Jineoloji, kadınları birlikte düşünmeye çağırıyor

Kadın Haberleri —

jineoloji çalıştayı

jineoloji çalıştayı

  • "Jineoloji, kadınların yaşamın her alanındaki kurucu rollerini açığa çıkarmayı önüne koyuyor. Pozitivist bilgi üretim süreci ile sömürgeci anlayışın yarattığı tahribatı gidermek için aynı zamanda epistemik dekolonizasyon çalışması yapıyor."

ROZA METİNA

Kapitalist modernite güçlerinin toplumun en başat öğesi olarak kadını binbir çeşit yolla kırıma uğratmasına karşılık olarak kadın özgürlüğü ve toplumun demokrasisini savunmak ve geliştirmek belki de günümüzün en yakıcı sorunlarından biri. Erkek egemenlikli dünyada bir felsefe ve bir yaşam tarzı olarak, yine buna çare üreten bilim olarak Jineoloji’nin ürettiklerini, kadın ve toplumla paylaşmanın, güç ve irade yapmanın ne kadar önemli olduğu da her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor.

Biz de bu temelde Jineoloji Yayın Kurulu Üyesi Antropolog Derya Aydın ile konuştuk.

Jineoloji Dergisi’nin “21. Yüzyılda Erkek Egemen Sisteme Karşı Mücadele Politikası ve Yöntemleri” başlıklı çalıştayı Van'da düzenlendi. Öncelikle bu çalıştayın amacı ve önemine değinir misiniz?

Jineoloji Çalıştayı en temelde kadınların bir araya gelerek mücadele politikası üzerine birlikte düşünmeye davetti. Uzun zamandır farklı fraksiyonlardan kadınlar erkek egemenliğine karşı birlikte mücadele ediyor. Burada iki temel dinamik olan Kürdistan kadın mücadelesi ile feminist hareketin mücadele politikaları üzerine birlikte düşünme çabası yeni değil. Ancak özellikle OHAL’in ilan edilmesi sonrası, son sekiz yıldır kadınlar deyim yerindeyse savunma pozisyonuna geçmiş durumdalar. Bir yandan iktidarın kadın kazanımlarına el koymasına karşı kazanımlarını korumak için mücadele ederken diğer taraftan bir bütün olarak toplumsal, siyasal ve iktisadi alandaki baskılara karşı sokaktalar. Kadınların bütün mücadelelerin kesişim kavşağında yer alması önemli bir tespit. Dikkat edin kadınlar sadece ataerkil şiddete karşı sokakta değil, Türkiye’de ekolojiden emek alanına, adaletten insan haklarına, savaş karşıtlığından emekten yana bölüşüm talebine kadar geniş bir skalada kadınlar mücadele ediyor. Kadınların erkekler tarafından katledilmesine karşı 25 Kasımlarda ve 8 Martlarda sokakları dolduran, İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesi karşısında direnişe geçen, kayyımların kadın kazanımlarına el koymasına karşı çıkan, Filistin’de süren soykırıma, İran’daki kadın düşmanı rejime karşı sokakları dolduran hep kadınlardı. Özellikle sosyalist hareketler gibi kapitalist sistem karşıtı güçlerin eridiği bir süreçte kadınlar sınıf mücadelesinin de yanaklarına kan taşıyor. Örgütlü kadın mücadelesinin önemi zannedildiğinden çok daha hayati bir öneme sahip. Ancak çokça tespit edildiği gibi sağın, otoriterliğin, faşizmin ve son çatışmaların yükselmesi dolayısıyla kadınlar son yıllarda politika konuşmaya dahi fırsat bulamıyor. Jineoloji çalıştayı bu açıdan iki gün boyunca mücadele politikası üzerine düşünme ve bir yol hattı belirleme amacıyla yapıldı. Bununla birlikte çalıştayın diğer amacı da Kürdistan kadın hareketi için kadın özgürlükçü bir yaşamın anahtar kavramı haline gelen Jineoloji üzerine feministlerle birlikte düşünmekti. Jineolojinin ortaya çıkış serüveni, nasıl bir kuramsal ve epistemolojik çerçeveye konumlandığı, feminizme ve dünya kadın mücadelesine ne gibi katkılar sunduğu çalıştayın temel amaçlarındandı. Bu açıdan geniş bir katılımla çoklu kimliklerle Kürdistanlı kadınlar ve feministler Van’da politika ve mücadele hattı üzerine konuştu.

