Kriminalizasyon direnişi nasıl tetikler?
Dosya Haberleri —
- Kürdistan Özgürlük Hareketi, bir dizi sol, feminist ve ekoloji mücadelesiyle yakın bağları olan Avrupa'daki en büyük siyasi hareketlerden biridir. Keza, Batı ve Kuzey Avrupa'daki büyük metropollerde, çok kısa sürede binlerce kişiyi meydanlara doldurma gücüne sahip. Bu yönüyle de Avrupa’daki sistem için önemli bir tehdit olarak algılanmakta.
- Baskı, giderek daha zayıf gerekçelerle daha geniş kitleleri hedef aldıkça, buna karşı direnişin de aynı ölçüde büyümesi beklenmelidir. Devletçi sistem, sömürgeci ve kapitalist tahakküm güçlerine karşı verilen mücadeleleri kriminalize ederek, en büyük korkusu olan örgütlü direnişi yaşamın asıl hakikatine dönüştürmektedir.
IİDA KÄYHKÖ / Çeviri: Sinan ÖNAL
Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) 1993’te Almanya'da ‘terör örgütü’ olarak tanımlanmasının üzerinden 31 yıl geçti. Almanya’yı daha sonra sırasıyla 1997 ve 2002 yıllarında ABD ve Avrupa Birliği izledi. Bu yasaklama ve terörizm yaftalaması sonucunda, PKK ağır devlet baskıları ve özel yöntemlerin hedefi olageldi.
PKK'nin öncülük ettiği ve Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak bilinen hareket, mücadeleye başladığı dönemden beri sadece Türk devleti tarafından değil, bir bütün olarak uluslararası devletler tarafından baskı, kriminalizasyon ve özel savaş stratejilerine maruz kaldı. Zindan direnişleri, sürgünler, yeraltı örgütlenmeleri, gözetim ve devlet şiddetinden kaçma stratejileri pek çok Kürt ve dostları için kaçınılmaz deneyimler haline geldi. Dolayısıyla bu hareketin dünü ve bugünü, söz konusu kriminalizasyon bağlamında net bir şekilde değerlendirilmeden anlaşılamaz. Fakat belki de en önemlisi, ‘terörle mücadele’ stratejilerinin, Kürt özgürlük mücadelesine karşı nasıl yasal ve fiziksel bir silah olarak kullanıldığını görmek, devlet aygıtları öncülüğündeki daha geniş ve küresel militarist sistemi anlamak için büyük önem taşıyor.
Kriminalizasyonun kısa tarihi
Avrupa’daki tüm devletler, Kürt hareketinin kriminalize edilmesine bir dereceye kadar dahil olsa da Almanya bu konuda başı çeken ülkelerden. Avrupa ülkeleri arasında en fazla Kürt nüfusa sahip olan Almanya'da, Kürt hareketinin ön planda bir güç olması ve örgütlülük düzeyi bu durumun en temel nedeni. Ancak daha da önemlisi, Almanya'nın on yıllardan beri Türk devletinin ekonomik ve diplomatik müttefiki olması, Türk devletine silah ve askeri teçhizat sağlaması. Bu militer teçhizatlar, Türk devleti tarafından Kürdistan'da ölümcül sonuçlara yol açacak şekilde kullanılıyor ve Alman silahları kullanılarak yürütülen savaştan kaçan pek çok Kürt, Avrupa'ya göç ediyor. Ülkelerine kıyasla daha fazla siyasi özgürlük beklentisiyle gelen Kürtler aksine kriminalizasyon uygulamalarına maruz kalıyor.
Her anlaşma ardından baskın
Türkiye tarafından talep edilen kriminalizasyon politikası itinayla uygulanıyor. Her devletler arası ziyaret ve ticari anlaşma müzakeresini yeni bir baskın, tutuklama ve kovuşturma dalgası takip ediyor. Bu durum, Almanya'nın DAİŞ’e karşı mücadelede Kürt hareketini destek açıklamalarına ve önde gelen Alman siyasetçilerin PKK’li Kürt kadınlarının mücadelesinden doğan “Jin Jîyan Azadî” sloganını benimsemesine rağmen devam ediyor. Bu yüzeysel jestler, Türk devletini, bölgedeki emperyalist ve soykırım projelerinde desteklemeye yönelik gelişen derin ekonomik ve ideolojik taahhüdü de gizliyor.
