Aram’ın mezarı başında
- Urfakapı’daki Hristiyan mezarlığına gittim. Gıyabında yapılan mezar yeri artık yoktu. Toprak düzleşmişti ve taş filan da yoktu. Hiçbir şey demedim. Belki yanlış biliyordum diye bir daha ileriye, geriye, sağa sola baktım. Görevliye sordum. Öyle bir mezardan haberinin olmadığını söyledi. Ayrıldım.
ŞEYHMUS DİKEN
Ustaların ustası Mamoste Aramê Tîgran’ın Brüksel’deki anıt mezarını 2013 yılının Mayıs sonunda sevgili dostum sanatçı Udi Yervant ile birlikte ziyaret etmiştik. Yervant, harika uduyla Ay Dîlberê parçasını çalmış, birlikte söylemiştik.
Aras Yayınları’ndan çıkan “Gittiler İşte” kitabım Fransızcaya çevrilip basılmıştı. Yayıncım Ararat News Publishing, Paris, Brüksel, Amsterdam ve Hamburg’da, ayrı ayrı o şehirlerde yaşayan dostlarla söyleşiler düzenlemişti.
Kitabın adı Gittiler İşte’den müsemma bir ruh haliyle gitmişlerdi, yerlerinden yurtlarından hayli uzaklara! Yersiz yurtsuzlar kervanına katılarak.
Büyük usta Tîgran, orada, Brüksel Mezarlığında, topraklarından hayli uzakta, kara ve parlak bir mermer blokun altında yatıyordu.
Hafızayı geriye sardım ve kendimle yüzleştim. Tarih beni 2008 yılının Haziran başına taşıdı, zaman tüneline girmişçesine! Şehrin kültür sanat festivallerinin o yıl sekizincisi yapılıyordu. Final gecesiydi ve sahnede o vardı: Aramê Tîgran.
Yüz binin üzerinde izleyici tek ses, tek nefes olmuşçasına onu dinliyor ve ona eşlik ediyordu.
O ise o gece için yazıp bestelediği stranını, vazgeçilmez çalgısı cümbüşüyle çalıp söylüyordu. Diyordu ki:
Rojbaş Diyarbekir...
Di xewnên şeva de, min qet bawer nedikir
Bi çavan bibînim bajarê Diyarbekir
Roj baş Diyarbekir, me pir bîriya te kir
Em hatin te bibînin, te derî li me vekir
Cîyê warê bav û kalan, pir şêrîn e
Ew sûr û bedenê te, tev dîrokî ne
Roj baş Diyarbekir, me pir bîriya te kir
Em hatin te bibînin, te derî li me vekir
Çendik û çend sal e, bêy te ne tu hal e
Dil û ceger heliyan, kûr kûr dinale
Roj baş Diyarbekir, me pir bîriya te kir
Em hatin te bibînin, te derî li me vekir
O kadar sarıp sarmalamıştı ki sesi, cümbüşü, sahnesi; şehri.
Gündüz görüşmüş, ayak üzeri konuşmuştuk. Hatta bir de hatıra fotoğrafı çektirmiştik.
Şehir için ve yarım asır sonra şehirle buluşması üzerine olanca ruh hâliyle duygu yükünü döktürdüğü parçaydı,
Rojbaş Diyarbekir...
Şehre harika bir sürpriz yapmıştı.
O güzel geceden tam 14 ay sonra vefat haberi gelmişti. İnanılacak gibi değildi. Daha 75’indeydi ama sürgünlük ister istemez yoruyor, tüketiyordu insanı.
Şehrin Urfakapı semtindeki, Ermeni ve Süryanilerin ortak kullandıkları Hristiyan mezarlığında bir mezar yeri hazırlandı. Sonra bürokrasi için bekleme süresi başladı. Aram, Diyarbekir’e defnedilmeyi vasiyet etmişti.
Ama olmuyordu!
Gün geçti, gece geçti. Bir daha ve bir daha! Olmadı. Mezar, sahipsiz kaldı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığı gerekçesiyle cenazesinin ülkeye girişine ve toprağın(ın) koynuna gömülmesine izin verilmedi.
Sonra bir grup seveniyle gıyabında bir defin ve tören yapılıp uğurlandı öte yakaya, Diyarbekir’de, 2009 Ağustos’unda.
Üzerinden yıllar geçtikten sonra bir gün Urfakapı’daki Eski Hal binasının hemen arkasındaki Hristiyan mezarlığına gittim. Kapısı her daim kapalı olan mezarlığın kapısını dışarıdan çağırarak açtırdım.
Gıyabında yapılan mezar yeri artık yoktu. Toprak düzleşmişti ve taş filan da yoktu. Hiçbir şey demedim. Belki yanlış biliyordum diye bir daha ileriye, geriye, sağa sola baktım. Görevliye sordum. Öyle bir mezardan haberinin olmadığını söyledi. Ayrıldım.
Ayrılırken dilimden sözcükler dökülüverdi: Bazen ölünce içine girmek için iki kepçe toprak bile çok görülür kimilerine! “Em te ji bîr nakin, me efû bike mamoste” dedim sadece kendi duyacağım iç sesimle, kendime...
17 Temmuz 2021 Diyarbekir