'Sieger sein' benim hikayem

Kültür/Sanat Haberleri —

“Sieger sein” (Kazanan ol) filmi

“Sieger sein” (Kazanan ol) filmi

  • Yönetmen Soleen Yusef, uzun metrajlı filmi “Sieger sein” Alman Film Ödülleri’nde “En İyi Çocuk Filmi” ödülünü aldı. Rojavalı bir ailenin futbolsever kızı Mona’nın hikayesine odaklanıyor. Yusef, "Sieger sein için güzel bir başlangıç oldu. Her ne kadar hikaye Berlin’de geçse de bu film; Kürtlerin hikayelerini ve mücadelesini anlatıyor” dedi.

GÖZDE GÜLER

Duhoklu yönetmen Soleen Yusef’in ikinci uzun metrajlı filmi “Sieger sein” (Kazanan ol) Alman Film Ödülleri’nde “En İyi Çocuk Filmi” ödülünü aldı. 2024 yapımı, Yusef’in yazıp yönettiği film, yedi kişilik Rojavalı bir ailenin futbolsever kızı Mona’nın hikayesine odaklanıyor.

Mona, Berlin-Wedding'de öğrencilerin yüzde 90'ının yabancı olduğu bir ilkokula gider. Almancası zayıf olmasına rağmen çok iyi futbol oynayan Mona’nın yeteneğini öğretmeni Bay Che fark eder ve onu futbol takımına kabul eder. Almanya’daki göçmen çocukların yaşadığı zorlukları farklı bir açıdan ele alan filmin biraz da kendi hikayesi olduğunu söyleyen yönetmen Soleen Yusef, on yaşına kadar da olsa Kurdistan’da yaşadığı için kendini şanslı gördüğünü belirterek, “Orada büyüdüğüm için hayatı, sokakları, köklerimi, akrabalarımı, köyleri ve dağları farklı tanıdım ve algıladım” diyor.

Filmde benzer deneyimleri yaşamış amatör çocuk oyuncularla çalıştığını söyleyen Soleen, onlara sinema dünyasıyla tanışma imkanı vermek istediğini anlatıyor.

17 yıldır sinemanın içinde olan, daha önce Netflix, Amazon, Disney Plus için de film, kısa film ve dizi yapımcılığı da yapan Soleen Yusef’le sinema serüvenini, Sieger sein’i ve yeni projelerini konuştuk.

 

Soleen Yusef

 

Filmin “Sieger sein” bu yıl Berlinale’de gösterildi, Alman Film Ödülleri’nden de ödülle döndün. Berlin senin için nasıl geçti? Filmin 'Sieger sein’a tepkiler nasıldı?

Berlin benim için muhteşem geçti. Filmimin gösterildiği Generation (Nesil), Berlinale’in özel bir bölümü. Aile filmlerinin, özellikle gençlerin ve çocukların ön planda olduğu bir alan. Dolayısıyla ana izleyici kitlesini gençler ve ebeveynler oluşturuyor ve seyirciyle farklı bir yakınlık, samimiyet gelişiyor. Çocuk seyircilerin filme samimi ve içten tepkileri beni epey şaşırttı. Film esnasında sanki futbol maçı izler gibi tezahürat ediyorlardı, ayağa kalkıp alkışlıyorlardı. Film izleyicisi ile buluştuktan sonra, çeşitli sınıflardan, öğretmenlerden ve pedagoglardan sevindirici mesajlar ve videolar aldım. Tekrar Berlinale’e katılma imkanı da ayrıca güzeldi. 'Sieger sein' için güzel bir başlangıç oldu. Her ne kadar hikaye Berlin’de geçse de özünde bu filmi; Kürtlerin hikayelerini, Kürt mücadelesini anlatıyor. Alman Film Ödülleri’nde Mehmet Aktaş ve Ayşe Polat gibi Kürt sinemacı, yapımcılarla ödül kazanmak da büyük bir onur.

Filmde futbola ilgi duyan küçük bir kızın hikayesi anlatılıyor. Özellikle sormak istiyorum, neden futbol?

Bu film benim ve öğretmenimin hikayesi. Küçükken ben de futbol oynadım. Kaleciydim. Babam ve erkek kardeşlerim futbol fanatikleridir. Kendimi bu yüzden futbol ile özleştirebiliyorum. İlkokuldan sonra yarım yıl futbol oynamaya devam ettim. Yeterli desteği alamayınca maalesef bırakmak zoruna kaldım. 90’larda kız çocuklarının futbol oynaması pek desteklenmiyordu.