Yasak için bahane yaratıldı
Alman yasalarında 26 Kasım 1993 tarihinde düzenlenen PKK yasağı, Türkiye'nin lobi faaliyetlerinin bir sonucuydu. Türk Başbakanının (Tansu Çiller) aynı yılın Eylül ayında gerçekleştirdiği diplomatik ziyaret, kriminalizasyon politikasını Almanya-Türkiye ilişkilerinin merkezine yerleştirdi. Aynı yılın ilerleyen günlerinde Türk askeri güçleri, Kürdistan'ın küçük bir kasabasında Alman silahlarını kullanarak en az 30 sivilin öldürüldüğü bir katliam gerçekleştirdi. Bunun sonucunda, tüm Almanya’da toplumsal protestolar patlak verdi ve Almanya genelinde 59 Türk kuruluşu ve şirketinin protestocular tarafından saldırıya uğradığı iddia edildi. Dolayısıyla, zaten diplomatik bir gereklilik olarak kararlaştırılmış olan ‘yasak kararı’ için bir bahane yaratılmış oldu.
Kürtlerin yaşamı tehdit altında
PKK yasağı, Avrupa'da Kürt mücadelesinin bir parçası olarak örgütlenen toplulukların karşı karşıya kaldığı politik koşulları olumsuz şekilde dönüştürdü. Yasakla beraber kriminalizasyona uğrayan Kürt toplulukları, farklı birçok politikaya maruz kaldı. Güvencesiz göçmenlik statüsü, yoksullaşma ve ırkçılık Kürt diasporasının maruz kaldığı yaygın deneyimler olarak açığa çıktı, çıkıyor. Baskılar korkuya bir katman daha ekliyor. Kriminalizasyon aynı zamanda istihdam olanakları ve vize statüsüne ilişkin mevcut endişeleri de artırırken pek çok kişinin çalışmak için güvenlik soruşturmasından geçmesine neden oluyor; daha güvenli bir göçmenlik statüsü kazanmasını zorlaştırıyor.
PKK yasağı Kürtlerin yaşamının bir bütün olarak hedef alınması için bahane de yaratıyor. Kriminalizasyonun dalga dalga yayılan etkisi, gözetim, takip, baskınlar, kurumların kapatılması, tutuklamalar, kovuşturmalar, bireylerin ve örgütlerin para ve mallarına el konulması, gösterilerin şiddetle bastırılması gibi yollarla Kürt diasporası hedef alınıyor. Bu yöntemler, sempatizan olarak algılanan herkese, yani toplumsal örgütlenme ya da siyasi seferberliğe katılan herkese, gösterilere ve etkinliklere katılanlara ya da sadece dijital medyada destekleyici mesajlar paylaşan kişilere karşı kullanılıyor. Ayrıca Kürt öğrenci örgütleri, toplum merkezleri ve yardım kurumları da bu çerçevede hedef alınıyor.
Buna ek olarak, Kürt Özgürlük Hareketi hakkında yanlış bilgiler yayılarak, dezenformasyon ve söylentiler açısından birçok soru gündeme getirilip ana akım medyada hareketin ideoloji ve amaçlarının çarpıtılması sağlanıyor.
Özel savaş stratejisinin sonucu
Bu süregelen kriminalizasyon, devletlerin özel savaş stratejisinin de bir sonucu. PKK'yi yasal olarak 'terörist' kategorisine sokmak devletlere ve uluslararası koalisyonlara, siyasi faaliyet düzeylerine bakılmaksızın Kürt özgürlük mücadelesiyle az da olsa bağlantılı veya sempati duyan herkesi bastırmak için mümkün olan en geniş yetkileri kullanma hakkı veriyor.