 

Siz de çalıştaya katıldınız. Biraz çalıştaydaki katılıma ve oradaki atmosfere dikkat çekebilir misiniz? Çalıştaya katılan kadınlar neler hissediyordu?

Uzun zaman sonra eylem ve kampanya örgütleme dışında politika konuşmak üzere bir araya gelmek heyecanlıydı. Genellikle yan yana mücadele eden kadınların her konuda hemfikir olduklarını düşünmeye meyilliyiz. Ancak öyle değil. Batıdan bir grup feministler yakın zamanda kayyıma karşı Hakkari’ye gitti. Yıllardır Kadınlar Birlikte Güçlü platformunda farklı kimliklerden, inançlardan, cinsel yönelimlerden kadınlar birlikte mücadele ediyor. Deprem sonra yine feminist hareketten kadınlar ve Kürt kadınlar deprem bölgesinde büyük emek verdi. Sokakta omur omuza yürümek, faşizme, patriarkaya, erkek-devlet şiddetine karşı slogan atmak hiç tanımadığımız kişileri dahi bizimle akraba yapabiliyor. Deleuze “Devrimin en büyülü tarafı birbirini hiç tanımayan insanları akraba yapabiliyor olmasıdır.” diyor. Mücadele eden kadınlar açısından da bu böyle. Romantize etmek istemem ama kadın hareketleri çoğunlukla diğer örgütler gibi katı, sekter, dogmatik ve özcü de değiller. Daha canlı, akışkan, esnek, cesur, daha özgürlükçüler. Ve bana sorarsanız neoliberal şiddetin, kapitalist sömürünün, yeni teknolojilerle savaşların oldukça yaygın olduğu bu çağda özgürlükçü bir yaşam tahayyülüne sahip olan kadın mücadelesi hala militan ruhunu koruyor. Bu ruh yıllardır sokakları terk etmeyen kadınlar arasında güçlü istisnai bağlar kuruyor. Bunlar son derece duygusal ama oldukça da rasyonel bağlar. Jineoloji çalıştayı bu bağları Van’da buluşturdu. Bu nedenle çalıştay coşkulu, neşeli ve umutluydu. Çalıştayda ilgimi çeken birkaç şeye daha değinmek istiyorum. Öncelikle genç kadınların katılımı fazlaydı. Jineoloji genç kadınların ciddi biçimde ilgisini çekiyor. Anlamaya çalışıyorlar. Jineoloji’de yeni bir ruh var, kısa süre içerisinde çok güçlü bir göstergeye dönüşmüş durumda ve buraya yönelen ciddi bir ilgi var. Hele ki yaş ayrımcılığı yapmak istemem ama kurumların, siyasetin, sivil toplumun, akademinin neredeyse her alanın yaşlanmakta olduğunu ve yaşlıların özellikle erkeklerin (gülüyor) deyim yerindeyse köşe başlarını tuttuğu, görev yerlerini terk etme konusunda oldukça isteksiz olduğu bir dönemde Jineoloji’ye genç kadınların bu kadar ilgi gösterdiğini görmek çok güzeldi. Son olarak kadınların birbirine karşı çok özenli olduğunu gözlemledim. Bu özenin altında ilginç sezgiler/düşünceler vardı bence. Söz gelişi birbirini kırmamak için dil özenle kuruluyordu, özellikle feministler ile Kürt Kadın Hareketi üyeleri arasında. Ama dikkatlice söz kurmanın altında belli ön yargılar ve kaygılar da vardı. Özellikle ideolojik hatta yapılan tartışmalarda kimse ne “yanlış söz” kurmak ne yanlış anlaşılmak ne de karşısındakini kırmak istiyordu. Cinsiyet, sınıf, etnisite, cinsel yönelim, sömürgecilik gibi dinamikleri hesaba katarak mücadelenin kesişimsel ve bakışımlı olmasına dair kaygıdan da kaynaklanıyordu. Bu dili kısmen de olsa tutuk hale getirse de eleştiri ve özeleştirel dilin çalıştayın odağına yerleştiğini söylemek yanlış olmaz. Çalıştay sonunda herkeste “bu başlangıç oldu, devamını getirmemiz lazım” ifadesi vardı. Yani aslında kadınlar çalıştaydaki tartışmalara doyamadı. 