Film, Rojava’dan, Kobanî’den göç eden küçük bir kızın hikayesini işliyor. Dönem filmi çekmek yerine gün geçtikçe ekstrem yöne doğru gelişen bu dünyada, gençlerin duygularını yakalamak istedim. Kendi şahsımda daha çok evrensel bir hikaye anlatmak istedim. Hayatımı başkalarına bir örnek olarak sunmak istedim.

Hikayeni anlatmaya ne zaman karar verdin?

Filmde anlattığım öğretmenimle tesadüfen karşılaştığımda. Çocukluğumdan bu yana onu görmemiştim. 2017’de Rojava’daki kadınlar için bir konser verilmişti ve ben de kız kardeşim ve bir arkadaşımla katılmıştım. Rojava icin destek toplanıyordu o konserde. Bir baktım kimi göreyim? Değişmeyen deri yeleği, yıldız küpesiyle sosyalist öğretmenim. Sinemacı kimliğimden çok Kurdistan’daki siyasi durumu konuşmuştuk. Malum Kürtlere karşı ırkçılık çok oluyordu ve ben her Kürt’üm dediğimde beni koruyup destekliyordu. Kurdistan’a gittiğimde onunla Wedding’deki ilk karşılaşmamı ve hayatımda bıraktığı etkiyi yazmaya başladım.

 

 

Filmde çok sayıda flashback var. Bu senin çocukken ülkene dair hatıraların veya çocukluğunu hatırlama arzun mu?

Kesinlikle! Benim olduğu gibi, Mona’nın ve ailesinin de bir zamanlar çok sevdiği bir yer olduğunu ve o yerin onu her an etkilediğini anlatmak benim için çok önemliydi. On yaşıma kadar Kurdistan’da yaşadığım için kendimi çok şanslı sayıyorum. Orada büyüdüğüm için hayatı, sokakları, köklerimi, akrabalarımı, köyleri ve dağları farklı tanıdım ve algıladım. Bu nedenle memleketim kimliğimin çok önemli bir parçası oldu. Mona’nın da sevdiği bir memleketi vardı ve oradan gönüllü ayrılmadı; terk etmek zorunda kaldı. Bu gerçekliği anlatmak benim için önemliydi. Çünkü bu ülkeye her göç eden ekonomik sebeplerden dolayı gelmiyor ya da Almanya’dan daha da iyi bir yerin olmadığını düşünüp buranın sınırsız nimetlerinden faydalanmak istemiyor. Bu ülkede de hayatın ne kadar zor olduğuna dair çeşitli örnekler verebilirim. Kaç insanın mutsuzluktan dolayı psikolojik sorunlar yaşadığını mesela. Aile kurmak isteyen bireyler azalıyor. Eğitim sistemi iflas etmiş. Kaliteli bir hayat için yeterli ekonomik destek yok. Filmde de “Evet bir zamanlar başka bir yer de vardı ve orası kapitalist bakış açısıyla bakıldığında daha az imkanlara sahipti, ama Mona için doğru olandı ve o orada daha mutluydu” diyorum.

Filmdeki hatırlama anları aynı zamanda zihinsel açıdan güvenli alanlar. Sıkıştığında hep o anlara, ona güç veren ve kimliğini destekleyen teyzesinin yanına gittiği anlara geri dönüyor. Hiç unutmayacağım, film, görme engelli olanlar için audiodescription (sesli açıklama) ile gösterime girmişti. Film bitiminde yaşlı bir bey bana doğru geldi ve Kurdistan’daki sahnelerin onu nasıl etkilediğini anlattı. Görme engeline rağmen müzik ve memleketteki üslup sayesinde o atmosferi görüp hissedebilmişti. Çok etkileyiciydi. 

Filmde amatör çocuk oyuncuları tercih ederek büyük risk de alıyorsun. Oyuncuları hangi kriterleri baz alarak seçtin?

Mutlaka benzer deneyimleri yaşamış çocuklarla çalışmak istedim. Onlara sinema dünyasıyla tanışma imkanı vermek istedim. Hepsinin oyuncu, şarkıcı veya ünlü olmak gibi hayalleri var. Hangimizin yoktu ki? Onlara bu hayali gerçekleştirme imkanını sunmak istedim. Bazıları oyunculuktan ziyade daha çok futbola ilgiliydi; oyunculuğu sonradan keşfetti. Tabii ki eğitim ve antrenmanın gerekli olduğunu biliyordum. Çünkü ekipte yalnızca iki kişi futbol oynayabiliyordu. Hepsi kendi karakterleri ile ilgili biyografiler yazdı. Bu çalışma onları kendi odaklarından alıp filmdeki karakterelere yakınlaştırdı. Bir yandan da oyunculuk dersleri aldılar. Tamamen güven üzerine bir çalışmaydı ve bu güveni karşılıklı olarak sağlayabildik. Bu yüzden çekimlerde kurguyu çok düşünmeden oynadılar ve bazen çok sayıda doğaçlama sahneyi de filme dahil ettik.

