Büyük fırtına Kıbrıs’ta kopacak

Selahattin ERDEM yazdı —

  • ABD öncülüğünde Hindistan’dan başlayıp Körfez ve Suudi Arabistan üzerinden İsrail’e ulaşan ve oradan da deniz üzeri Kıbrıs’a ve Yunanistan’a ulaşması öngörülen yeni enerji ve ticaret yolu çalışmasının, Hamas engelini aştıktan sonra Lübnan ve Suriye üzerinde de yol temizliği yaparak Kıbrıs’a doğru ilerleyeceği açıktır.
  • Büyük fırtına Lübnan’da kopup, burada bir İsrail-İran savaşı çıkar mı? Durumun çok gergin ve çatışmalı olacağı, Lübnan’da sürecin kolay yürümeyeceği açıktır. Belirtilen savaş hiç olmaz değildir. Fakat AKP-MHP faşizminin istediği kadar da kolay olacak ve mutlak gerçekleşecek bir şey de değildir. Nitekim Gazze savaşında bu gerçekleşmemiştir.
  • İsrail ve Hizbullah kavgacı olsalar da ABD ve İran yönetimleri pek öyle görünmemektedir. Dolayısıyla Lübnan-Suriye hattının da kısmi bir çatışmayla geçme ve büyük fırtınanın Kıbrıs’ta kopma ihtimali çok daha güçlüdür.

2024 yılı daha şimdiden dünya tarihine ‘seçim yılı’ olarak geçti. Başta ABD olmak üzere birçok devlet önceden bu yılda seçim yapacağını kararlaştırmıştı. Fakat yapılan seçimler önceden planlananları çoktan aştı. Birçok Avrupa devletinden İran’a, İngiltere’den Azerbaycan’a kadar çok sayıda devlet farklı nedenlerle erken seçim yapmak durumunda kaldı. Öyle ki, CHP Yönetimi bile Türkiye’de erken seçimi dillendirir hale geldi. Yılın ilk yarısı seçimle geçtiği gibi, belli ki ikinci yarısı da bu temelde geçecek.

2024 yılı seçim yılı olunca ve bu temelde çok sayıda devlet kendi yönetimini yenileyince, belli ki 2025 yılı da aktif siyaset ve belki de daha yaygın savaş yılı olacak. Seçilen yeni yönetimler yeni politikalar geliştirme yarışına gireceği için, sonuç ister istemez böyle ortaya çıkacak. Peki bu tarz yeni gelişmelere aday olan yerler nereler oluyor?

Bu soru temelinde kendi bölgemize baktığımızda ilk elden görebildiklerimiz Lübnan, Suriye ve Irak oluyor. Belli ki Gazze Savaşı artık sona doğru geliyor ve bölgesel etkisini yitiriyor. Gazze savaşında Hamas ile Tayyip Erdoğan kaybetmiş, epeyce zorlansa da İsrail-ABD bloku belli bir sonuç elde etmiş bulunuyor. Tabii bu sonuç Gazze halkının soykırıma uğraması temelinde gerçekleşmiş oluyor.

Bu durumu bu biçimde değerlendiren birçok çevre, artık sıranın Lübnan’a geldiğini ifade ediyor. Zaten İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmalı durum da giderek artıyor. Tabii Lübnan Suriye’siz, Suriye de Irak’sız ele alınamaz. Böylece işin içine İran ve de tüm bölge girmiş oluyor. Gazze’de Hamas-İsrail savaşının başlangıcından itibaren tüm gücüyle bir İsrail-İran savaşı çıkartmaya çalışan AKP-MHP faşizmi, tüm çabasına rağmen bu işte başarılı olamayınca şimdi umudunu Lübnan üzerinde bir İsrail-İran savaşının çıkmasına bağlamış bulunuyor. Böyle bir savaşı tahrik edebilmek için daha şimdiden her şeyi yapıyor. Tayyip Erdoğan Yönetimi politikalarını buna göre belirlediği gibi, AKP yardakçısı basın “Büyük fırtına Lübnan’da kopacak” diyerek, adeta zil çalıp oynuyor. Peki gerçekten böyle mi olacak?

