Nefertiti, Puduhepa ve Amazonlar

Forum Haberleri —

  • Kadın gerçekliğini bütünüyle sisteme karşı açık direnişe dönüşmüş olaylarla okumak, anlamaya çalışmak yetersiz, indirgemeci bir bakıştır. Kadının olduğu her yerde toplumsallığın yok edilemez kalıntıları vardır. Kadın dili, kültürü, ahlakı, zihni tüm bastırmalara rağmen ata erkil aile ortamında bile varlığını sürdürmektedir.

SOYDAN AKAY

1. Uygarlık ve kadın sosyolojisi

Kadınların tarihi olarak halkların tarihini okumak ya da tersini yapmak sosyal bilimlerde oldukça ufuk açıcı bir rol oynayabilir. Toplumsal tarihin temeline yerleştirilen “ana erkil dönem“ tanımlaması bu alanda yeni olmasa da dar ve de geçmişte, mazide kalmış bir zaman aralığını çağrıştırdığı için yetersiz kalmaktadır. Bütün toplumsal tarihe damgasını vurmuş, uygarlıkları mitolojisi ile, sanatıyla, dili ve diniyle beslemiş, demokratik uygarlık yapılanmasında direnişiyle, geleneksel ve modern tüm halleriyle yer almış bir kültürdür kadın kültürü. Hegemonik iktidarcı güç sistemleri kendilerini yeryüzünün hakikati olarak kabul ettirseler de kadın kültürü, dolayısıyla ahlaki-politik toplum varlığını sürdürmektedir.

Bunun çok sayıda tekil ve kolektif örneklerine uygarlık tarihinin kendisinde de rastlamaktayız. Sadece klasik kölelik çağının sonlarından itibaren ortaya çıkan Amazonlar Özgür, Mısır kraliçesi Kleopatra, Palmyra kraliçesi Zenobia, İskenderiye’li Hypatia, Mazdeki komünal hareketin ismi Hürrem (Hore), İslamiyet‘e öncülük ettiği halde ismi sadece “peygamber eşi“ olarak anılan Hz. Hatice ve çok sayıda kadın sahabe, Osmanlılarda Bacıyan-ı Rum Kadın Hareketi, orta Çağ Avrupası’nda iktidarcılaşmış, dogmatik Hristiyanlığa karşı “cadı“ olarak direnen bilge kadınlar hareketi, kapitalist modernite çağında (büyüsü bozulmuş dünyada) ortaya çıkan feminist-entellektüel kadın hareketi (yeni çağın büyücüleri), her türlü faşist zihniyete karşı direnen, savaşan, tutsak düşen kadınların varlığı ve adeta tüm bu geleneğin simgeleşmiş ismi olan “Jin, Jiyan, Azadî “ mottosuyla dünyayı etkileyen çağdaş Hurri kadın hareketi ve Önder Apo’nun deyişiyle demokratik modernitenin prensesleri.

Kuşkusuz ki kadın gerçekliğini bütünüyle sisteme karşı açık direnişe dönüşmüş olaylarla okumak, anlamaya çalışmak yetersiz, indirgemeci bir bakıştır. Kadının olduğu her yerde toplumsallığın yok edilemez kalıntıları vardır. Kadın dili, kültürü, ahlakı, zihni tüm bastırmalara rağmen ata erkil aile ortamında bile varlığını sürdürmektedir. Halk deyişiyle söyleyecek olursak, dünya, kadınların yüzü suyu hürmetine dönmektedir. Yeryüzünün her yanında çok sayıda “ana“ geleneği temsil eden klan, kabile ve kırsal yaşam alanları mevcuttur. Fakat bu gerçeklik hegemonik iktidar sisteminin kendi varlığını kadının köleliği ve bastırılması üzerinden inşa ettiğini de görmezden gelmemize yol açmamalıdır.

