Uykusuz Prens
Arif ALTAN yazdı —
- Her şeye en az iki olasılık üzerinden bakıp üçüncüsünde birleştirme meraklılarına göre, Prens hem gerçekçi bir politika kılavuzu hem de derin bir insan doğası analizi olarak okunabilirdi.
Taşı yontmayla başlayan serüven barbarlığın doruğuna vararak son buldu. Uygarlığın doruğu onun çöküşüydü. İki ayağı üzerine dikildiğinde insan yürümeyi, doğası uyandığında ise baş aşağı düşmeyi üstünlüğü bildi. Aydınlanma bir karartma, insan doğasının görünmez kılındığı bir büyük gizemdi. Postundan sıyrıldı, ağırlıklarından kurtuldu. Esneyebilen sürünebilir, hafifliğin değerini bilen havalanabilirdi. Önleyici utanç perdesi yırtıldı, şuursuz sürüyü dizginleyen engel yitiverdi. Maymun iştahlı son gangster herkesin kafa karışıklığı değildi, kafesini açıp herkesin içindeki hayvanı salıverendi. Hem vasatlığın huzuru hem korku ve tedirginliğin buhuru. Azimli yıkıcıların, becerikli yırtıcıların en başa dönüş serüveni. İnsan dediğimiz herhangi bir hayvan gibi dümdüz bir yaratıktı, hiç dinmeyen bir açlık bilgisiydi. Hayvandan fazlası, iştahının sınırsızlığı. Normlar ve değerler manzumesi, uzun, upuzun bir yalanlar dizgisiydi.
Beş yüz yıl önce biri insanın ne olduğunu söyledi, beş yüz yıldır onu okuyan, hikâyenin düğmelerini dileğince ilikledi. Alışıldık ve bildik hikayelerden uyanan ürkütücü bir “Prens”ti, yüzyıllar boyu amacı sorgulanan efendisiydi. Kimine göre olağanüstü soğuk bir zekâ, kimine göre benzersiz bir ahlak yoksunuydu. Yazdıklarından haberli habersiz herkes dediğini yaptı ve adını anan herkes hararetle lanetledi. İsmi acımasızlığın, riyakarlığın, hile ve kötülüğün yankısıydı. Tavsiyeleri, hikayeleri kadar yalındı ve yalanı yoktu halbuki. Alaycı bir filozof muydu, gaddar bir hilebaz mıydı? Kimine göre bir rehber, kimine göre bir eleştirmendi. İlk yorumculara göre hükümdarlara iktidarlarını nasıl koruyacağını bildiren, onlara ahlaki kaygılardan çok gerçekçi ve pragmatik olmalarını önerendi. Öğütleri, güçlerini kaybetmemeleri için uygulamaları gereken stratejiler dizisiydi. Çünkü kitabın sonunda Lorenzo de Medici’ye doğrudan hitap ederek ona akıl verendi: “Güçlü bir orduya sahip ol, korkulmayı sevilmeye tercih et, halkı manipüle etmeyi bil ve din ile ideolojiyi kontrol mekanizması olarak kullan” diyendi.
Çokluk hemfikirdi; eseri bölünmüş güçsüz İtalya’nın birleştirici ve güçlü bir hükümdar özlemiydi. O yüzden Makyavel’in gerçekten güçlü bir hükümdarın nasıl olması gerektiğini anlattığını düşünenler birbirini izlerdi. Ama belki de yazdıkları kadar kötü ruhlu, çıkarcı ve hilebazdı. Çünkü Floransa’daki politik kariyerine son verilmiş bir Mediciler sürgünüydü. Gözlerine girip yeniden kabul görmek için Lorenzo’ya doğrudan seslenmesi bir işaretti. Zıt görüşte birleşenler ise Makyavel’in aslında döneminin iktidar sahiplerini eleştirdiği ve insan doğasının acımasız gerçeklerini sergilediğini bilenlerdi. Onlara göre Makyavel, kitap boyunca hükümdarların iktidar için ne kadar ahlaksızca davranabileceğini bildiren bir bilgeydi. Hatta eserin belirli bölümlerinde, halkın nasıl kandırıldığına ve baskıcı rejimlerin doğasına dair eleştirel ifadeler bunun kanıtıydı. Hem sonradan “Titus Livy Üzerine Söylevler”inde cumhuriyetçi fikirleri savunması, onun mutlak monarşiye karşı bir tutum içinde olabileceğini göstermez miydi? Gerçekten despotizmi savunuyor olsa, neden Roma Cumhuriyeti'ni öven bir eser yazıverirdi? Öyleyse Prens de aslında bir tür politik hiciv veya iktidarın nasıl işlediğini gözler önüne seren bir analiz, hükümdarların da özünde nasıl zalim ve sahtekâr olduğunu herkese gösteren bir resimdi.