Çalıştayda üzerinde durulan konulara değinebilir misiniz?

Birçok mesele ele alındı. En temelde Jineoloji üzerine enine boyu tartışmalar oldu. Jineoloji’nin yeni bir bilim ve kuram olarak ne anlam ifade ettiği çalıştayın odak noktalarından biriydi. Sınıflı toplum öncesi kadınların tarihsel mirasından Ortadoğulu kadınların mücadelesine, patriarkaya ve kapitalizme karşı mücadele eden feminizm başta olmak üzere kadın hareketlerin, sosyalist, anarşist hareketlerin sistem karşıtı deneyimlerini miras alan Jineoloji’nin bu mücadelelerden farklı olarak neyi vadettiği üzerine çokça tartışma oldu. Örneğin feminist epistemoloji ile Jineoloji’nin bilimsel yöntemlerinin benzerlikleri ve farklılıkları ele alındı. Temel konulardan biri şiddeti yeniden tanımlama meselesiydi. Bu başlıkta feminizmin ve Jineoloji’nin şiddetin kaynağına dair yaklaşımları ele alındı. Patriarkal şiddet, cins-kırım, kadın-kırım gibi farklı coğrafyalar özelinde kullanılan ifadelerin nasıl ele alınması gerektiği tartışıldı. Şiddet başlığı altında yapılan tartışmaların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Şiddetin mi, şiddetin görünürlüğünün mü arttığı, şiddete yol açan araçların mı değiştiği üzerine değerlendirmeler yapıldı. Kadınların ve esasen ezilenlerin şiddet verilerini toplama araçlarından mahrum olduğu vurgulandı. Devletin veri derlememesi, verileri gizlemesi gibi iktidarın veriyle ilişkisinin dahi yeterince okunamadığı üzerinde tartışmalar yapıldı. Yine şiddetin toplumda genel olarak arttığına dair genel tespitlerin patriarkal şiddeti gizlediği, önemsizleştirdiği ya da şiddeti, karşı mücadele edilemez bir konuma yerleştirebildiği gibi riskler ele alındı. Bununla birlikte Kürdistan’da süren sömürgeci şiddetin kadın bedenini, şiddetin sahnesi haline getirdiği, özel savaş politikalarıyla desteklendiği, necropolitikanın burada yürürlükte olan şiddeti farklı bir düzeye taşıdığı, coğrafyanın insansızlaştırılması girişimleri ele alındı. Tekinsizliğin mekânı kılınmak istenen Kürdistan'da ajanlaştırma, düşmanlaştırma, uyuşturucu ve fuhuş gibi süreçler yoluyla toplumsal güven ilişkileri zedelenerek Kürdistan’ın kolektif emekten, komünal değerlerden ve ahlaki politik toplum olma vasfından çıkarılmak istendiği vurgulandı. Bununla bağlantılı olarak sömürgeci şiddetin Kürdistan'da yeni bir Kürt personasının inşa etmek istemesi özel savaş politikaları özelinde ele alındı. İktidarın Kürdistan’da uyguladığı politikalar üzerinden artık bütün Türkiye’nin yönetildiği tespiti çalıştayın önemli belirlemelerindendi. Cinsiyetçiliğin yeniden üretiminde dinin araçsallaştırılması, bir ideolojik aygıt olarak eğitimin bu süreçteki rolü, milliyetçiliğin ve ırkçılığın, cinsiyetçilik ile kol kola ilerlediği çokça üzerinde durulan başlıklar oldu. Özsavunma en heyecanlı ele alınan diğer önemli başlıktı. Feminist özsavunmanın 70’lerden beri kadınların gündeminde olduğu; ancak geldiğimiz eşikte çok daha önemli bir noktada olduğu tespiti yapıldı. Jineolojinin özsavunmayı nasıl ele aldığı tartışıldı. Özsavunmanın salt fiziksel saldırıya karşı korunma olmadığı; aynı zamanda şifacılıktan bilgeliğe, özbilinçten özsaygıya ve özerklikten örgütlülüğe kadar geniş bir spektrumda ele alınması gerektiği ifade edildi. Çalıştay teoride ve pratikte ortak mücadelenin imkânlarını da odağa aldı. Feminizmin ve Jineoloji’nin kavramları üzerine düşünmenin önemi, ortak mücadelenin yol ve yöntemlerinin bulunmasının hayatiliği önemle vurgulandı. Son olarak özellikle Kürdistan ve Filistin özelinde süren çatışmaları ve barışı kurma ve toplumsal barışı inşa etmede kadınların rolü üzerine tartışmalarla çalıştay sona erdi.

