliyor ne Hizbullah'tan ne de Rusya’dan. Doğrusu bu savaş, rejimi köşeye sıkıştırmış durumda. Rejimle diyalog, çözümün anahtarı olabilirdi. Şam hükümetinin bazı adımlar atması gerekiyordu. Özerk Yönetim’le bir diyalog ve fikir alışverişi başlatmalıydı. Eğer böyle adımlar atsaydı bu savaşların kıskacına girmeyebilirdi. Hükümet bu adımları atmadığı için hem kendini zor durumda bırakıyor hem de bünyesinde yaşayan insanları zor durumda bırakıyor. İnsanları kirli ve tehlikeli siyasetlere kurban ediyor. Lübnan için de Filistin için de İsrail ve Türkiye için de bu geçerli. Ne yazık ki bölgedeki egemen devletler kendi iradeleriyle hareket etmiyor. Suriye de bundan bağımsız değil. Dış bir aklın iradesiyle hareket edip farklı farklı yöntemlerle uluslararası güçlerin planları doğrultusunda siyaset yapıyorlar. Kimin elinin kimin cebinde olduğu da belli değil.
Suriye'deki uluslararası güçlerin konumu ne şu an?
Suriye, yaklaşık 13 yıldır bir savaş sahası durumunda. Suriye coğrafyası bu 13 yıllık zaman zarfında dağıldı. Ülke çok zor şartlarda ayakta duruyor. Bir yandan İran bir yandan Türkiye müdahalelerle Suriye'yi hem toplumsal hem de coğrafi anlamda böldü. Bizim irademiz olmasaydı Özerk Yönetim'in özgürleştirdiği alanlar da kaybedilecekti. Fakat Arap devletleri hiç karışmadı bu meseleye. Eğer Arap devletleri aktif rol oynasaydı belki de İran ve Türkiye, Suriye'ye bu kadar karışamazdı. Baas Partisi Araplara karşı da ırkçılık yaptığı için bir kopukluk yaşandı. Komşu bir işgalci devlet olan Türkiye tüm ekonomik, siyasi, istihbari ve askeri gücüyle Suriye'ye girdi. Bundan büyük de bir çıkar sağladı. Bu durum Arap devletlerin meseleden uzak durmasıyla mümkün oldu ve belki de Araplar Türklerin planını uyguluyordu. İran ise Tahran'dan Beyrut'a kadarki hattını güvenli kılmak istiyordu. Fakat gelinen aşamada savaş büyüdü ve herkes için büyük tehlikeler yaratmaya başladı. Büyük ve derin çelişkiler ortaya çıkmış durumda. İsrail, İran'ı Suriye'den çıkarmak istiyor. Rejim, Türkiye işgalciliğinin bitmesini istiyor. Özetle Suriye'nin içerisinde tehlikeli senaryolar işletiliyor.
Bir süredir Halep'e dönük saldırılar da bu senaryolar kapsamında mı?
Tüm taraflar önemli ticaret merkezlerini ele geçirmek istiyorlar. Halep bunların başında geliyor. Hatta Türkiye "Halep bizimdir" bile diyor. İran, Halep'in kontrolünü ele geçirmek istiyor. E herkes bir şeyler isterse rejime ne kalıyor? Şimdilerde ise İsrail, Suriye içerisindeki etkisini arttırmak için bir hareketlilik içerisinde. Zaman zaman sınırı geçip müdahalelerde bulunduğu da oluyor. Basında da görüyoruz bunları. Peki bunlar neyin sonucu? Tamamen bölgede yaşanan derin çelişkilerin sonucu. Türkiye, kontrolündeki çetelerle Halep'e kadar gitmek istiyor. Halep'i çetelerle kuşatıp ele geçirme niyetinin altında da planlar yatıyor.
Nedir bu planlar?