Devletlerin terörizm kavramını hangi bağlamda kullandıklarını incelediğimiz zaman; PKK'nin bir terör örgütü olarak kabul edilip edilmemesi gerektiği ve eylemlerinin terörizm tanımına uyup uymadığı soruları kuşkulardan ibaret hale gelmekte. Terörizm, en yaygın biçimde isyancı örgütler ve devlet dışı siyasi grupların eylemlerini tanımlamak için kullanılır. Bu tanım, günümüz mevcut devlet sistemi tarafından yaratılmış olup kendi sisteminin yararına kullanılıyor. Söz konusu devlet sisteminin kendisinin de şiddet eylemleri gerçekleştirmesine, insanlığa zarar vermesine ve yaşam için muazzam bir maliyet yükü oluşturmasına rağmen çok nadir örneklerde terörist bir aktör olarak kabul ediliyor.
Kendi yasalarının da açık ihlali
Yirmi yılı aşkın bir süredir hayatımıza hakim olan‘güvenlik’ söylemi ve ‘teröre karşı savaş’ siyaseti, devletlere terörizm tanımlarını büyük ölçüde genişletme fırsatı verdi. Popüler terörizm tanımı, eskiden sadece sivilleri hedef alan doğrudan ve fiziksel şiddeti içeriyorken, artık pek çok kişi bayrak taşıdıkları, toplantılar düzenledikleri ya da kamusal alanda konuştukları için terörist olarak yaftalanıp yargılanabiliyor. Bu kovuşturmalar, eylemlerinin neden olduğu zarar ile ilgili olmayıp, bilakis ilgili grupların ya da bireylerin siyasi bağlantılarından dolayı yapılmakta. Söz konusu siyasi gruplar genellikle devletlere ve korporatist sermaye bloklarına karşı silahlı mücadele veya siyasi seferberlik yürüten isyancı hareketlerdir. Daha da önemlisi, terörle mücadele politikaları sadece örgütlü siyasi eylemleri değil, aynı zamanda konuşma ve düşünce özgürlüğünü de cezalandırmaktadır. Kaldı ki, ‘terörle savaş’ projesini en hevesli şekilde yürüten devletler, güya liberal değerlere sahipler ve yaptıkları bu uygulamalar kendi yasalarının da açık ihlali.
Küresel kriminalizasyon iklimi
Türk devleti her fırsatta daha fazla kriminilizasyon talebinde bulunmakta. Asıl olarak amaçladığı ise küresel bir kriminilizasyon iklimi yaratmak. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, ardından NATO'nun genişlemesi ve Avrupa'nın askeri ve siyasi gücünün Türk devletinin iş birliğine daha fazla güvenmesi, Avrupa'da baskının artmasına neden oldu. Türk devleti jeostratejik önemini ortaya koydukça NATO müttefiklerinden artan taleplerde bulunmakta. İsveç, 2022 yılında Türkiye'nin NATO'ya katılma onayını alabilmek için terörle mücadele yasasını güçlendirmek üzere anayasasını değiştirdi. Bu arada Kürtlerin Avrupa ülkelerinden Türkiye'ye iade edilme rakamları da gün geçtikçe artmakta. Bu durum, Alman devletinin, kendi jeopolitik konumunun arkasındaki kapitalist ve militarist dürtüyü gizleyen, adına “feminist dış politika” dediği taahhütlerine rağmen gerçekleştiriliyor. Almanya gibi kapitalist ve emperyalist bir devletin dış politikası nasıl feminist olabilir? Bu saçma çelişki, Türk devletine silah satışının devam etmesi ve Almanya'da Kürt hareketine yönelik zulmün sürmesi nedeniyle daha da bariz hale geldi.