Filmde sınıfsal ayrılıkların daha sonra bir mücadeleye dönüştüğünü görüyoruz. Yetişkinler dünyasında da ‘Charlottenburglu zengin çocuklara’ karşı tek şansımız birlikte mücadele etmek mi?”

Evet. Irkçılık da sınıfsal ayrımcılığın bir sonucu. Sorun sadece eğitim sistemi değil; kişisel gelişim imkanları da önemli. Her çocuk hayata aynı imkanlarla başlayamıyor. Beş çocuklu, çalışan ebeveyniler maalesef çocuklarının yeteneklerini, bireysel gelişimlerini, ilgilerini ihmal ediyorlar. Bu çocuklar ya belli bir noktadan sonra kendi kendilerini geliştiriyorlar ya da baştan pes ediyorlar. Kapitalizm düşene bir tekme daha atıyor ve tekmeyi yiyeni hem siyasal hem ekonomik anlamda zarar veren olarak gösteriyor. Bu bir saçmalık fakat ülkenin eğitim seviyesini gösteriyor. En önemli şey beraber mücadele edebilmek. Belediyelerde, semtlerde, derneklerde, okullarda bu mücadele birlikte veriliyor fakat siyasi anlamda özelikle AfD’ye oy kazandıran insanlar “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetini sürdürüyorlar. İşin kötüsü bu da işliyor. Birçok kişi ezilenden faydalanıyor. Medya ve siyaset de buna destek veriyor. Hayat mücadelesi veren, dil bilmeyen, maddi manevi desteği olmayanlar daha çok eziliyorlar. Gençler tedirgin. Beş veya on yıl sonra burada kalıp kalmayacaklarını öngöremiyorlar. Çaresiz insan saldırıya daha müsaittir ve bu çaresizlik onları din ile alakası olmayan islamcı ve faşizan akımlara itiyor. Gençler hızlıca karar verip muhafazakar oluyor ve bunu dini inanç özgürlüğü altında değil radikalleşmek için bir mekanizma olarak kullanıyorlar. Bu yüzden masaya oturulup çözüm üretmek çok elzem. Belediye ve okullarda olduğu gibi tek çözüm dayanışma.

 

 

'Sieger sein' yalnızca bir çocuk filmi değil. Aynı zamanda sosyolojik sorunları ve Almanya’da var olan önyargıları da ele alarak göçmenlere dönük algının da resmini çiziyor. Bir kısa röportajında Almanya’nın mültecilere yönelik misafirperverliğinin çoğu kez bir yalan olduğunu ve gerçeklerin daha acımasız olduğunu söylüyorsun. Bunu biraz açabilir misin?

Almanya’nın sağa kaymasına, süren tartışmalara ve marjinal gruplara sunulmayan güvenliğe tepki olarak verilmiş bir cevaptı. Her ne kadar siyasal olarak çözümlenmesi zor olsa da mülteci, göç ve iflas etmiş bir entegrasyon bu zorluğun altında bırakılıyor. Saydıklarım bu ülkenin en temel meseleleridir. Bu sorunun çözülebilmesi için bu ülkenin öncelikle 60’lardan bu yana bir göç ülkesi olduğunu kabullenmesi lazım. Bu, dün başlayan bir mesele değil; bu soruna ikinci ve hatta üçüncü jenerasyon da dahil. Bu yüzden sert cevap verdim ve cevabımın da arkasındayım.

Fakat aynı zamanda bu düzene karşı insanlar siyasette, komünal çalışmalarda, derneklerde, okullarda ve pedagojik alanlarda taktire şayan çalışmalar yürütüyor. Çabaları dikkate alınmasa da çalışmaları umut verici. 'Sieger sein' çekimleri için Berlin’in birçok ‘sorunlu’ yerine gittim. Ayrıca ben de böyle bir semtte büyüdüm. Önce Kreuzberg, sonra Charlottenburg ve son olarak Wedding’de yaşadım. Bu yüzden bu semtlerde yaşayan insanlar ve düzen hakkında konuşabilirim. Bahsettiğim semtlerde birçok insan komünal ve sosyal yapılarda emek sarf ediyor, özelikle pedagojik alanda. Fakat bahsettiğimiz sistemin acı gerçekleri ile yalnız bırakılıyorlar.