Suriye'nin güneyinde çatışmalar şiddetlenip karışıklık arttığı her seferde Türkiye çetelerini güneye doğru hareketlendiriyor. Son örnekte de çetelerini Halep'e yönlendirdi. Diğer yandan Türkiye düne kadar rejime muhtaç durumdaydı. Bölgesel gelişmelerin yarattığı süreç Türkiye'nin bu muhtaçlık durumunu ortadan kaldırdı. Türkiye muhtaçlık durumunun ortadan kalkmasını bir koza dönüştürmek istiyor. Rejim'i Halep'le oyalıyor. Güney ve Güneybatı Suriye'de olası bir hareketlilik durumunda rejimin bu kadar fazla cephede savaşmaya gücü yetmeyecektir. Bu gerçekliği de göz ardı etmemek gerek. Saldırıların bu kadar yoğunlaşması aslında savaş alanını genişletme niyetiyle açıklanabilir. Ve Türkiye de bundan faydalanmak isteyecektir. Diğer yandan, İsrail zaten İran'ın Suriye'deki varlığını kabul etmiyor. Hizbullah, Hamas ve diğer şiddet gruplarının varlığını da kabul etmiyor. Bu durum Suriye'nin içinde de bir savaşın yaşanmasına sebep oluyor. Yani Suriye içindeki tüm gruplar aslında saldırı altında.
Halep Suriye için önemli ve büyük bir şehir. Ekonomik anlamda Suriye'nin en güçlü merkezidir. Herkes bu şehir üzerinde etkinlik sağlamak istiyor. Halep üzerindeki bu tehlike gerçekleşirse Suriye dağılır, tamamen yenilir. Belki de bir yüz yıl daha sürecek olan yeni bir işgalcilik baş gösterir. Ne Halep ve çevresinde yaşayan halklar ne de biz bunu kabul edebiliriz. Çünkü Halep kaybedildiğinde beraberinde çok geniş bir alan işgale açılmış olur. Bu yüzden Suriye toplumunu oluşturan tüm bileşenler Halep'i önemsiyor ve Halep üzerindeki hesapları reddediyor.
Dolayısıyla Suriye'de bir işgalci güç olan Türkiye burada hiçbir zaman rahat etmeyecektir. Çünkü çeteleri ve ajanları besliyor. İstihbaratı, askeriyesi ve ekonomisiyle Suriye'de bir etki yaratmaya çalışıyor. Bütün Türkiye'yi açlıktan kırıp geçirme pahasına yapıyor bunları. Bunca iç sorun ve çelişkilerle cebelleşirken "Türkiye çok zor durumda, hadi Halep'i işgal edelim" diyorlar. Oysa Halep'i ele geçirmek Türkiye'nin sorunlarını çözmeyecektir. Türkiye, çeteleri destekleyerek ayakta kalamaz. Aksine, yürüttüğü bu siyaset Türkiye içinde yaşayan halkları güçsüzleştiriyor. Türkiye'yi bir felakete sürüklediler. Bunu örtmek için önce Güney Kürdistan'a saldırdılar. Güney Kürdistan'da şu an bile büyük bir işgal savaşı yürütüyor. Şimdi ise çetelere verdiği destek ve TSK'nin hava güçleriyle Halep'i ele geçirmek istiyor. Halep'in çetelerin, Türkiye'nin veya İran'ın eline geçmesi öyle kolay olmayacaktır. Şu an herkes Türkiye'nin yaptığı hesapların farkında. Türkiye fitneci, halklar arasında çatışma yaratmak isteyen, bugüne kadar nasıl ayakta kaldıysa aynı şekilde bundan sonra da halkların kanı üzerinde ayakta durmaya çalışan bir devlettir.
