Barışın yolu hukuk ve demokrasiden geçer
Dosya Haberleri —

İbrahim Bilmez
Adalet Bakanı'nın "Umut Hakkı" konusundaki sözleri tartışılırken Avukat İbrahim Bilmez'e umut hakkının tüm boyutlarını sorduk:
- Sayın Öcalan aslında ta 90'lı yılların ortasından itibaren Kürt meselesinin çözümünde silahları devreden çıkarmak istiyordu. Bunun için de çok çaba gösterdi. Eğer silahlar devreden çıkarılırsa bunun karşılığında da demokratik bir ülke, demokratik bir toplum oluşacak. Devlet ve hükümet insanların örgütlenme özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne müdahale etmeyecek. İşin özü biraz bu.
GÜLCAN DERELİ
DEM Parti Heyeti'nin İmralı'ya yaptığı ziyaretler sonrası Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın açıkladığı tarihi mesajın yankıları sürüyor. Sürecin en önemli ayaklarından biri hukuki düzenlemeler. Kamuoyu bu düzenlemelerin ne zaman ve hangi önceliklere göre olacağı konusuna cevap ararken, iktidar kanadından herhangi bir ses yok. Biz de Asrın Hukuk Bürosu'ndan Sayın Abdullah Öcalan'ın avukatı olan İbrahim Bilmez'e mikrofon uzattık. Bilmez, AİHM'in "Umut Hakkı" kararından TMK'de değişmesi gereken yasal düzenlemelere kadar tek tek birçok madde sıralarken, bir de anlayış değişikliğine vurgu yapıyor. Bilmez'e göre hukukun önündeki en önemli engel keyfiyet. İşte buradan ve umut hakkından başlanabileceğine işaret ediyor.
Sayın Öcalan'ın açıklamasının ardından en çok merak edilen konuların başında yasal düzenleme geliyor. Çünkü açıklamada sürecin ilerlemesinin siyasi ve hukuki tanınmayı gerektirdiği vurgulanıyordu. Burada hangi hukuki düzenlemeler kastediliyor?
Sayın Öcalan hukuki boyuttan bahsederken sanırım şunu kastediyor: Şimdi bu sürecin öngördüğü şeylerden birisi Kürt meselesinin çözülmesiyle beraber Türkiye'nin demokratikleşmesidir; yani ikisi beraber gidiyor. Birbirinin şartı gibi. Hukuk olmadan Kürt meselesi çözülmez. Türkiye de demokratikleşmez. Dolayısıyla hukuki boyut aslında çok geniş ele alınması gereken bir konu.
Yapılması gereken birçok düzenleme var. Mesela TMK'nin kaldırılması gerekiyor, TCK'de, Ceza İnfaz Kanunu’nda kaldırılması gereken, değişiklik yapılması gereken düzenlemeler var. Genel olarak da Anayasa'daki hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesi gerekiyor. Yani idarenin, devleti yönetenlerin, hükümetin bir iş yaparken kendini hukukla bağlı sayması gerekiyor. Keyfiyetten uzaklaşması gerekiyor. Bu keyfiyet dediğimiz mesele İmralı’daki en büyük sorunumuzdur.
İmralı’da keyfiyet hukuksuzluğa sebep oluyordu. Tecrit böyle bir şeydi. Yani 25-26 yıldır bunu yaşıyorduk. İşte zamanla onu tüm Türkiye'de ve her alanda yaşamaya başladık. Aynı keyfiyet. Bir bakıyorsunuz işte Yargıtay’ı var, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını önemsemiyor. Aynı keyfiyet, bakıyorsunuz yerel mahkemelerde var ya da savcılıklarda var. Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını uygulamıyor. AİHM kararlarını uygulamıyor. Ya da bakıyorsunuz aynı zihniyet bakanlıklarda var. Mahkeme kararları var, yürütmeyi durma kararları var. Diyelim ki çevre ile ilgili meselelerde, ama idare bunun gereklerini yerine getirmiyor. Hukuk yerine keyfi davranıyor. Bu İmralı’daki sistemin de işte o tecrit sisteminin dayanağı olan aynı keyfiyettir. Keyfiyetin yerini hukukun alması lazım. Anayasa'daki hukuk devleti ilkesinin gerçekten hayata geçmesi lazım. Devletin kurumlarının kendini hukuka bağlı sayması gerekiyor ki, bu demokrasinin olmazsa olmazıdır. Böyle olursa Kürt sorununun çözümü için atılacak adımlarla birlikte Türkiye daha huzurlu bir ülke haline gelecektir.
