Türkiye nasıl kurtulur?

Selahattin ERDEM yazdı —

  • Savaş başlayıp da sert İsrail saldırıları ortaya çıkınca adeta dut yemiş bülbüle döndüler ve bu sefer keskin bir ‘U’ dönüşüyle “Biz savaşa karşıyız” demeye başladılar. Beyrut’ta patlayan bombalar, Beştepe’deki Saray’ın temellerini sarstı.
  • Özgürleşen Kürtlük karşısında Türkiye’de Kürt, kadın ve halk düşmanı faşist zihniyet ve siyaseti sürdürmek artık imkânsız hale geldi. Türkiye’nin tek kurtuluş yolu var, o da Kürt özgürlüğüne dayalı demokratikleşmedir.

Yaklaşık bir aydır yoğunlaşan İsrail saldırıları, kuşkusuz Lübnan Hizbullah’ına çok ağır darbe vurdu. Doğrusu çok kimse böyle bir savaş beklemiyordu, İsrail’in bu kadar kısa sürede Hizbullah’a bu denli ağır darbe vuracağına ihtimal vermiyordu. Çünkü Hizbullah’ın da bir gücü ve askeri hazırlığı, mevzilenmesi vardı. Yine İran gibi dayandığı bazı devletler de söz konusuydu. Fakat yaşanan sonuçlar neredeyse herkes için biraz şaşırtıcı oldu. Hatta birçoğunu sarstı ve de şoke etti. Neden?

Elbette bu soruya çok sayıda cevap verilebilir. Örneğin, eğer İsrail havadan değil de karadan saldırsaydı, bu kadar hızlı ve etkili sonuç alamazdı. İsrail’in hava saldırısını esas almış ve buna hazırlanmış olması, mevcut askeri sonucun bir nedenidir. Yine önce cihazları patlatıp irtibatı keserek İsrail akıllı bir taktik izlemiştir. Bu da mevcut sonuçta önemli bir neden oluyor. Dahası Hizbullah ve dayandığı İran’ın izlediği kararsız savaş siyaseti de bu sonucun ortaya çıkmasında bir etken olmuştur. Hizbullah ve İran bir yandan Hamas’ı destekler görünürken, bir yandan da siyasi uzlaşma tutumu izlemiştir. Hatta Fransa ve benzeri güçlerin aracılığıyla İsrail ile Hizbullah’ın ateşkes imzalayacak noktaya geldiği söylenmektedir. İsrail işte bu noktadayken büyük saldırıyı yapmış ve Hasan Nasrallah’ı vurmuştur. Yani Hizbullah ile İran bir tür siyasi oyuna getirilmiş oluyor. Fransa Yönetiminin İsrail’e gösterdiği tepkinin de buradan kaynaklandığı söyleniyor.

Peki şimdi ne olacak? Belli ki ABD-İsrail bloku Lübnan’ı yeniden şekillendirmeye çalışacak. Hizbullah’ın ve İran etkisinin zayıfladığı, İsrail için tehdit oluşturmayacak bir Lübnan yaratmak isteyecek. Bununla da yetinmeyip, İran’ın sınırları dışındaki gücünü tümden etkisiz hale getirmeye çalışacak. Yani İran’ın bölgeye yayılmış gücünü hedefleyecek. Zaten dört yıl önce Kasım Süleymani’yi vurarak bu süreci başlatmıştı. Şimdi yakaladığı askeri üstünlüğe dayanarak sonuca gitmek isteyecek.

Bunun karşısında mevcut İran Yönetimi hep barıştan söz ederek, mümkün oldukça savaşı sınırlandırmaya ve uzlaşma arayışını sürdürmeye çalışıyor. Fakat bunu tek taraflı olarak gerçekleştirmesi zordur. İran yönetimi böyle yaklaşsa da mevcut haliyle bir tür İsrail-İran savaşı ortaya çıkmış durumdadır. Yani böyle bir savaşa bel bağlayan ve bunu isteyen çevreler aslında aradıklarını bulmuş oldular. Bakalım yaşanan bu savaş kimlere kazandıracak, kimlere kaybettirecek?