Kuşkusuz bu sorunun tam cevabını gelecek gösterecek. Ancak şimdiden görünen şey, Tayyip Erdoğan yönetiminin, söz konusu iki durumu, yani 2025 yılının Lübnan, Suriye ve Irak’ta yeni gelişmeler yılı olacağı ve Lübnan üzerinde bir İsrail-İran savaşının çıkacağı varsayımını dikkate alarak politika belirleyip pratik geliştirdiğidir. Örneğin Beşar Esat yönetimiyle hızla ilişki arayışı buradan kaynaklanmaktadır. 2025 yılında Suriye’de olası yeni gelişmelerden korktuğu için, şimdiden Beşar Esat yönetimi ile belli bir anlaşmaya vararak durumunu kurtarmak istemektedir. Böylece çöken Suriye politikasını az da olsa kazanca dönüştürmeye çalışmaktadır. En azından Esat yönetimi ile PKK karşıtı yeni bir anlaşma yapabilmeyi bile kendisi için başarı görmektedir. Yoksa Suriye’den tümden dışlanacağı korkusunu yaşamaktadır.

16 Nisan tarihinden bu yana Metina ve Zap alanlarına yönelik artırdığı işgal saldırıları ve geliştirdiği ilhak politikaları da yine bu çerçevededir. Aslında AKP-MHP faşizmi, geçen kıştan beri Irak’ta bir ‘Müşterek güç’ oluşturarak, yani KDP ve faşist Türkmen güçlerine Irak yönetimi ve YNK’yi de ekleyerek, Zaxo’dan Süleymaniye’ye uzanan bir kuşatma hattı oluşturup, Xakurkê, Avaşin, Zap, Metina ve Haftanin alanları üzerinde geliştirdiği işgal saldırısını Gare alanını içine alacak kadar genişletmek ve hatta Kandil’i bile bunun içine katmak istiyordu. Bunun için Tayyip Erdoğan, ‘yaza kadar Irak’ta PKK’nin bitirileceğini’ ilan etmişti.

Fakat gelişmeler planladığı gibi olmadı. YNK bu plana girmediği gibi, Irak yönetimi de TC’nin isteklerini o düzeyde kabul etmedi. Sonuçta Irak yönetiminin kabul ettiği düzeyde ve KDP ile birlikte Zaxo’dan Çoman’a kadar bir hat oluşturmaya karar verdiler. Mesut Barzani Bağdat’a gidip 3 Temmuz günü düğmeye basınca, Türk zırhlı birlikleri bu hattı tutmak için harekete geçti. Bir yandan eski işgal ettikleri yerleri sağlamlaştırıyorlar, bir yandan düşüremedikleri yerleri düşürmeye ve işgal etmedikleri yerleri işgal etmeye çalışıyorlar, bir yandan da Zaxo’dan Amediye’ye ve Şeladizê’ye uzanan asfalt üzerinde denetim sağlamak istiyorlar. Böylece sınırdan ortalama 20 km. derinlikte bir alan TC Devletinin fiilen eline geçmiş, buraları ilhak etmiş oluyor.

Tabii bu durum, 3 Temmuz’dan itibaren TC, Irak ve KDP ittifakının uygulamaya çalıştığı planı ifade ediyor. Elbette bu temelde gelişen işgalci-soykırımcı saldırılara karşı PKK gerillasının kahramanca bir direnişi var ve birçok alanda gerilla işgale geçit vermiyor. Bu nedenle, sonucun ne olacağı daha şimdiden somut olarak bilinemiyor. İfade ettiğimiz şey, AKP-MHP faşizminin planı ve başlattığı saldırıdır. Bu temelde başarılı olarak, 2025 yılındaki olası gelişmelere karşı hazırlıklı olmak istemektedir. Aslında AKP-MHP faşizmi 20 değil, 40 km. derinlikte bir alanı, hatta tüm Musul ve Kerkük’ü işgal ve ilhak etmek istiyor. Ancak bu yıllık 20 km. ile yetinip kendi durumunu ilerisi için sağlama almaya çalışıyor.

Tayyip Erdoğan yönetiminin Suriye ve Irak’a yönelik bu siyasi ve askeri yönelimleri bu yıl içinde başarılı olur mu olmaz mı; açık ki buna şimdiden net bir şey diyemeyiz. Kuşkusuz Xakurkê’den Haftanin’e kadar olan alanı, yani Bradost, Rêkanî, Nîrveî, Berwarî, Gûlî ve Sîndî aşiret bölgelerinin tümünü tamamen işgal ve ilhak etmek kolay değildir. Çünkü hem PKK gerillasının büyük bir direnişi vardır ve hem de Başûr halkının ve söz konusu aşiretlerin çok ciddi tepkileri söz konusudur. Yine Beşar Esat yönetimiyle ittifak yapmak da öyle kolay ve hızlı olacak bir durum değildir. İşin içinde yerel güçler ve Suriye halkları yanında bir de Rusya, İran ve ABD öncülüğündeki Koalisyon vardır. Ama Tayyip Erdoğan yönetiminin tüm iç ve dış imkânlarını bu temelde seferber edeceği de açıktır.