Şu anda yürümekte olan süreçle ilgili başka şeyler de var tabii pratikte. Sayın Öcalan bir çağrı da yaptı. PKK de buna uyacağını açıkladı. Ama mesela bunun hayata geçirilmesi için de yapılması gereken şeyler var. Öyle durduk yere nasıl olacak bu iş? Nerdeyse tüm Ortadoğu'da örgütlü, binlerce silahlı militanı olan bir yapıdan bahsediyoruz. Silahları nereye bırakacaklar, bırakanlar nereye gidecek? Aynı şekilde hapis yatan insanlar var. Haksız yere tutuklanmış olanlar var. Hasta tutsaklar sorunu var. 'Umut Hakkı' var. Sayın Öcalan'ı ilgilendiren ve O'nun şahsında aslında on binlerce kişiyi ilgilendiren bir meseledir 'Umut Hakkı' meselesi. Dolayısıyla bu hukuki boyut başlığı geniş çerçevede ele alınması gereken bir konudur. Birkaç örneğini saydım sadece.
'Umut Hakkı'yla devam edelim o zaman. 'Umut Hakkı' için yasal düzenleme yapınca bizi nasıl bir süreç bekliyor?
'Umut Hakkı’yla ilgili bir düzenleme yapmak çok zor değil. Bunun için bir siyasi irade gerekiyor ve aslında tam da zamanıdır. AİHM kararlarının gereği olarak Meclis'te yasal düzenleme yapılması lazım. İşte Ceza İnfaz Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu'ndaki bazı yasa maddelerinde değişiklik yapılması lazım. Ve bir mekanizma kurulması lazım. Bir gözden geçirme mekanizması. Diyelim ki belli bir süre yatmış ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış hükümlünün durumunu gözden geçirecek bir mekanizma. Ama bu mekanizma bugün şu anda adeta bir giyotin gibi çalışmakta olan İdare ve Gözlem Kurulları gibi olmamalı. Çünkü bu İdare Gözlem Kurulları 30 yıl yatıp şartlı tahliye zamanları gelmiş insanları bile tahliye etmemek için bin bir bahane buluyor. Bin bir dereden su getirip gerçeklikle alakası olmayan gerekçelerle insanların şartlı tahliye hakkını yakıyor. Neden böyle? Çünkü bu kurullar bağımsız değil, tarafsız değil. Hukukla bağlı değiller. İşte bu 'Umut Hakkı' için oluşturacak mekanizmanın böyle olmaması gerekiyor. Tam tersine tarafsız olması, bağımsız, objektif olması gerekiyor. Hukukla bağlı olması gerekiyor. Hükümlülerin bu mekanizma hakkında bilgi sahibi olması gerekiyor. Ve bu kurulun kararlarına itiraz edilebilir olması gerekiyor. Böyle bir kurul oluşturulunca diyelim ki makul bir süre içinde, -AİHM kararlarına göre bu ortalama 25 yıldır- 25 yıl dolunca bu mahpusların hapisliğini gözden geçirecektir. Yapılması gereken şey budur.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç "Umut Hakkı bizim mevzuatımızda, kanunlarımızda olan bir konu değil" ifadelerini kullandı. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakan doğru söylüyor aslında. Evet, mevzuatımızda 'Umut Hakkı’yla ilgili bir düzenleme yok ama mesele de bu zaten. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Bunun için AİHM’ye başvuru yaptık ve AİHM de zaten mevzuatta 'Umut Hakkı'yla ilgili bir düzeleme olmadığı için Türkiye’yi mahkûm etti. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de Türkiye’ye bu konuda düzenleme yapması için son olarak Eylül 2025’e kadar 1 yıllık süre verdi. Ayrıca 26 yıldır İmralı’da uygulanmakta olan tecridi yasalarla nasıl bağdaştıracağız acaba? Böyle yıllarca avukatla, aile ile görüştürmeme, telefon, mektup hakkından yararlandırmama mevzuatın neresinde var mesela?
Sayın Öcalan'a uygulanan infaz rejimi kaç kişiyi kapsıyor? Bunun dünyada bir örneği var mı?
