Kirmanckî burada da yasak
Yurt Dışı Haberleri —
- Hannover cezaevinde 30 tek kişilik hücrenin bulunduğu bölümde kalan Mehmet Çakas’ın, ayda yalnızca 4 saat aile görüşü hakkı var. Çakas; “Görüşmeler polis ve tercüman nezaretinde gerçekleşiyor. Almanca ve Türkçe dışında üçüncü bir dille konuşulmasına müsaade edilmiyor. Yani Kürtçe fiilen yasak.”
- Altı yıl ikamet ettiği Almanya’da ‘yere çöp dahi atmadım’ diyen Çakas, tolere edilen hukuksuzluğun norm haline geldiğini, “Nerede diline, kimliğine, onuruna ve ulusal değerlerine sahip çıkan bir Kürt varsa o 'terörist' ilan ediliyor. Hal böyle olunca şahsen bana 'terörist' demeleri veya dememeleri önemsizleşiyor” diyor.
- 100 yıllık inkarın mağduru olan Kürtlerin hesap sorması gerekirken terörist olmadıklarını ispata uğraştırıldıklarını söyleyen Çakas: “'terör' suçlamasını soykırımı gizleme, aklama ve meşrulaştırma yöntemi olarak görüyorum… bu dava da Alman devletinin kronikleşmiş Kürt karşıtlığının bir yansımasıdır”
REWŞAN DENİZ / HANNOVER
Mehmet Çakas, siyasi çalışmalarından dolayı Almanya’da rehin tutulan 11 siyasi tutsaktan biri. Alman devletinin 129b garabeti ile karşı karşıya kalan Çakas, bir yıldır Hannover Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. İltica başvurusunun Almanya tarafından reddedilmesi ardından İtalya’ya siyasi sığınma başvurusunda bulunan Çakas, Alman devletinin isteği ile Mart 2023’te Almanya’ya iade edilerek hapse konuldu.
Mahkemesi süreci devam eden Çakas “40 yıl boyunca devlet terörünün her türüne maruz kalan bir Kürt bireyi olarak hiçbir yasasını çiğnemediğim sözde demokratik bir hukuk devletinde terörist olarak suçlanıyorum. Bu, soykırım suçunu 'terörle mücadele' manipülasyonu ile ters yüz eden Türk devletine desteğin suç ortaklığının itirafıdır” dedi. Türk devletinin 100 yıllık inkar ve imha siyasetini 'terörle mücadele' kılıfı ile modernize etmesinde Alman devletinin rolüne vurgu yapan Çakas, “Öyle ki bir gün Türk devleti Kürtlerle barışıp Kürtleri terörist görmekten vazgeçse bile Alman devleti bunu kolay kolay ve kısa zamanda yapmayacak” diyerek, bu politikayı ne kadar içselleştirdiğinin de altını çizdi. “Almanya ısrarla tahrik eden, kışkırtan bir tavır içinde. Biz Kürtlere karşı öfke biriktirmiş” diyerek Almanya’nın Kürtleri kriminalize etmedeki ısrarına dikkat çekti.
Kürt siyasetçi Çakas, Hannover cezaevinden gazetemizin sorularını yazılı olarak cevapladı.
Öncelikle cezaevi koşullarıyla başlamak istiyorum. Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyor? Gündemi nasıl takip ediyorsunuz? Kimseyle görüşebiliyor musunuz?
Cezaevinde 30 adet tek kişilik hücrenin olduğu bir bölümde bulunmaktayım. Hücrelerin kapıları günlük 6-7 saat açık tutulduğundan bina içinde hareket etme ve diğer tutuklularla ilişkilerimde bir sorun yok. Çünkü yaşam hücrede ve koridorda geçiyor. Ancak tek kişilik bir volta atmaya uygun olan koridorda gün içinde 2-3 saat volta atıyorum.
Türksat üzeri yayın yapan kanalların çoğunu izleme imkanım var. Ancak Kurdistan gündemini gazeteniz Yeni Özgür Politika'dan takip ediyorum. Dışarıdan kitap alamıyorum. Cezaevi kütüphanesinde sınırlı sayıda Kürtçe-Türkçe kitap bulunuyor. Okunabilir olanları okudum. Ayrıca savcılığın onayladığı yayın evlerinden aldığım 10 civarı kitabım var. Genel anlamda okuma sorunum yok. Ayrıca geçen süreçte mahkemeye hitaben yazılar yazdım. Kısacası günlük yaşam okuma, yazma ve volta atmak ile geçiyor. Çünkü 1 saat bahçeye havalandırmaya çıkabiliyoruz topluca. Ayrıca haftada iki saat spor salonunda spor yapabiliyoruz.
