Jina’nın ardından İran’da kültür ve sanat

Kadın Haberleri —

Sine /Direniş

Sine /Direniş

  • Kültür-sanat ve sinema alanları direnişin en çok hissedildiği alanlardan oldu. Özellikle yeni nesil kadın yönetmenler, rejimden iyice bağımsızlaşarak daha radikal filmlere yöneldiler.

SUSAN WEİNBLATT

Jina Amini’nin 16 Eylül 2022’de İran’da sözde ahlak polisi tarafından katledilmesinin yıl dönümü yaklaşıyor. Kadınlar da bu tarihte Jina’ya verdikleri sözü hatırlatmak için hem İran’da ve Rojhilat’ta hem de dünyanın dört bir yanında eylem hazırlıklarına başladılar. Jina Amini’nin katledilmesinden sonra başlayan eylemlere damgasını vuran slogan ise Kürt kadın hareketinin yaratmış olduğu “Jin Jiyan Azadî” sloganı oldu ve bu slogan etrafında ve kadınların öncülüğünde birleşen kitleler İran’da rejim karşıtı bir harekete dönüştü. Ancak rejimin yanıtı da sert oldu ve özellikle idam cezaları, hapishane ve işkence yöntemleri ile direniş bastırılmaya çalışıldı. Buna rağmen birinci yılında direniş devam ediyor.

Kültür-sanat ve sinema alanları da bu direnişin en çok hissedildiği alanlardan birisi oldu. 1979’dan beri İran’da rejimin dünyaya kendi propagandasını yapmak için en önem verdiği alanlardan birisi sinemaydı. Ünlü sinemacıların bir kısmı bakanlık desteği ile yaptıkları filmlerle uluslararası alanda rejimi temsil ederken bir kısmı da rejim karşıtı filmler ürettiler ve bunun sonuçlarını hapis cezalarıyla veya sürgünle ödediler. Özellikle yeni nesil kadın yönetmenler ise rejimden iyice bağımsızlaşarak daha radikal filmlere yöneldiler. Sinema İran’da her zaman büyük bir savaş alanıydı ve zorunlu başörtüsü meselesi bu savaşın da ortasında yer alıyordu. İranwire isimli sitenin yorumuna göre, ünlü İranlı erkek yönetmenlerin birçoğu yıllarca rejimin başörtüsünü İran’ın doğal ve kültürel yapısının bir parçası gibi görünmesine katkıda bulunduğu söyleniyor. Kadın oyuncu başörtüsünü çıkarabilir mi? Ne kadar çıkarabilir? Çıkardığında yüzü görünebilir mi? İranlı sinemacılar yıllarca bu ince hattın üzerinde simgesel oyunlar oynadılar, ta ki bir gün sokaklar başörtüsünü çıkaran ve artık bunu istemediğini haykıran binlerce kadınla dolana kadar.

 

Zorunlu başörtüsünün baskıcı rejimin en önemli sacayağını oluşturduğu, kadınların bedenleriyle nasıl ilişkilenmeleri gerektiği üzerinden bütün bir toplumu nasıl düzenlediği uzun zamandır tartışılıyor. Dolayısıyla bu eylemler sadece bir hak meselesi değil, kadınların "nasıl yaşamak istiyoruz“ sorusuna bir yanıt aramaları anlamına da geliyordu. Tutuklanan kadınlar bütün idam cezalarına rağmen hapisten çıkar çıkmaz başörtüsünü tekrar çıkarıyor, artık benim adıma karar veremezsiniz diyordu. Sanat ve sinema alanında tanınan kadınlar da bu hareketin bir parçası oldu ve baskılardan da nasibini aldı. Sinemacılar giderek daha da fazla rejime karşı tutum almaya başladılar.

Örneğin "Tafrigh” isimli filmde başörtüsü karşıtı eylemlerde aktif rol alan Taraneh Alidoosti isimli oyuncunun yer alması nedeniyle Kültür Bakanlığı filmden desteğini çekti. Saaed Roostaei isimli yönetmen "Leyla’nın Kardeşleri” isimli Cannes’da da gösterilen filmi nedeniyle hapis cezası ile yüz yüze. Baskı ve sansürden başka yol bilmeyen İran Kültür Bakanlığı dünya çapında kaybettiği prestijin intikamını yönetmen ve oyunculardan alıyor, keza Berlin Film Festivali gibi platformlar İran rejimiyle çalışan kurum ve kişilerle ilişiğini kesmek gibi adımlar attı son bir yıl içerisinde. Berlin’de defalarca filmi yarışan Jafar Panahi de Şubat ayında işkenceleriyle ünlü Evin Hapishanesi’nde bir açlık grevine girdi ve uluslararası sinema camiasından destek gördü. Hapishane ve yargılanma koşullarına karşı girdiği açlık grevinin ardından Panahi serbest bırakıldı. Yurtdışındaki İranlı Film ve Tiyatro Sanatçıları (AIFTAA) gibi ağlar ise eylemlerin başından beri sansüre ve meslektaşlarının hedef alınmasına karşı örgütlendiler.

Başörtülerini çıkardıkları gerekçesi ile adli cezalandırma ile karşılaşan oyuncular Azadeh Samadi ve Afsaneh Baygan, yine başörtüsüz haliyle Tahran sokaklarında poz veren Shaghayegh Dehghan gibi oyuncular ağır baskılarla karşılaşıyorlar. Başörtüsü yerine şapka giydikleri için dahi hedef gösteriliyorlar. Afganistan’da okula gitmesi, çarşıya çıkması, sokakta yürümesi yasaklanan kadınlar, İran’da başını örtmediği için öldürülen kadınlar, Kurdistan’ın farklı parçalarında sadece siyaset yaptığı ya da gazetecilik yaptığı için drone’larla hedef alınan kadınlar… Bütün bunlar çok karanlık bir distopyanın içerisinde yaşadığımız sanrısını oluşturuyor. Kadın mücadelesi en çetin dönemlerinden birine girmiş durumda, ancak dünyanın bazı kesimlerinde ise bunlar sanki yaşanmıyormuş gibi bir hava esiyor. Önümüzdeki dönemde bu mücadele daha da çetinleşecek gibi görünüyor. Özellikle kadınların ürettikleri sinema ve sanat eserleri de bu dönemin ruhunu yansıtacak ve direnişin bir parçası olacaktır. Belgeselci Pegah Ahangarani, Shirin Neshat, Sepideh Farsi gibi yönetmenler geçmişte Rakshan Banietemad gibi öncü kadın yönetmenlerin açtığı yoldan giderek kadınların gündelik hayattaki sorunlarına ve direnişlerine incelikli, çok katmanlı ve güçlü bakışlar atarak hem rejimin gerçekliğini gözler önüne seriyor hem de kadınların rejim-dışı hayalgücünü beslemeye devam ediyor.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.