Türkiye Avrupa'nın bir parçası, Avrupa Konseyi üyesi bir ülke. O yüzden Avrupa'dan örnekler verebiliriz. Mesela Belçika'da müebbet hapis cezası almış kişiler ortalama 14 yıl yatıyor. Almanya'da 15 yıl. Yine Letonya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Litvanya, Rusya'da 25 yıl yatıyorlar. İsveç’te daha da düşük, 12 yıl yatıp çıkıyorlar. İsviçre’de yine bu cezayı alan kişilerin 15 yıl sonra şartlı tahliye imkanı oluyor. Fransa'da 18-22 yıl arasında değişiyor. Ama Fransa'da kasten öldürmenin bazı ağırlaştırılmış hallerinde bu 30 yıla kadar çıkabiliyor. Hollanda'da üst sınır 15 yıl. Ama bazı şiddet olaylarına sebep olan suçlarda çok nadiren ömür boyu hapis verilebilmekte. Fakat bu da 30 yıl olarak uygulanmakta. Avusturya Ceza Kanunu'nda mesela 15 yıldır. Sonuçta makul bir süreden bahsediyoruz. Şu anda Türkiye'nin de yapması gereken bir düzenleme var ve bu düzenlemeyi yaparken makul bir süre gözetmesi gerekiyor. Zaten AİHM'in de bu konuda bazı kriterleri var. Diyelim ki sen 40 yıl gibi bir düzenleme yaparsan AİHM bunu kabul etmiyor. Çünkü 40 yıl zaten bir insan ömrü demek. Bu ölüm cezası gibi bir şey olur. Dolayısıyla bunun makul bir süre olması lazım.
Kaç kişi kapsıyor meselesi de bu ceza, Sayın Öcalan için icat edilmiş bir ceza. Daha önce Türkiye hukukunda yoktu. 1999'da Sayın Öcalan Türkiye'ye getirildikten sonra İmralı’da yargılama yapıldı. Kendisine idam cezası verildi. Fakat Türkiye o zamanlar AİHM kararlarını daha çok önemsiyordu. AİHM’de mahkum olmamak için, mesela Avrupa'yla sorun yaşamamak için idam cezasını kaldırıp bu cezayı getirdiler. Aslında bu da literatürde zamana yayılmış idam cezası olarak değerlendiriliyor. Çünkü hiçbir şekilde dışarı çıkma şansın, umudun yok. O dört duvarın arasında o hücreye diri diri gömülmüş oluyorsun. Fakat bu ceza yasaya konulduğu için başkalarına da uygulanmaya başladı.
Biz AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne ağırlaştırılmış müebbet hapis konusunda Türkiye'nin düzenleme yapması için başvurduk. Buna 9/1 başvurusu deniyor. Biz bu başvuruları yaptığımızda özellikle Bakanlar Komitesi'nden Türkiye'ye şunu sormasını istiyorduk: Türkiye'de bu cezaya çarptırılmış kaç kişi var? Biz bunu birkaç sefer Bakanlar Komitesi'ne sorduk. Türkiye'ye sormasını istedik. Bakanlar Komitesi de Türkiye'ye sordu. Ama Türkiye ısrarla Bakanlar Komitesi'ne net bir cevap vermedi. Fakat şöyle bir bilgi de var. 2024'ün Haziran ayında Birleşmiş Milletler’in bir organı olan İşkenceye Karşı Komitenin (CAT) bir toplantısında Adalet Bakanlığı yetkilileri soru üzerine şu cevabı vermişler; "Türkiye'deki toplam hükümlü sayısının yüzde 1.24'ü bu cezaya çarptırılmış" deniyor. Bu da ortalama yaklaşık 4 bin 350 civarı gibi bir rakama tekabül ediyor. Yani Türkiye'de 4 binin üzerinde kişi bu cezaya çarptırılmış olabilir. Bunu net olarak söylemiyoruz ama BM'deki bir toplantıda Adalet Bakanlığı yetkilileri bunu söylemiş. Bu da çok büyük bir rakam. O yüzden diyoruz sadece Sayın Öcalan'ı ilgilendiren bir mesele değil bu.
Sizce öncelikli yasal düzenlemeler ne olmalı? Çünkü hasta tutsaklar, haksız tutuklamalar, kayyumlar, Kürtlerin özgürce örgütlenmeleri önünde çok sayıda engel var. Öncelik hangi yasal düzenlemelerde…
Tabii ki hasta tutsaklar var, ağır hasta tutsaklar... Fakat bu konuda çözüm süreci ya da işte bu tür süreçler başarıya ulaşmayınca da büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Bu süreçle bağlantısını kurmadan, yani sanki sürecin bir koşuluymuş gibi ele almadan bu hasta tutsakların derhal serbest bırakılması lazım ki zaten bunun için düzenleme yapmaya bile gerek yok. Çünkü çoğu ellerindeki çeşitli sağlık kurumlarının ve ATK’nın raporlarına rağmen bırakılmıyorlar. Bu mahpusların, insani koşullarda tedavi görebilmeleri için derhal bırakılmaları lazım. Ceza İnfaz Kanunu’nda ve TMK'de acil değişiklikler yapılması lazım. Yasal düzenlemeler dışında pratikte yapılması ya da yapılmaması gereken şeyler var. Siyasi irade tarafından örneğin kayyum atanması meselesi gibi. Yani bu kayyum uygulamalarını iktidar çevreleri her daim dillerine pelesenk ettikleri “millet iradesi” ile nasıl bağdaştırıyorlar? Sadece hükümet partilerine oy veren vatandaşların iradesinin toplamından mı oluşuyor milli irade? Bir demokraside bu uygulamaları hiçbir şekilde savunmak mümkün değil. Bu süreçte bu tür şeylerin yapılmaması lazım. Eğer niyet barışsa ve demokratikleşmeyse...