 

Çalıştayda kadınlar “Jin Jiyan Azadî” söyleminin ortak olarak büyütülmesi gerektiğinin altını çizerek, aynı zamanda tecride de vurgu yaptılar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, tecrit çalıştayın önemli başlıklarından biri oldu. Esasen Jineoloji’nin ortaya çıkışı ve anlamı üzerine yapılan tartışmalar ile barış meselesi konuşulurken odak Sayın Öcalan’ın fikriyatına ve hâlihazırda içinde tutulduğu mutlak iletişimsizlik hali üzerindeydi. Kadınlar Öcalan’ın kendi kavramsallaştırmasıyla kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi, dayatılan emperyalist savaşa karşı halkların barışını savunan çözüm tezleri Kürdistan ve Filistin sorunları baştı olmak üzere Ortadoğu, Kuzey Afrika, Latin Amerika ve hatta Avrupa gibi farklı coğrafyalarda süren çatışma ve savaşların son bulmasındaki rolüne dikkat çekti. Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesine yönelik çözüm tezlerinin hayata geçirilmesin önemi vurgulandı. Ancak asıl olarak sizin de ifade ettiğiniz Jin Jiyan Azadî felsefesinin kavranması, bunun dünyanın farklı meydanlarında kadınların özgürlük tahayyülünü ifade eden bir şiara dönüşmesi ele alındı. Yemen, İtalya, İran, Hindistan, Afganistan, Fransa gibi her yerde Jin Jiyan Azadî sloganı kadın özgürlüğü için bir anahtar kavramına dönüşmesinin Jineoloji’nin kadınları salt erkek egemenliğinden dolayı tahakküme maruz kalan mağdurlar olarak tanınmaması gerektiği kadınların yaşamsal, üretici ve yeniyi var eden yönü ile tanımladığı fikriyata dayanıyor. Kadınların yaşamla ve özgürlükle bağına gönderme yapan bu şiar tesadüfen bulunmuş değil. Son yıllarda liberalizmin her şeyin altını hızlıca boşaltan saldırılarından Jin Jiyan Azadî felsefesinin dayandığı fikriyat da maalesef nasibini alıyor. Bu aynı zamanda kapitalist modernitenin bir saldırısı. Jin Jiyan Azadî kökenlerinden koparılmak isteniyor. Kürdistanlı kadınların yarım asırlık mücadelesi sonucunda oluşturulmuş, özgün özerk örgütlenme, özgür eşyaşam, xwebûn, demokratik aile gibi kavramlarla, kadın eksenli yeni bir yaşamı inşa etmeye, ataerkil toplumu cinsiyet özgürlüğü temelinde dönüştürmeye dönük köklü mekanizmalarla yeni bir sistemden süzülerek ortaya çıkan bir şiar olduğu gizlenmek isteniyor. Dikkat edin Rojava’da Işid’e karşı savaşan kadınlar da son derece oryantalist imgelerle, sanki orada o esnada ortaya çıkan olağanüstü figürlermiş gibi lanse edildi. İdeolojik ve politik köklerinden koparılarak romantik imgelere indirgenmek istendi. Batı basını, akademisi, sivil toplumu da dahi bu şekilde oryantalize etti.  Ancak buna rağmen Jin Jiyan Azadî’nin Jineoloji fikriyatından süzüldüğü hakikatini, ahlaki politik toplum tahayyülünden çıktığı hakikati her geçen gün daha fazla kavranmakta, dünyanın farklı coğrafyalarındaki insan hakları savunucuları, sanatçılar, bilim insanları, yazarlar, hukukçular ve aydınlar; sendikalar, halk hareketleri ve demokratik kitle örgütleri tarafından ataerki ve kapitalizme karşı bir çözüm tezi olarak ele alınmaktadır. Bu başlıkta feministlerin Öcalan’ı bir erkek olarak konumlandırarak Kürdistanlı kadınlar için önemini kavramakta yaşadıkları zorlanma da gündeme geldi. Öcalan’ın “İçimdeki erkeği öldürdüm.” sözüyle yıllardır erkek egemenliğine kendinden başlayarak verdiği mücadele, Jin Jiyan Azadî formülünü öneren kişi olması, Jineoloji kavramını kadın özgürlükçü bir sisteme bir zemin olarak önermesi, erkek egemenliğinin biyolojik olarak kadın ve erkek olmanın ötesinde kavranması gerektiği belirlemeleri yapıldı. Bu noktada Jineoloji’nin ilk ve son sömürge sınıfın kadınlar olduğu tespitinin yanında toplumun kadın özgürlükçü bir yaşamın erkeklerin de dönüşümüyle mümkün olduğuna inanıyor. Bütün bunlarla birlikte çalıştayda erkeklik ve “liderlik kültü” gibi başlıklar özelinde cinsiyetçiliği yeniden üreten imtiyazlar, güç ilişkileri ve iktidar da ele alındı. 