Rusya'nın Suriye'deki rolü ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Rusya'nın Suriye içerisinde bir etkisi ve rolü var. Rusya, Suriye'ye girdikten sonra bölgede diplomatik girişimlerde bulundu. Suriye'deki bu etkisini kullanarak kimi devletlerin Suriye'ye girmesine sebep oldu. Ardından Rusya ve Ukrayna arasında hâlâ süren savaş patlak verdi. Bu savaşın önemli amaçlarından biri Rusya'nın Ortadoğu'daki gücünü kırmaktı. Aslında Rusya'nın Ortadoğu'da daha fazla adım atmasını engellemek için bir bariyer konumundadır Ukrayna savaşı. Rusya'nın bu savaştaki meşguliyeti ister istemez Suriye ve Ortadoğu'yu da etkiliyor. Aynı zamanda Rusya'nın Ortadoğu'da atmak istediği adımların boyutuna da etki ediyor. Aslında Rusya Ukrayna'ya karşı değil NATO'ya karşı savaşıyor. Türkiye ve Rusya hem Ukrayna'da hem Suriye'de birbirine ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyaç tamamen siyasi ve ekonomik çıkarlara dayanıyor. Hem Ukrayna'da hem Suriye'de Türkiye ve Rusya'nın çıkarları ortak ve bu temelde türlü hesap ve planlar yapılıyor. Eğer Rusya'nın Türkiye'yle bu denli ilişkileri olmasaydı Suriye sorununu çözmesi mümkün olabilirdi. Ama Türkiye'nin Suriye'de bir rol oynaması Ruslar için sıkıntı yaratıyor. Aynı şekilde Türkiye'nin Ukrayna Savaşı'nda da rolü var ve bu rolü gereği Rusya'ya destek olmazsa Rusya burada da sıkıntılar yaşar. Yani aslında Ruslar Türklerle, Türklerle de Ruslarla işini görüyor.
Aslında Rusya kimi adımlar atmak istiyordu. Bir süre garantörlük yaptı ama bugün garantörlüğü de kalmadı. Garantör olduğu süreçte ateşkes ve sorunun çözümü için atılacak adımlar konusunda pasif kaldı. Bunun sonucunda Türkiye'nin halkları kırma odaklı siyasetine alan açılmış oldu. Türkiye bu sayede Suriye'de yaşayan halkları hedef yapabiliyor. Ne Kürt ne Arap ne Hristiyan ne Asuri dinliyor, tüm halkları hedef alıyor. Türkiye, Suriye sorunu çözülmesin, çözülecekse de kendi istediği gibi çözülsün istiyor. Eğer sorun Türkiye'nin istediği gibi çözülürse bu kez de İran ve Rusya'nın bir çıkarı kalmıyor. Ama baktığında Suriye ile Türkiye arasında mutabakatlar var. Bunların en önemlisi Adana Mutabakatı. Türkiye her seferinde bu mutabakatı kullanıyor. Bu mutabakat Suriye'nin tamamına müdahale edebilme olanağı veriyor Türkiye'ye. Sadece sınır hattıyla ilgili değil. Bu mutabakat başka türlü bir işgal biçimine olanak tanıyor. Türkiye bu mutabakata dayanarak kendince sorun ve hassasiyetleri bahane edip çetelerini Suriye'de konuşlandırıyor. Buradaki çeteler dünya çapındaki terör eylemlerinde de kullanılıyor. Bu durum bize Türkiye'nin Suriye'de bulunmasının yarattığı tehlikelerin boyutunu gösteriyor.
Peki Rusya gelinen aşamada hâlâ bir çözüm aktörü olabilir mi?
Evet, Rusya'nın bir rolü var ve bu rolü hâlâ oynayabilir. Eğer isterse bir çözüm de bulabilir. Bizim çözümümüz, merkezi olmayan demokratik bir çözümdür; Suriye'deki tüm toplumsal bileşenlerin eşit haklara sahip olmasını önceleyen bir çözüm formülüdür. Demokratik bir ulusal düsturun oluşmasını savunuyoruz çünkü artık halkların hakları kabul edilmelidir. Suriye'de bunun dışında bir çözüm nasıl mümkün olabilir? Ruslar ise Suriye'yi 2011 öncesine döndürmek istiyorlar. Rusların Suriye’deki projesi bundan başka bir şey değil. Onların buradaki varlığı tamamen bu temeldedir. Türkiye de İran da kendilerine göre bir Suriye dizaynı istiyorlar. Peki Suriye halkları ne istiyor? Suriye halkları demokratik ulus çerçevesinde merkezi olmayan demokratik bir Suriye istiyor. Doğru olan da budur. Suriye'nin geleceği buradadır çünkü Suriye bir daha asla 2011 öncesine dönmeyecek, dönemez. O sayfa kapandı. Diğer yandan Suriye halkları hiçbir zaman Türk iradesini kabul etmeyecek. Türkiye'nin iradesi kırımcı, katliamcı ve düşmanca bir irade. Bunu Suriye'deki hiç kimse kabul etmez.