Her şeye en az iki olasılık üzerinden bakıp üçüncüsünde birleştirme meraklılarına göre, Prens hem gerçekçi bir politika kılavuzu hem de derin bir insan doğası analizi olarak okunabilirdi. Siyasetin gerçeklerini çarpıtmadan anlattığına göre bu anlatımın amacı sadece okura bağlıydı: Bir hükümdarsan, iktidarını korumak için ne yapman gerektiğini öğrenebilirsin. Yok eğer sıradan ve halktan biriysen, iktidarın nasıl işlediğini ve neye karşı durman gerektiğini görebilirsin...
Her görüşün haklılığı kendince, rivayetler muhtelifti. Bir şey ise kesindi, o bize insanın ne olduğunu ve ne olamayacağını söyleyendi. O yüzden gerektiğinde kullanmak üzere işine geldiği için herkesin aklında kalandı; amaç araçları meşru kılardı. Başarı en önemli şeydi; ahali yöntemlerle değil sonuçlarla ilgiliydi. İnsan doğası güvensiz, bencil, korkak ve istikrarsızdı; dolayısıyla ancak güç karşısında eğilirdi. Çünkü nankör, değişken, sahtekâr, ikiyüzlü ve bencil bir varlık başka türlü davranamazdı. Sevilmek için çırpınan kaybederdi, korku uyandıran kazanırdı. Sadakatine güvenmek tehlikeliydi, öncelikle insan tabiatı çıkarcı ve kaypaktı; korktuğunda itaat eder, çıkarlarıyla çatıştığında sevdiğini kolayca satardı. İyi insanlar hayatta kalamazdı, acımasız olanlar her şeye hükmederdi. Siyaset ahlaki kurallar ve ideallerden bağımsızdı; öyleyse yalan söylemeli, aldatmalı ve acımasız olunmalıydı. Gördükleri ve duyduklarıyla yargıladığına ve insanlar gerçekleri değil gösterileni kabul ettiğine göre, iyi olmaktansa iyi gibi görünmeyi bilmek gerekirdi. Erdemli ve dürüst olmak yıkıma götürürdü, kötü olmak bu tehlikeden kurtarırdı. Gerçekçilik ideallere üstün gelmeliydi; çünkü gerçekten var olan şeylerle, insanların hayal ettiği şeyler arasında büyük farklar vardı. Öyleyse hayallerle değil, gerçeklerle hükmetmeyi bilmek gerekirdi. Fırsatları değerlendirmek çok önemli bir şeydi; güç ve zekâ ancak böyle korunurdu. Çünkü talih bile sadece cesur olanlardan yanaydı. Politikanın doğası güç ve iktidardı, esas olan gücü elde etme ve onu korumaktı. Zalim yöntemler dahil iktidar için zorunlu olan her şeyi yapmak doğruydu; çünkü kazananın eylemleri yargılanmazdı. Merhamet, felaketi davet etmek demekti. Esneklik ve kurnazlık şarttı. Tilki gibi zeki, aslan gibi güçlü olmalı ki, düşmanlarını korkutmak ve dostlarını kandırmak mümkün olabilsindi. Çünkü güç, ancak zekâ ile birleştiğinde anlam kazanırdı, yoksa sadece kaba kuvvete güvenenler sonunda yok olmaya mahkumdu. Din ve İktidar etkili kontrol araçlarıydı. Dini kullanarak yönetmeli ama inançsız olunmalıydı. Dindar görünmek faydalıydı, insanlar dindarlara daha kolay itaat ederdi.
Yüzyıllar öncesinden içimizi bu denli isabetli okuyanın niyetini kim okuyabilirdi? Bugün izleyeceğimiz yolu beş yüz yıl öncesinden söyleyen bir sürgünün kalbini görmek isteyen, önce kendisine sonra en yakınındakine bakması gerekmez miydi? İzlediği zalimlerin yolu muydu, Prens’in eğildiği hiç değişmez ilkel doğası mıydı beşerin? Gerçekçilik mi, ahlaksızlık mı? Devrimci bir siyaset felsefesi mi, zalim bir yönetim rehberi miydi? En tepedeki gangsterden sokaktaki serserisine, şimdilerde herkesin içinde kımıldayan bir küçük Prens’ti. Kimseler bilmezken Karamazov’un çılgın İvan’ı bilmişti; “Tanrı ölmüş ve artık her şey serbestti.” Yürürlükte olan orman kanunlarıydı; yırtıcı vasatlar çağında, sürüye iştahla dalan aç kurtlar zamanıydı. İçinden çıkamadığımız ise değerli bildiğimiz her şeyi iştahla kemirip parçalayan küçücük varlıkların en başa dönüş masalıydı.