Ayda 4 saat aile görüşü var. Görüşmeler polis ve tercüman nezaretinde gerçekleşiyor. Tercümanlar çoğunlukla Kürtçe bilmelerine rağmen, Almanca ve Türkçe dışında üçüncü bir dille konuşulmasına müsaade edilmiyor. Yani Kürtçe fiilen yasak. Tercümanların değişmesine ve hepsinin Kirmanckî (Zazakî)-Kurmanci bilmemelerine bağlanıyor bu durum. Yani teknik nedenlere bağlanıyor ama sonuç olarak Kürtçe yasak.
Kürtlere ve Kürtlerin enternasyonalist dostlarına karşı Alman devletinin Türk devletiyle yürüttüğü ortak siyasete dair neler söylemek istersiniz?
Aslında Alman devleti, on yıllardır kendi devlet çıkarına zararlı gördüğü Kürtlerin, yalnız kalıp marjinalleşmesini istiyor. Bu aynı zamanda Türk devletinin inkar ve imha siyasetinin izolasyon stratejisine uygun ve uyumlu olarak yürütülüyor. Bu açıdan biz Kürtlerin Almanya'da dostlar edinmemiz Alman devleti için hep sorun oldu. Zaten Alman devletinin zamanında Kürt Özgürlük Hareketi'ne 'terör' yaftası yapıştırmasının bir temel amacı da bu yalnızlaştırmadır. Hatta, Türk devletinin 100 yıllık inkar ve imha siyasetini 'terörle mücadele' kılıfı ile modernize etmesinde Alman devletinin payı ve rolü vardır.
Tabii günümüzde Alman devletinin Kürtlerle birlikte, Kürtlerin enternasyonalist dostlarına baskılarını arttırmasının daha güncel nedenleri var. Eskiden Kürtler tecritten kurtulmak için dostlar edinmeye çalışırken, günümüzde Kürtler, dostlarıyla birlikte özgürlük mücadelesinin çıtasını yükseltiyor. Özellikle Rojava devrimi ve kadın hareketinde yaşanan devrimsel sıçrama, Kürt hareketinin halkların ve tüm ötekileştirilen muhalif grupların çekim merkezi yapmıştır. Tüm Avrupa'da faşist sağ eğilimin ürkütücü yükselişi, Demokratik Ulus anlayışını daha fazla benimsenir kılacak ve enternasyonal ortaklaşmayı artıracaktır.
Cevabımı özetlersem, eskiden Alman devleti, Alman toplumu Kürtlere destek vermesin diye engellemeye çalışıyordu. Günümüzde ise Almanya'daki devrimci, demokratik yapıların Kürtlerden etkilenmesinden daha çok korkar olmuştur. Bizzat ve şahsen Alman enternasyonalist dostlarımızdan tutukluluk sürecim boyunca gördüğüm yüksek dayanışma ve desteklerinden de anladım ki tüm baskılara rağmen dayanışma ve ortaklaşma engellenemez, aksine daha da artacaktır. Bu vesile ile bana dayanışma ve desteklerini eksik etmeyen tüm dostlara sizin aracılığınızla tekrardan selam ve saygılarımı iletiyorum.
Davanıza dönersek, süreç devam ediyor ve ceza çıkması muhtemel görünüyor. Buna dair öngörünüz nedir?
Bilindiği gibi, siyasi davaların sonuçları da siyasi olur. Verilen kararlar ve cezalar da ona göre verilir. Çokça tartışıldığı ve hukukçular tarafından ısrarla belirtildiği gibi, bu davalar giderek Alman hukuk sisteminin sorgulanmasına ve güvenirliğini kaybetmesine yol açmaktadır. Örneğin Türkiye'de Kürtlere uygulanan ve sadece evrensel hukuk ilkelerini değil bizzat Türk Anayasası'nı ve kanunlarını da hiçe sayan politik kararlar, sadece Kürtlere uygulandığı için, sadece Kürtler buna karşı çıkarlardı. Ancak bu hukuksuzluk durumu zamanla tüm muhaliflere uygulanmaya başlandı. Kürt’e reva görülen hukuksuzluk, tolere edile edile norm haline geldi. Almanya'da farklı olsa da benzer bir durum yaşanmaktadır. Bugün sadece Kürtlere uygulanan hukuksuzluk yakında yayılacaktır. Bu cezaların bir diğer amacı da sindirmek, yıldırmak ve pasifize etmektir.
Bu hukuksuz yargılamaların ve haksız cezaların son bulması için her tutuklama ve cezalandırmanın, toplumsal mücadeleyi ve dayanışmayı arttırması gerekir. Kuşkusuz en iyi cevap da, sindirmek istedikleri bizlerin, verecekleri ceza ne olursa olsun, bedeli ne olursa olsun, kendi dilimizi, kimliğimizi ve değerlerimizi savunmaktan vazgeçmememiz, dersler çıkararak demokratik mücadelemizi yükseltmemizdir.