Biz TEV-DEM, PYD ve Özerk Yönetim olarak hem Şam hükümetiyle hem Rusya'yla hem de bölgedeki diğer güçlerle diyaloga kapılarımızın açık olduğunu her zaman söyledik. Eğer Rusya bu sorunun çözümünde rol almazsa yine pasif bir konuma düşecektir. Etkisini yitirecektir. Suriye'de pasif duruma düşmüş bir Rusya için bunun diğer coğrafyalarda da olumsuz etkileri olacaktır. Bu olumsuzlukları yaşamaması için Rusya'nın elinde güçlü imkanlar var. O imkanları değerlendirebilir. Çünkü çözümün yol ve yöntemleri mevcuttur. Dolayısıyla Rusya bu noktada çözüm için hâlâ bir güç olabilir.
Türkiye iç siyasetini de takip ediyorsunuz. Siyasi partiler arasında bir temas yoğunluğu var ve Türkiye'nin değişim ve dönüşüme hazırlandığı yorumları var. Ne dersiniz?
Türkiye, herhangi bir değişime gitmemiştir. AKP-MHP iktidarıyla Türkiye'nin bir değişim ve dönüşüme gitmesi mümkün de görünmüyor. Eğer bir dönüşüm yapacaklarsa da kendi iktidarlarını korumak için yapacaklardır. Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, halkın durumu, komşularla ilişkiler, toplumsal hakların tesisi, halkların iradesinin hukuk ve özgürlük bağlamında tanınması gibi başlıklarda AKP-MHP'yle bir dönüşüm ne yazık ki zor. Bir dönüşüm isteseler de yapamazlar. Çünkü bunlar halk düşmanlığı yapmış yapılar. Kendi halkına bile düşmanlık etmiş yapılar bunlar. Zaten bugün Türkiye'nin cebelleştiği bütün zorlukların altında da bu var.
Son zamanlarda türlü gelişmeler yaşandı. MHP gidip DEM Parti'yle tokalaştı diye sanki çok acayip bir şey olmuş, Türkiye'de bir şeyler değişecekmiş gibi algılanıyor. Herkes bu tablodan memnun ve mutluymuş gibi lanse ediliyor ama öyle değil. Biz böyle değerlendirmiyoruz. AKP ile CHP arasında görüşme ve ortaklıklar yapılıyor. Bunlar tabii ki normal şeyler çünkü Erdoğan ve Bahçeli tarafından taktiksel bir siyaset güdülüyor. Tabii ki tüm bunların sebebi iktidarlarını kaybetme korkusu. Uyguladıkları faşizmden, halklara yaptıkları zulümden, bugüne kadar sürdürdükleri katliamlardan, Güney Kürdistan ve Rojava'da bir türlü durdurmadıkları savaştan korkuyorlar.
Peki neyin hesabını yapıyorlar? Bu mesajlar ne getirecek?