Kuşkusuz İsrail ile Hizbullah, dolayısıyla İran savaşını en çok isteyen ve tahrik eden güçlerin başında AKP-MHP Yönetimi geliyordu. Bu yönetimin sözcüleri ve yalakaları bir ay öncesinde böyle bir savaşı tahrik edebilmek için her türlü yalan ve hileye başvuruyorlardı. Fakat savaş başlayıp da sert İsrail saldırıları ortaya çıkınca adeta dut yemiş bülbüle döndüler ve bu sefer keskin bir ‘U’ dönüşüyle “Biz savaşa karşıyız” demeye başladılar. Beyrut’ta patlayan bombalar, Beştepe’deki Saray’ın temellerini sarstı. Öyle anlaşılıyor ki, her şeyi Kürt ve kadın katletmek gibi kolay sananlar, işin ciddiyetini Lübnan savaşıyla anlamaya başladılar. Demek ki yaptıkları savaş çığırtkanlığına rağmen, böyle bir savaşın olmayacağını sanıyorlardı. Ama gerçeği görünce ve sıranın kendilerine gelmekte olduğunu anlayınca bu sefer de çocukça davranışlar göstermeye başladılar.

Önce faşist şef Tayyip Erdoğan, meclis kürsüsünden “İsrail bize de saldıracak” dedi. Mesajı alan ya da veren faşist başbuğ Devlet Bahçeli, durup dururken mecliste DEM Partililerin elini öptü. Ortaya yeniden bir “Çözüm süreci” tartışmaları atıldı. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat, Devlet Bahçeli’ye atfen, “İmralı orada, yanına Erdoğan ve Özel’i de al, git Önder Apo ile sorunları çöz” dedi. Buna cevaben Devlet Bahçeli de Önder Apo’ya hitap ederek, “Gel teslim ol, örgütü de tasfiye et” çağrısı yaptı, yani kendisine gençliğinden beri ezberletilen şeyi bir kez daha tekrarladı.

Bunlar üzerine, iktidarı ve muhalefetiyle, sağı ve soluyla yazılı ve görsel basında bir tartışmadır başlayıp gitti. İki haftayı aşkın süredir gece-gündüz demeden herkes tartışıyor. Saatlerce insanlar birbirine bağırıp çağırıyor. Her gün kırk kurgu yapılıyor; kimi neredeyse PKK’nin kendini tasfiye ettiğini söyleyecek duruma geliyor, kimi yüksek perdeden tehdit ediyor, kimi savcıları göreve çağırarak DEM Parti’ye “Kapatma” tehdidinde bulunuyor. Derler ya, bir yalanı kırk defa söylersen, doğruluğuna ilk söyleyen de inanırmış! İşte böyle kendi yalanlarına kendilerini inandırmaya çalışıyorlar. Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Sözde tartışma adına yapılanlar, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyor.

Aslında bu kadar çok konuşarak ve de bağırarak içlerindeki korkuyu yenmeye çalışıyorlar. Çünkü içlerine büyük bir korku düşmüş durumda. Kürt düşmanı, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetleri tümüyle çöktü. Özel savaşı bu biçimde daha da derinleştirerek toplumu aldatmaya ve korkularını yenmeye çalışıyorlar. Kürdistan’da yaşadıkları yenilginin üstüne bir de Lübnan’da patlayan bombaların etkisi binince, zorla da olsa başlarına gelecekleri görmeye başlıyorlar. Neden?

Çünkü bir defa Kürt özgürlük mücadelesi karşısında yenildiler; faşist, sömürgeci ve soykırımcı yüzleri açığa çıktı ve iyice teşhir oldu. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi bu gerçeği tüm dünyaya yaydı. Özgürleşen Kürtlük karşısında Türkiye’de Kürt, kadın ve halk düşmanı faşist zihniyet ve siyaseti sürdürmek artık imkânsız hale geldi. Türkiye’nin tek kurtuluş yolu var, o da Kürt özgürlüğüne dayalı demokratikleşmedir.