Ülkede, Türkiye'de verilen ağır cezalara oranla, burada bizlere verdikleri, verecekleri ceza, ceza bile sayılmaz. Ben şahsen kendi hukuk mücadelemi vermekteyim. Verecekleri ceza ile pek ilgilendiğim söylenemez. Dava boyunca halk olarak maruz kaldığımız devlet terörüne ve kültürel soykırıma odaklandım.
Zaten genel resme baktığımızda biz Kürtlere soykırımları ve hiçliği reva görenlerin en fazla kaşı oldukları şeyin Kürtlerin öz savunmalarını yapmalarıdır. Öz savunma bilinci, örgütlülüğü ve pratiği olan Kürtlere her daim gerici, vahşi, eşkiya, haydut ve terörist demişlerdir.
Doğadan topluma tüm canlılar için öz savunma en temel ahlaki ilke ve onur kriteridir. Bize terörist demelerinin nedeninin altında kendini savunmaktan aciz yani onursuz ve ahlaksız olmamız dayatması vardı. Yoksa biz Kürtlerin hiç kimseye saldırmadığımızı, kimsenin ülkesini, toprağını işgal etmediğimiz ve hiçbir halkı sömürge haline getirmediğimizi her devlet ve halk bilir. Ben de şahsi siyasi mücadelemi varlığımı korumak ve özgürlüğümü sağlamak için vermişimdir, veriyorum. Varlığını, dilini, özbenliğini savunmak en temel ahlak ve onur konusu olduğundan bundan asla vazgeçmeyeceğim, vazgeçmeyeceğiz.
Mahkemeye verdiğiniz savunmada Kürtlerin mücadelesinin ve kendi siyasi çalışmalarınızın terörizm ile anılmasını aşağılayıcı ve onur kırıcı bir suçlama olarak değerlendirmiştiniz. Buna dair bir şeyler söylemek ister misiniz?
Dava sürecinde üzerinde en fazla durduğum konu biz Kürtlere dayatılan 'terör' yaftası oldu. Mahkemede belirttiğim gibi 6 yıl kaldığım Almanya'da yere çöp dahi atmamış bir Kürt bireyi olarak sudan gerekçelerle 'terörist' olarak suçlanmam halk olarak üzerimizde oynanan büyük bir oyunun bana yansıyan biçimi oluyor. İşin onur kırıcı yanı, ekonomik-politik çıkarları ve müttefiklik ilişkilerine göre belirlenen 'terör' yaftası, varlığı tehdit altında olan biz Kürtleri topluca suçlular konumuna sokmaktadır. Tüm Kürtlerin terörist gösterilmediğini iddia ederler ancak nerede kendi diline, kimliğine, onuruna ve ulusal değerlerine sahip çıkıp, soykırımlara karşı çıkan bir Kürt varsa o 'terörist' ilan ediliyor. Hal böyle olunca şahsen bana 'terörist' demeleri veya dememeleri önemsizleşiyor. Tüm onurlu Kürtlere 'terörist' denilen bir durumda 'terörist' sayılmamak kırıcı olur. Ancak bu terör yaftası çok yönlü iş gören bir yafta. En büyük etkisi, “en iyi savunma saldırıdır” anlayışıyla kullanılmasıdır. Soykırıma karşı direnenlerin 'terörist' sayılması soykırımı gizleme amaçlıdır. 100 yılın en büyük mağduru olan biz Kürtlerin hesap sormamız gereken yerde terörist olmadığımızı ispatlamakla uğraşıyoruz. Sayın Selahattin Demirtaş'ın son savunmalarında yaptığı bir tespit sanırım hepimizin durumuna tercüman oldu. Şöyle demişti Demirtaş: “Bana küfredenler nerede ama ben burada savunma yapıyorum.”
Henüz 6 yaşında gittiğim ilkokulda anadilim olan Kirdkî (Zazakî) dilinden konuştum diye sopa yiyen, devamında 40 yıl boyunca devlet terörünün her türüne maruz kalan bir Kürt bireyi olarak hiçbir yasasını çiğnemediğim sözde demokratik bir hukuk devletinde terörist olarak suçlanıyorum. Bize uyguladıkları soykırım suçunu 'terörle mücadele' manipülasyonu ile ters yüz eden Türk devletine bu destek suç ortaklığının itirafı oluyor aynı zamanda. Bu nedenle ben 'terör' suçlamasını soykırımı gizleme, aklama ve meşrulaştırma yöntemi olarak görüyorum. Bu nedenle 'terör' yaftası ve suçlamasına karşı en iyi savunmanın, gerçek terör olan çok boyutlu soykırımın teşhir edilmesi olduğunu düşünüyorum.