Her mesajın beraberinde bir dönüşüm getirdiğini söyleyemeyiz. Asıl AKP, MHP ve CHP arasında bir ortaklık kurulursa tehlike yaratacaktır. Olumsuz bir dönüşüme sebep olacaktır. Yüzlerce kanal ve medya organıyla pohpohlanan bir Erdoğan var. İsrail'i bahane ederek savaş gündemi yaratıyor, sınırlar üzerinden sürekli bir tehlikeye dikkat çekiyorlar. Peki Erdoğan neden korkuyor? İsrail'in Türkiye'ye girmesinden korkmuyordur herhalde, çünkü İsrail zaten Türkiye'de. Türkiye'de uçsuz bucaksız topraklar satın aldılar, sayısız şirket kurdular, AKP ve MHP İsrail'e bunca sene her anlamda destek verdi. Bunlar gizli saklı şeyler değil. Türkiye'deki hükümetin bir terör hükümeti olduğunu unutmamak lazım. Kendini terörle var edip terörü büyüten ve yaşatan bir hükümettir. Bu hükümetin siyaseti hem içeride hem de dışarıda endişe ve korku yaratıyor. Sürekli olarak saldırgan politikalar üretiyorlar. Aslında Türkiye'nin de Suriye veya İran gibi olmasından, halkların ayaklandığı ülkeler gibi olmasından korkuyorlar. Diğer yandan, daha önce devlet tarafından defalarca itiraf edildiği gibi, Türkiye'de demokratik hak taleplerine yol açılırsa, AKP karşıtı mitingler gerçekleşebilirse ve hak talepleri yükselirse bundan en büyük faydayı Kürtler görür. Kürtler fayda görmesin diye muhalefet de herhangi bir demokratik talepte bulunmuyor. Muhalefet faşizme karşı sessizleşiyor. Bu da gösteriyor ki kırım politikası aslında ortak ve uzlaşılmış bir politika.
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıların arkasında da bu korku mu var?
Türkiye'nin yanı başında halkların bir arada yaşadığı, birliğini oluşturduğu, ahlaki ve politik temelde yaşamını sürdürüp değerlerini koruyabildiği bir yaşam tesis edilmiş durumda. Bunlar Rêber Apo'nun ortaya koyduğu paradigma çerçevesinde gelişti. AKP-MHP'nin asıl korkusu bu, çünkü Türkiye'de bu saatten sonra bir dönüşüm yaşanacaksa bu paradigma temelinde yaşanacaktır. Kadınların öncülüğünde halkların birleşik mücadele ve direnişi temelinde bir dönüşüm yaşanmasın diye Erdoğan bu siyasetleri uyguluyor, Türk toplumunun içine korku salmaya çalışıyor. "Vatanımız elden gidiyor" diyerek demokratikleşmenin ve direniş ruhunun önünü almaya çalışıyor. Halkların özgürlüğünü engelliyor. AKP-MHP iktidarının bütün amacı bu. CHP dahil Türk partilerinin de bunu fark edebilmesi gerekiyor artık. Faşist ve katliamcı bir iktidarla ortaklaşmak CHP'yi güvenli bir alana çekemeyecektir. CHP bunun hesabını iyi yapmalı. Türkiye'nin bir diğer komşusuna, yani İran'a bakalım. Bugün İran'da büyük bir kargaşa var. Siyasi, diplomatik ekonomik, toplumsal ve hatta askeri bir kargaşadan bahsediyorum. İran gibi bir devlet bu hale geldiyse Türkiye nasıl başa çıkabilir böyle sorunlarla? Bunu onlar da gayet iyi biliyor. Çoban, sürünün nerede bittiğini bilir. Halklara bu kadar zulmetmenin bir bedeli olduğunu, 21. yüzyılda artık katliamcı ve baskıcı politikaların halkların özgürlük iradesi karşısında yenileceğini biliyorlar. İktidarlar devriliyor. Baskı ve zulme yeltenen, buna ortak olan herkes aynı sonu yaşayacak. İran ve Suriye'nin halini görüyorsunuz. Türkiye'deki şiddet ortamını da görüyorsunuz. İnsanlar sokak ortasında öldürülüyor. Dolayısıyla Türkiye'de bir dönüşüm yok. Eğer ki gerçekten bir dönüşüm niyetleri varsa İmralı'nın kapılarını açarlar. Tecrit kaldırılmalı ve Rêber Apo fiziki anlamda da özgür olmalıdır. Halklar hem bölgede hem de dünya genelinde bunun için mücadele ediyor. Türkiye bu mücadelenin büyük baskısı altında şu an. Eğer bir dönüşüm olacaksa İmralı'dan başlar. Partiler arası ziyaretlerle, tokalaşmalarla, selamlamalarla olacak iş değil; 2-3 partinin uzlaşmasıyla da dönüşüm olmaz.