Çalıştayda aynı zamanda kadınlar Kürt sorunu ve üçüncü yol üzerinde de durdular. Kadınlar bu iki önemli konuya nasıl değindi, siz ne düşünüyorsunuz?

Kürt sorunun çözümünde kadın mücadelesinin önemi vurgulandı. Özellikle ırkçı rejimlerin kadınlar özelinde de hakların birbirine düşmanlaştırıldığı tartışmaların önemli odakları arasındaydı. Bu başlıkta kısmi de olsa Demokratik Kadın Konfederalizmi’ne dikkat çekildi. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt kadınlar başta olmak üzere Türkiye’de Türk kimliği dışındaki halklardan kadınların asimilasyona maruz kalması, Sıdıka Avar gibi figürler üzerinden ırkçılığın rejimin karakteri haline getirilmesi gündeme geldi. Cumhuriyetin cinsiyetçi rejiminin kadınları ikincil konuma yerleştirdiği, cinsiyetçi iş bölümünden militarist politikaların kadın bedeni özelinde yeniden üretildiği gibi köklü meseleler de ele alındı. Cumhuriyetin ulus devlet yapısına dayanmasının bir sonucu olarak kadınların konumunun cinsiyetçi rollerle pekiştirilmek istendiği vurgulandı. Bütün bunlara rağmen feminist hareketin Cumhuriyetin ırkçı ve cinsiyetçi yönüyle yüzleşmesi, buna karşı mücadele etmesi gerçeği de çalıştayda ele alındı. Barış İçin Kadın girişimi, Kadınlar Birlikte Güçlü gibi platformlarla kadınların Cumhuriyetin cinsiyetçi ve ırkçı yönüne kadınlar çomak soktuğu gerçeği bu kapsamda ele alındı. 3. Yol hattı özgün bir başlık olarak ele alınmadı ama Türkiye’de iki tarihsel blok olarak statüko ve restorasyon arasına sıkıştırılarak siyasal hatların karşısında 3. Yol’un önemine dikkat çeken konuşmalar da yapıldı. Kadın mücadelesinin de Jineoloji’nin de yeniyi yaratmak için 3. Yol olarak tarif edilen yeni bir siyasal, toplumsal hatta ihtiyaç duyduğu vurgulandı.