* * *
Almanya kin biriktirmiş
129b davaları ile Kürtleri suçla bağlantılandırmaya çalışan Almanya’nın İttifakının tarihi kodlarına dikkat çeken Kürt siyasetçi Mehmet Çakas: “Diğer benzer davalar gibi bu dava da Alman devletinin kronikleşmiş Kürt karşıtlığının bir yansımasıdır. Bilindiği gibi; ilgili Avrupa devletleri Kürt meselesine devletler hukuku temelinde, kendi ulusal çıkarları ekseninde bir yaklaşım belirliyorlar. Alman devleti tarihsel olarak bölge, Türkiye ve Kürtlere karşı farklı bir yaklaşım içinde. Hegelci ulus-devlet anlayışını mutlak form olarak benimseyen Alman devleti daha baştan itibaren Türk ulus-devlet kurgulanmasında ve inşasında başat bir rol oynadı. Önce İttihatçıların ve sonrasında aynı mirası devralan Kemalistlerin gerek ulus-devlet kurgulanmasında ve kurumlaşmasında ve gerekse bu batılı aklın ürünü olan ulus-devletin eliyle yeni, homojen, yapay Türk uluslaşmasının inşa edilmesinde Alman devletinin destekleri çoktur.
Bu uğurda 1915'ten itibaren yapılan tüm soykırımlar ve toplum mühendislikleri Alman devleti tarafından onaylanmış ve hatta desteklenmiştir. Alman devletinin Anadolu ve Kurdistan üzerindeki uzun vadeli emelleri tarihçe sabittir. Bu açıdan 1970'lere değin Alman devleti açısından tüm sıkıntılara rağmen her şey yolunda giderken, Kürt Özgürlük Hareketi'nin beklenmedik çıkışı ve sanıldığından daha etkili olması, Alman devleti açısından adeta bir çuval inciri berbat etmiştir. Daha 1980'lerde Alman devletinin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı sert tavır alması, ‘terör’ yaftası vurarak dışlaması ve hedef haline getirmesi biraz da bu tarihsel nedenlerle ilgilidir.
Kontrol altında tutmak istedikleri Kürtlüğün, kendi kontrollerinin dışına çıkması büyük bir öfkeye yol açmıştır. Bu nedenle Alman devleti, pragmatist politikasına kin de eklemiştir. Alman devleti 80'li ve 90'lı yıllarda Kürt Hareketi'ni silahlı yapısından kaynaklı öyle tanımlardı. Ancak 2000'li yıllarla birlikte Kürt Özgürlük Hareketi askeri strateji yerine demokratik-siyasal stratejiyi esas alarak yapısal yenilenmeye gitti. Diyalog ve ateşkesi önceleyen bir tutum alsa da Alman devleti yumuşamamış hatta daha da sertleşti. Dahası bu yıllarda Özgürlük Hareketi'nin AB'nin ‘terör listesi’ne alınması, durumun göründüğünden daha köklü nedenlere dayandığını göstermektedir. Özelikle Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın bağımsız duruşunu, Demokratik Ulus teorisi ile zihinsel devrim etkisi olan bir teorik düzeye kavuşturması ve bu alternatif bakışın Kürt toplumu tarafından sahiplenilmesi, Alman devlet akılını yoğunlaşmaya ve tavır geliştirmeye sevk etmiştir.
Ben 1990'lı yıllarda iki yıl Almanya'da kalmıştım. O zamanlar Alman devleti ve Kürtler arasında çok gergin ve çatışmalı bir durum vardı. O zamanlar Kürtleri sakin olmaya çağıran güvenlik birimlerini 20 yıl sonra tekrar Almanya’ya geldiğimde ısrarla tahrik eden, kışkırtan bir tavır içinde buldum. En ufak bir yasal etkinliğin onlarca anti-terör ekibi tarafından kuşatılmasını oldukça manidar buldum. Alman devleti biz Kürtlere karşı öfke biriktirmiş. Ve ısrarla Almanya'nın bir parçası olan, ülkenin kalkınmasında ve katma değerinde büyük emeği olan bizleri bilinçli bir şekilde kriminalize ederek, yaftalayarak, yasa dışına itmek istemektedir. Diğer bir değişle tıpkı Türk devleti gibi kendi Kürt meselesini tamamen kriminal bir düzeye indirgeyip güvenlik birimlerine ve mahkemelere havale etmiş durumda. Hatta şöyle bağlayayım: Bir gün Türk devleti Kürtlerle barışıp Kürtleri terörist görmekten vazgeçse bile Alman devleti bunu kolay kolay ve kısa zamanda yapmayacak, kriminalleştirme, terörize etme politikasını sürdüreceği kanısındayım.