Çoğunlukla beyaz erkeklerin hakim olduğu bir sektörde hayata karşı durduğu yeri, fikirlerini ve siyasi görüşünü net bir şekilde dile getiren bir Kürt kadın olarak ne gibi zorluklar yaşadın?

Ben siyasi bir ortamda büyüdüm. Bu ailemin ve benim bir nevi kaderimiz oldu. Aile fertlerimi ya kaybettim ya da rejim tarafından kaybedildiler. Çocukken eylemlerde konuşma yaptığım günleri hala hatırlıyorum. Film yapmayı bu yüzden bir siyasi eylem olarak algıladım ve Mitosfilm’de filmler izlemeye başladım. Bu filmleri analiz etmeyi öğrendim. Kürt Film Festivali’nde bütün filmler siyasi ve aktif duruşlarıyla beni çok etkiledi. Bir filmin insan üzerindeki etkisini çok iyi biliyorum ve bu yüzden filmleri ve dizileri salt eğlence olarak görmüyorum. Bir film birçok insanı eyleme geçirebilir. Hem 'Haus ohne Dach’ (Çatısız Ev) hem de 'Sieger sein' sonrası tartışmalarda da bunu fark ediyorum. Ana akım medya Kurdistan’ı yıllarca çok farklı lanse etti ve bu hafızalarda kaldı. Kurdistan’ı doğru anlatmak gerek. Kurdistan halkının homojen bir halk olmadığını her şehrin farklı kültüre ve yapıya sahip olduğunu göstermek gerek.

Genç yaşına rağmen oldukça başarılı işler hayata geçirdiğini söyleyebiliriz. Bu alandaki hedeflerin neler? Örnek aldığın bir sinemacı var mı?

Sinemada Alejandro González Iñárritu’yu çok beğeniyorum. Nadine Labaki’nin filmleri de beni çok etkiliyor. Özelikle kadın olarak kadını çok güzel anlatıyor. Almanya’da Nora Fingscheidt’in filmlerini beğeniyorum, kendisi aynı zamanda arkadaşımdır. Onun başarısı ile ben de gururlanıyorum ve kendisi beni sadece sinemacı olarak değil insan olarak da çok etkiliyor. Sanatın her versiyonu beni etkiliyor. Müziğe ilgiliydim; şiir yazıyordum; saz öğrenmek istedim fakat yeterli sabrı gösteremedim. Hedefim sinemacı olmak değildi aslında daha çok görsel sanatlar okuyup sanatsal çalışmalar yaratmaktı. Hasbelkader kendimi sinema sektöründe buldum. Sanırım sinema beni kurtardı çünkü onun sayesinde tüm bu saydıklarımdan vazgeçmedim, hepsini bir araya getirdim. Sinematik idollerin yerine geçme veya şöhret olma gibi hayallerim yoktu. Sanatı var etmekti her zaman derdim. Çünkü sanatta beni motive eden üretim ve var etme sürecidir. Hedefim bir yerlerde durmaktan ziyade kendimi aşıp yeniden motive etmek. İdol meselesi bana yanlış geliyor yani örnek olabilmek için sadece iyi film yapmak yetmiyor. Örnek alabileceğim büyük şahsiyetler de var siyasi ve insani açıdan.

 

* * *

Yeni proje: Kadın devrimi

Şu an üstünde çalıştığım bir proje var. Yıllar önce Mehmet (Aktaş) ile bir proje için destek aldık. Kadın devrimi üzerine bir film yapmak istiyoruz. Jin Jiyan Azadî. Son zamanlarda bu slogan biraz moda haline geldi ve gereksiz sahiplenmeler oluyor. Fakat arka plandaki asıl gerçeği ve bu gerçeğin sonuçlarını kimse ne anlatıyor ne de yeteri kadar takdir ediyor. Bu yüzden acilen devrimi doğru perspektiften anlatan bir film yapma gereği duyuyoruz: Kürt perspektifinden. Onun dışında yazmadığım iki projem daha var. Sinema hayatımın bir parçası. Tabii aynı zamanda siyasi bir çalışma; bazen sesini duyuramayanlar için mikrofon; görülmeyenleri, ezilenleri sahneye taşımaktır.

 

* * *

Yeni Kürt sinemacı jenerasyonu

Yeni jenerasyon beni çok mutlu ediyor. İletişim içinde olduğum çok genç sinemacı var. Kimi Almanya’da sinema okuyor ve kendi imkanları ile filmler yapıyor kimi de hikayeler yazıyor. Yeni Kürt sinemacı jenerasyonu gelişiyor ve bu beni çok gururlandırıyor aynı zamanda duygulandırıyor. Gençler sinema dünyasına adım atmakta daha da cesaretlendiler ve bu beni çok umutlandırıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.