Peki bütün bunların toplamına bakıp değerlendirirsek; Siz bu sürecin sonunda ne görüyorsunuz?
Az önce de söylediğim gibi böylesi bir süreç sizi her koldan tedbirlerinizi almaya zorunlu kılar. Yaşananları izliyor, yorumluyor ve buna göre tedbirlerimizi alıyoruz. Toplumsal örgütlenme, eğitim, savunma, ekonomi ve diğer bütün alanlarda tedbirlerimizi alıyoruz. Bu toplum savunulmalıdır. Bu mücadeleyi birlikte verdiğimiz toplumumuz da birlikte bu çalışmanın içinde yer aldığımız bileşenlerimiz de bu gelişmeleri takip ediyor. Gerek siyasi partiler gerek toplumun ileri gelenleri gerekse de demokratik ve sivil toplum örgütleri de bu süreci izliyor ve yorumluyor. Herkes Üçüncü Dünya Savaşı gerçekliğini görüyor. Üçüncü Dünya Savaşı'nın önüne koyduğu yeni bir harita var. Ezilen halklar bu yeni haritada kendi iradelerini görebilmelidir. Eğer bir harita varsa ve ezilen halklar o haritada kendileri için bir gelecek görmüyorlarsa çok daha büyük zorluklar çıkacaktır ortaya. Oluşacak haritada ezilen halkların da siyasi ve hukuki anlamda payının olması için mevcut kazanım ve değerlerimizi korumalıyız. Bu kazanım ve değerleri korumanın yanında mücadeleyi de büyütmeliyiz. Tüm kollardan tedbirlerimizi almalıyız. Üçüncü Dünya Savaşı yalnızca bölgemizde vuku bulmayacak. Evet, başta da söylediğimiz gibi bu savaş Kürdistan coğrafyasında başladı ve bugünkü kapsamına kadar genişledi ama birçok devleti daha içine çekme potansiyeli taşıyor. Yani eğer bu savaşın gerçekten bir haritası varsa birçok devleti yutacaktır. Ha öyle bir savaş olmayacak ve bir harita yoksa bile birlikte yaşamı esas alan bir sistem yaratma iradesi gösteren halklar kazanacaktır. Hakların birlikte yaşam iradesi kazanacaktır.
Biz bu çağın Kürtlerin çağı olduğunu söylüyoruz. Artık herkes adım atarken Kürtleri hesaba katmak zorunda. Dört parça Kürdistan'da yaşayan halkımız da bunu iyi görmeli. Halkımız kendini bu sürecin merkezinde görmeli. Kürdistan'ın dört parçasında da çok büyük etkiler yarattık. Kürdistan'ın dışında yaşayan halkımız da bu süreci yakından takip ediyor. Yeni yüzyıl Kürtlerin yüzyılıdır, çünkü halkımız çağın en büyük mücadelesini verdi. Çeteciliğe, DAİŞ terörüne, işgalci devletlere; soykırım ve imha politikalarına karşı en büyük direnen ve en büyük bedelleri ödeyen Kürt halkı oldu. Kürt halkının iradesi, savaşçıları ve öncüleri bu mücadeleci ruh ve direnişle kendilerini ispatladı. Ahlakları, duruşları ve mücadeleleriyle halkın özgürlüğü için savaştıklarını ispatladılar. Bir halk özgür irade uğruna paha biçilemez bir direniş sürdürüyor. Bu direniş demokratik toplumu yaratacaktır.
Not: “Bu söyleşi 24 Ekim'den bu yana yapılan saldırılardan önce yapılmıştır."