Uygarlığın Sümerlerdeki oluşumu (M.Ö 4000’lerden itibaren) kadınla dengeli bir şekildeydi. Erkeğin epistemolojik olarak kadını aşma, onu kendi denetimine alma bilinci zayıftır. Çok sayıda kadın-tanrıça tapınağının, kurumunun varlığı bunu doğrulamaktadır. Tapınaklar birer bilim akademisidir. Kadın kültürü tapınak adı altında kontrole alındı. Suç işlediğine inanılan kişiler bile ana rahmi biçiminde tapınak inşa edilmiş arınma bölümüne alınır ve bir süre sonra “yeniden doğuşu“ müjdelenirdi. Çok sayıda işlevi olan tapınak özü itibariyle Kürt kültüründeki MAK (MAG- Zerdüştlükteki ismi) yani ana-kadın, bilge kadın kültünden ileri gelmekteydi. Sümer tanrıçalarından bazılarının Nin-MAK/H (Ninhursag’ın isimlerinden biri) adıyla anılması da Neolitik gelenekten kalmadır. Kentler başlangıçta eşbaşkanlık sistemine benzer şekilde yönetilmekteydi. Dil ikili karakterdeydi. Hurri kültürü ve diliyle etimolojik olarak aynı olan e.me.sal, yani kadın dili ve e.me.gir, bey dili biçiminde iki lehçe vardı. Me hem “ana“ hem de “dil“ anlamında kullanılmaktadır. Dilin kendisinin dişil ve doğurucu, kültür oluşturucu rolüne vurgu yapmak için kullanıldığı açıktır.

Bir süre sonra egemen erkek akıl ile kültürü temsil eden kadın aklı arasında acımasız çatışmalara tanık olacağız. Kısmen denge sağlanmış olsa da çatışmaların ideolojik olarak uygarlıktan yana çözümlendiğini görmekteyiz. Tanrıça İnanna’nın Enki ile kavgasında kutsal ME’ler (Episte-ME, bilim, bilgi, ahlak yasaları) İnanna tarafından kurtarırsa da bir sonraki mitte, dünyanın ya da görevlerin yeniden düzenlenmesi mitinde İnanna’ya herhangi bir görev verilmemektedir. “Biz sana ne vermedik ki, al sana işte gökler, dolaş dolaşabildiğin kadar, al sana aşk tanrıçalığı, al sana uygarlığın kahramanlarına yol göstermek…” O’nun direnişçi özünü tersine çevirir. Babasının (Enki’nin) kızı olur. Ve tüm bu olup bitenler Hurrilerin (dağlılar, Khürtler) dağlarının eteklerinin aşağısında, bugünkü Irak (Uruk) merkezinde yaşanmaktadır. Yaşanan sapma dünyada bir ilktir. Hurriler kendilerine yönelen Sümer saldırılarına karşı konfedere bir tarzda karşılık verirler. Gılgameş Destanı ve çok sayıdaki Sümer miti bu çatışmaları yansıtır. Semitik Akad imparatorluğu‘nun kurucu ismi Sargon’a (Şarru-kin) karşı M.Ö 2300’lerde Hurri boylarının savaşçı gücünün kadınlardan oluştuğu belirtilmektedir. Kaynaklar Sargon’un Hurri kadınlarından fena halde korktuğunu belirtmektedir. Hatta sonradan Arapça etimolojisi ile alakası olmayan “CİN” kelimesinin Kürtçedeki Jin/cini kavramlarından türetilmiş olması muhtemeldir. Gılgameş Destanı’nın ikinci bölümündeki “Ölümsüzlük“ arayışında Gılgameş’e yol gösteren kişi Güneş Tanrıçası’nın (Siryaş-Hetawi) rahibesi olan Siduri’dir. Siduri Hurricede “genç kadın“ demektir. İşgalciye karşı büyük direnişçi, “dağların akrepleri ve yılanları” olmak, bilgelik peşinde koşana dostluk göstermek Hurrilerin, kadınların karakteristik özelliğidir.

Akadlarla başlayan sert çatışmalar sonunda Akad’ın sonunu getirirken akabinde ortaya çıkan Babil imparatorluğu (M.Ö 2000’ler) çok daha acımasız bir yönelime sahiptir. Babil Yaratılış Destanı olan Anima Aniş’te uygarlığın ismi MARDUK (Büyük, güçlü öküz anlamına gelen Gılgameş’e karşılık Güneşin Buzağısı/danası demek) ile dağların, halkların, kadınların simgesi olan, tüm Mezopotamya’yı ifade eden Tiamat arasındaki savaşta Tiamat acımasızca katledilir. O’nun uzuvlarından Mezopotamya coğrafyası inşa edilir; gözyaşlarından Dicle ve Fırat ırmakları, gözlerinden ve başından gökyüzü, göğüslerinden dağlar ve ovalar oluşturulur. Mezopotamya (mitolojik öyküsünde de bir genç kadın olarak tasvir edilir) üzerindeki hegemonya kadın kültürü ve halklar üzerindeki hegemonyadır. Kadının yoldaşı KİNGU’nun kanından da insanlar yaratılır. Asi coğrafyanın insanının kanında her daim asilik olması bu mit’te de kendini göstermektedir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.