Avrupa’daki en büyük hareket
Kürdistan Özgürlük Hareketi'ne yönelik devam eden baskının ardındaki ekonomik ve diplomatik gerekçeler açık olmakla birlikte, bu baskıyı ayrıca ideolojik bir bağlama da oturtmak gerekir. Zira Kürt Özgürlük Hareketi, devlet dışı doğrudan demokrasi sistemi üzerine inşa edilmiş bir dünya için anti-kapitalist, anti-patriyarkal bir mücadele yürütüyor. Meyveleri Kürdistan'ın dört bir yanında görülebilen bu geniş düzeyli toplumsal dönüşüm, milyonlarca insanın özgürlük hayallerini süslerken, hegemonik güçleri ise korku ve endişeye sürüklüyor. NATO'nun en büyük ikinci ordusuna karşı silahlı mücadele yürüten Kürt Özgürlük Hareketi’nin küresel kapitalist sisteme oluşturduğu tehdit sanılandan da büyük. Son on üç ayda, Filistin halkının direnişinin, enternasyonalizm pratiğini nasıl yeniden canlandırdığını ve emperyal merkezdeki halkların dayanışmasının Avrupa devletlerinin militarist ve kapitalist güçlerine nasıl meydan okuduğunu deneyimledik.
Kürdistan Özgürlük Hareketi, bir dizi sol, feminist ve ekoloji mücadelesiyle yakın bağları olan Avrupa'daki en büyük siyasi hareketlerden biridir. Keza, Batı ve Kuzey Avrupa'daki büyük metropollerde, çok kısa bir süre zarfında binlerce kişiyi sokaklara ve meydanlara doldurma kapasitesine sahip. Bu yönüyle de, devletler ve korporatist sermaye ağları için önemli bir tehdit olarak algılanmakta. Özellikle Avrupa'daki sistem için bu algı çok daha çetin bir hal almakta.
Sürdürülen baskının geleceği
Avrupa, imparatorluk ganimetlerinin kendisine döndüğü bir kıtadır. Bankacılıktan tutalım teknolojik gelişim ve dönüşümlere kadar, tüm endüstrilerin emperyal savaşlardan en büyük faydayı sağlamaya devam ettiği bir sahadır. Daha açık ifade etmek gerekirse Avrupa, mevcut dünya düzenini oluşturan ve insanlığa savaş açmaya devam eden devletlere ev sahipliği yapmaktadır. Emperyal sistemin yıkılması ise, emperyal merkezlerdeki toplumsal ayaklanmalara bağlıdır. Bu tehdit, süregelen baskının hedefleyerek yok etmeye çalıştığı şeyin ta kendisidir: Örgütlü direnişin gücü! Kürdistan Özgürlük Hareketi, emperyalizme karşı mücadelede en son kalan toplumsal silahlı mücadelelerden biri olarak, küresel devletçi kapitalist sisteme yönelik en büyük tehditlerden biri olarak algılanmaktadır.
Bu nedenlerle, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bastırılmasını mümkün kılan teknolojilere, yöntemlere ve yasal çerçevelere daha fazla yatırım yapılmasını bekleyebiliriz. Emperyal devletlerin jeopolitik tartışmalarında güç mücadeleleri belirleyici bir rol oynarken, terörle mücadele politikalarının perde arkasında yürütülen kriminalizasyon süreci devam etmektedir. Baskı, giderek daha zayıf gerekçelerle daha geniş kitleleri hedef aldıkça, buna karşı direnişin de aynı ölçüde büyümesi beklenmelidir. Sonuç olarak, devletçi sistem, sömürgeci ve kapitalist tahakküm güçlerine karşı verilen mücadeleleri kriminalize ederek, en büyük korkusu olan örgütlü direnişi yaşamın asıl hakikatine dönüştürmektedir.
* * *
Iida Käyhkö kimdir?
Iida Käyhkö, Londra Üniversitesi Royal Holloway Kampüsü’nde doktora öğrencisi. Birleşik Krallık'taki Kürt toplumu arasındaki güvenlik ve kriminalizasyon deneyimlerinin yanı sıra terörle mücadele konseptiyle ilgili doktora araştırmaları yapan Käyhkö, feminizm ve güvenlik meseleleri üzerine yazılar yazmakta. Yazıları, Guardian, Hope Not Hate, Novara Media ve ROAR Magazine’de yayınlanmakta.
* Bu yazı MedyaNews portalından çevrilmiştir.