Siz de hepimiz gibi Sayın Öcalan'ın fotoğrafını gördünüz. Önceki yıllarda kendisiyle görüşmüş avukatı olarak nasıl gördünüz?
Ben Sayın Öcalan'ı en son 2011'de görüşmüştüm. 2011'e kadar da çok sayıda görüşme yapmıştım kendisiyle. Dolayısıyla aradan uzun bir zaman geçmiş. 14 sene geçmiş. Benim gördüğüm zamankine göre fiziksel olarak yaş almış görünüyor doğal olarak. Fakat şunu söyleyebiliriz, heyetteki arkadaşlarla görüştük, o konuda sohbetler yaptık. Fotoğraftaki gibi değil Sayın Öcalan, onların söylediğine göre fotoğraf Sayın Öcalan'ın gerçek halini tam yansıtmıyor aslında. Çok iyi çıkmamış fotoğraf. Fotoğrafta görünenden çok daha iyi bir durumdaymış fiziksel olarak da. Ayrıca mental olarak konuşurken, değerlendirme yaparken eskisinden hiçbir fark yokmuş. Saatlerce duraksamadan siyasi değerlendirme yapıp tarihsel analizler yapmış. Çok zindeymiş yani.
* * *
Öcalan hep demokratik çözümden yanaydı
Tarihi çağrıda demokratik toplum vurgusu öne çıktı. Sayın Öcalan'ın savunma avukatlığını yapmış biri olarak çağrıyı nasıl okudunuz?
Sayın Öcalan aslında ta 90'lı yılların ortasından itibaren Kürt meselesinin çözümünde silahları devreden çıkarmak istiyordu. Bunun için de çok çaba gösterdi. Defalarca tek taraflı ateşkesler ilan edildi. İşte Özal süreci var, Erbakan süreci var. İmralı'ya geldikten sonra da bu tutumunu istikrarlı bir şekilde sürdürdü. Kürt kamuoyu zaten biliyor ama devlet de Türkiye toplumu da İmralı sürecinde bu iradeyi daha iyi görmüş oldu. Sayın Öcalan Kürt meselesinin çözümünde çok samimi ve güçlü bir iradeye sahip. Karşıda da böyle samimi ve güçlü bir irade olursa bu meselenin çözülmemesi için hiçbir sebebi yok. Sayın Öcalan şu tespiti ta 90'lı yıllarda yapmıştı. Yani devlet ve PKK yüzlerce yıl da savaşsa böyle devam eder. Dolayısıyla bu meselenin diyalogla, müzakereyle çözülmesi gerektiğini hep söylüyordu. Ve bu tür fırsatlar çıktığı zaman da değerlendirmek için elinden geleni yapıyordu. Bugün yaşadığımız süreç de böyle bir sürece benziyor. Bu umut ışığını, küçük bir ışık da olsa büyütmeye çalışıyor. Devleti, Türkiye toplumunu, Kürtleri ve Kürt Hareketi’ni dönüştürmeye çalışıyor. Savunmalarında hep şuna değindi Sayın Öcalan, demokratik toplumdan ve çözümden bahsederken ahlaki ve politik toplumdan söz ederdi.
Söylediği şey şuydu: Devletin her şeye karışmaması lazım. Her şeye Ankara'nın karar vermemesi lazım. Yerellerin ve o yereldeki insanların da karar ve söz, yetki sahibi olması lazım diyordu. Bunun için çok şekillere takılmaya da gerek yok diyordu.
Eğer silahlar devreden çıkarılırsa bunun karşılığında da demokratik bir ülke, demokratik bir toplum oluşacak. Devlet ve hükümet insanların örgütlenme özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne müdahale etmeyecek. Kürt halkının talepleriyle ilgili yasal düzenlemeler yapılacak. Aslında öz olarak biraz budur.