İkinci olarak, yüzyıldır içinde yer aldığı kapitalist modernite sistemi içinde artık mevcut Türkiye’ye yer kalmadı. Kapitalist modernite sisteminin küresel yapılanışında zaten mevcut Türkiye yoktu. Yüz yıldır yaşayan bu Türkiye, iki şeye dayanarak var oldu: Birisi Rusya’daki Ekim Devrimi, diğeri Kürt desteği! Bunlar olmasaydı, Birinci Dünya Savaşı sonrası zaten böyle bir Türkiye olmayacaktı. Bu iki güce dayanarak Kemalist Hareket gelişip güç kazandı ve kendisine verilen iki görev temelinde de İngiltere ve Fransa tarafından kabul edilerek devlet haline geldi. Peki neydi bu iki görev? Birisi Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatmak, diğeri de Ortadoğu ulus-devlet yapılanmasına model olarak ve Arapların bölünüşünü kabul ederek İsrail’in doğuşuna hizmet etmek!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti geçen yüzyılda bu iki görevi de yerine getirdi. Sovyetler Birliği’ne karşı durdu ve proto-İsrail olarak gerçek İsrail’in oluşumuna hizmet etti. Artık Sovyetler Birliği yok, mevcut Rusya geçmişin Sovyetler Birliği değildir, dolayısıyla Türkiye’nin bu görevi bitmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçek İsrail kuruldu ve şimdi Üçüncü Dünya Savaşı içinde kapitalist modernite sistemi Ortadoğu bölgesini İsrail-Arap uzlaşmasına dayanarak yeniden şekillendirmek istiyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye ve İran öncülüğünde şekillenen Ortadoğu sistemini değiştirmeye çalışıyor. İran’ın sınır dışı güçleri bu temelde hedeftir, ancak bunlar dışında kendi sınırları içindeki İran, kapitalist modernitenin küresel yapılanması içinde vardır. Bu yapılanma içinde yer almayan, yüzyıldır ek görevler temelinde var olan Türkiye ise, şimdi değiştirilmesi gereken esas güç konumundadır. Yani içinde yer aldığı sistemle de çelişkilidir. İster NATO’ya yaslansın, ister Rusya-Çin’e yalvarsın bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. Bu sisteme göre de Türkiye değişecektir; Kürtlere, kadınlara, emekçi halklara göre de Türkiye değişecektir. İkincilere göre değişirse, alternatif demokratik bir sistem olarak mevcut Türkiye birliği kendini yaşatabilir. Türkiye’nin tek şansı da budur.

Geçen yüzyıllık Türkiye’yi yaşatacak ne Sovyetler Birliği ne de Kürt desteği vardır. Mevcut sistem içinde ise ancak İsrail’e hizmet ederek, kul-köle olarak yaşayabilir; başka şansı yoktur. Bu durumda gerçek tek şans, Kürt desteğini yeniden kazanmaktır. Bunun da yolu, Kürt özgürlüğü temelinde demokratikleşmektir. Gerçek durum bu kadar ciddi ve somuttur. Bu nedenle, spekülasyon temelindeki tartışmalarla geçirilecek vakit yoktur. Sorunlar öyle sadece İmralı’ya gitmekle de çözülemez. Madem ki Önder Apo’nun rol oynaması isteniyor, o halde hemen bunun koşulları yaratılmalıdır. Önder Apo’nun, PKK Yönetimi dahil herkesle görüşme imkânı yaratılmalı; bu temelde Türkiye’nin demokratik değişimine girişilmelidir. Türkiye’yi gerçekten sevenler acele etmelidir. Çünkü değişim için de zaman kalmayabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.