 

Bu çalıştayın kadınlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını ya da bırakacağını düşünüyorsunuz?  Bu tür çalıştayların tekrarlanması gerekiyor mu?

Çalıştaya katılan neredeyse herkes bu çalıştayın bir başlangıç olması temennisiyle ayrıldığını ifade etmek yanlış olmaz. Kürt Kadın Hareketi ve feminist hareketten kadınların uzun zaman sonra birlikte politika konuşmasının önemli bir etki bırakacağını düşünüyorum. Ayrıca her ne kadar katılımcıları feminist hareket ve Kürt Kadın Hareketi şekline iki önemli dinamik üzerinden tarif ediyor olsak da katılımcıları bu şekilde keskin bir ayrım üzerinden tanımlamak eksik kalır diye düşünüyorum. Kürdistan’dan dâhil olan, kendilerini Kürt ve yurtsever olarak tanımlayan feminist kadınlar vardı. Yine batıdan dâhil olmuş ama Jineoloji fikriyatını benimseyen kadınlar vardı. Yine Kürt kadın hareketi içinde uzun yıllardır mücadele eden kadınların da özellikle sıcak gündemlerden dolayı, Jineoloji’ye bilimsel bir kuram olarak yeterince yakından bakamadığını da belirtmek yanlış olmaz. Dolayısıyla çalıştay katılımcıları aslında oldukça heterojen bir bileşenden oluşuyordu. Jineoloji Dergisi 10 yıldır kesintisiz bir biçimde teori, kuram ve eylem üzerine yayın yapan bir dergi olmasına, 16 yıldır Jineoloji kavramı hayatımıza girmiş olmasına rağmen kadın mücadelesinin politikası, kuramı, eylemi, yol hattı üzerine tamamıyla ortak bir rota oluşturulmuş değil. Yine feminizm iki yüzyılı aşkındır kadınların yaşamını, konumunu radikal biçimde etkilediği halde oldukça heterojen bir hareket. Kendini feminist olarak tanımlayan katılımcılar da buna dikkat çektiler. Örneğin Kürdistan’daki sömürgecilikle yüzleşen feministlerin olduğu gibi buna oldukça mesafeli olan feministlerin olduğunu da görmek gerekir. Yine Türkiye’deki kadın hareketlerinin tamamını feminist olarak tanımlamak da mümkün değil. Dolayısıyla bütün bu dinamikleri gören bir yerde bu buluşmaları sürdürmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki dönem sadece eylemler ve kampanyalar özelinde değil çalıştay, seminer, panel, konferans gibi formatlarla kadınların bir araya gelip politika konuşmanın ciddi bir ihtiyaç olduğunu bu çalıştay ortaya koydu diyebilirim.