Şimdi gelelim büyük fırtınanın nerede kopacağı konusuna? ABD öncülüğünde Hindistan’dan başlayıp Körfez ve Suudi Arabistan üzerinden İsrail’e ulaşan ve oradan da deniz üzeri Kıbrıs’a ve Yunanistan’a ulaşması öngörülen yeni enerji ve ticaret yolu çalışmasının, Hamas engelini aştıktan sonra Lübnan ve Suriye üzerinde de yol temizliği yaparak Kıbrıs’a doğru ilerleyeceği açıktır. Bu anlamda artık sıranın Lübnan ve Suriye’ye gelmiş olduğu tespiti doğrudur. Fakat Lübnan ve Suriye’de durumun nasıl olacağı henüz tam belli değildir. AKP-MHP faşizmi, Lübnan-Suriye hattında bir İsrail-İran savaşının çıkmasını istemekte ve bunu körüklemektedir. Neden? İki nedeni var. Birincisi, yaşanacak bir İsrail-İran savaşı tüm bölgeyi içine alacak, böylece iki taraf da Türkiye’ye muhtaç olacak ve Türkiye bölgenin aranan gücü haline gelecek! İkincisi ise, söz konusu enerji ve ticaret yolu oluşturma çalışmaları Lübnan-Suriye hattında tıkanarak, sıranın Kıbrıs’a gelmesi en azından bir süre önlenecek ve geciktirilecek! Tabii mümkünse söz konusu yol çalışması boşa çıkartılacak! Bunun Türkiye için önemi nedir? Belli ki sıra Kıbrıs’a geldiğinde işin içine Türkiye girecektir. Çünkü Kuzey Kıbrıs Güney’le birleşmek isteyecek ve bir de AKP-MHP faşizminin Türkiye’yi küresel kapitalist sistemin nasıl kenarındaki bir ülke haline getirmiş olduğu artık çıplak gözle bile görünür olacaktır.

Peki bu durumda Türkiye ne yapacaktır? Burada da iki şey var. Birincisi bir kenar ülke olarak sistemin tümüyle hizmetine girmek, ikincisi ise sisteme kafa tutup onunla çatışmak. Birinci durum üçüncü sınıf kölelik, ikinci durum ise parçalanmak demektir. AKP-MHP faşizmi Türkiye’yi işte böyle bir felâketin içine sürüklemiştir. Peki Türkiye’nin bu felâketten kurtuluşu mümkün değil midir? Elbette mümkündür. Ancak bunun için AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yıkılması; Kürt, halk ve kadın düşmanı politikalara son verilmesi; Kürt özgürlüğü temelinde demokratik Türkiye’nin kurulması gerekir. Bu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve aktif siyaset yapması demektir. Yani Türkiye’yi bu felâketten çıkartacak, onu kurtaracak tek güç Önder Abdullah Öcalan’dır. Bundan başka bir yol yoktur.

Peki AKP-MHP faşizminin istediği olur mu? Büyük fırtına Lübnan’da kopup, burada bir İsrail-İran savaşı çıkar mı? Durumun çok gergin ve çatışmalı olacağı, Lübnan’da sürecin kolay yürümeyeceği açıktır. Belirtilen savaş hiç olmaz değildir. Fakat AKP-MHP faşizminin istediği kadar da kolay olacak ve mutlak gerçekleşecek bir şey de değildir. Nitekim Gazze savaşında bu gerçekleşmemiştir. İsrail ve Hizbullah kavgacı olsalar da ABD ve İran yönetimleri pek öyle görünmemektedir. Dolayısıyla Lübnan-Suriye hattının da kısmi bir çatışmayla geçme ve büyük fırtınanın Kıbrıs’ta kopma ihtimali çok daha güçlüdür. Türkiye halklarının ve gerçekten Türkiye’yi sevenlerin bu gerçeği görmesi ve daha zaman ve fırsat varken AKP-MHP faşizmini yıkarak bu felâketin önüne geçmesi önemli ve gereklidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.