Çalıştayda kadınlar Jineoloji etrafında yeni bir bilim inşa etmeye çalıştıklarını söylediler. Jineoloji çalışmaları kapsamında bilimi ve bilgiyi tartışmaya başladıklarını kaydeden kadınlar, “Bilim iktidardı. İnsanlık tarihi boyunca bilim nerede duruyordu? Bilimin kendisinin yaşamı anlamlandırmayla ilintili olduğunu biliyorduk ama önemli olan bu bilimin ve bilginin neye ve kime hizmet ettiğiydi” diye sordu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Evet, ifade ettiğiniz gibi bilginin kimin ürettiği, ne için üretildiği, kimler için üretildiği, iktidarla ilişkisi gibi başlıklar üzerine kıymetli değerlendirmeler yapıldı. Özellikle epistemolojik egemenliğin diğer egemenlik biçimlerine eşlik ettiği ifade edildi. Sömürgeciliğin bilgi üzerinden uygulandığı ve hatta çalıştayda epistemik şiddetin dahi bir şiddet biçimi olarak tarif edilmesi gerektiği vurgulandı. Bilginin tarih boyunca kadınların konumunu ikincilleştiren erkek egemenliğine hizmet ettiği tespiti yapıldı. Bu açıdan pozitivist bilginin cinsiyetçiliği yeniden ürettiği, bunu sadece sosyal bilimler yoluyla değil pozitif bilimler yoluyla da yapıldığı ifade edildi. Bu nedenle bilimin cinsiyetçilikten arındırılmasının kadın özgürlüğü açısından temel bir mesele olduğu tespiti yapıldı. Bilimin salt tarih boyunca kadınların kurucu rollerini gizlemesiyle değil aynı zamanda eril tahakküm perdesiyle dünyayı kavramaya çalışması hasebiyle de üzerine düşünülmesi gerektiği vurgulandı. Bu tartışmalarda mevcut bilimi eleştirirken bilim karşıtı bir yere konumlanmanın risklerine de dikkat çekildi. Ancak en temelde Jineoloji’nin de kadın bilim olarak kendini var etme çabasının bu çabanın da bir parçası olarak okunması gerekir. Jineoloji kadınların tarihsel ve güncel konumlarını tarihsele ve sosyolojik hakikatler ışığında kavramaya çalışırken aynı zamanda yeni bir yaşamın ancak cinslerin özgürleştiği bir toplumsal zeminde bilimsel bilginin üretilebileceğine dikkat çekiyor. Tarih boyunca kadınların gizlenmiş, saklı kalmış bilgeliklerini gün yüzüne çıkarmayı bugünkü kadın mücadelesinin güçlü odakları haline getirmeye çalışıyor. İyiye, güzele ulaşmasının yolunun da iyi ve güzel olmasını savunuyor. Bilimin toplumun, doğanın yararına olmasını savunuyor. Son birkaç yüzyıldır pozitivist bilime dayalı toplumsal mühendislik faaliyetleri toplumların hafızasını yakıcı bir biçimde yok etmek istedi.  Bu süreç kolonyal bilginin üretilmesine de kaynaklık etti. Batı dışında üretilen bilgi çoğunlukla toplumların kontrol altına alınmasına hizmet etti. Zaten batı dışı dünyaya ilişkin üretilen bilgi halkları, kadınları, doğayı nesneleştiren, toplumları sessizleştiren, sürekli olarak batıya konuşan, batıya akan, batının yönetim biçimine hizmet eden bir bilgi. Jineolojî beş bin yıllık sınıflı toplumun yeni bir okumasıyla geçmişten bugüne kadınların toplumsal özneler olarak yaşamın her alanındaki kurucu rollerini açığa çıkarmayı önüne koyuyor. Kapitalist modernitenin dayandığı pozitivist bilgi üretim süreci ile sömürgeci anlayışın yarattığı tahribatı gidermek için aynı zamanda epistemik dekolonizasyon çalışması yapıyor. Kapitalizmin dayandığı ve hala noeliberalizmle kışkırtılan bireysel kurtuluş telkinlerinin aksine bireyi toplumun içerisine yerleştirerek kurtuluşu toplumsal dönüşümde arıyor. Kürdistanlı kadınlar Jineoloji kavramı ekseninde yeni bir bilgi üretim politikasını esas alarak dekolonyal epistemik değişimin öncüsü olmayı amaçlıyor. Bu açıdan Jineoloji’yi epistemolojik egemenliğin ve kolonyal bilginin altüst edilmesi çabası olarak okumak gerekir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.