Bekçiler ve yargıçlar çağı
Arif ALTAN yazdı —
- Yüz elli yıl sonra bugünün düzen tutkunları, makine köleleri bir yana, çağın insani öğretileriyle kuşanmışları bile “gerçekçilik” adına yıkıcı düzeni bir şekilde akılcılaştırırken, Çehov’un Sorgu Yargıcı ile bir şekilde barışmış olmuyor mu?
- Vahşiyi uygar gösteren, saf insanı bunak bir yıkıcı diye sunan vahşet öğretisi bugün bir şekilde bütün ruhların okuyucusu. Ona okunmayan ruh yarım kalan, hiç kalan bir ruh.
- Denis Grigoryevler kalmadı, saf olan hiçbir şey kalmadı. Dokunduğunu kendisine benzeten, hile ve çıkarına durmadan büyüyen yalnızca bir bekçiler ve yargıçlar alayıdır, alaycı bakışlarıyla bugün tüm ölülerimizin açık gözlerine basarak geçip giden.
Bir cıvata somunu! Ne işe yarar, bir cıvata somununun anlamı nedir? Bizim köşe başındaki “ucuzluk dükkanı”nın suratsız sahibine sorarsanız, “malzemesine göre fiyatı değişen önemli bir bağlantı elemanı.” Buradaki “önemli” kısmı, elbette yalnızca ederiyle ilgili. Para ediyorsa ne olduğunun ne önemi var! O nesne önemlidir, muhakkak çok önemli. Zamanı yüz, yüz elli yıl geriye sarıp Anton Çehov’un demiryolu bekçisi İvan Semyonuv Akinfov’a sorarsanız, “Enselediğim hırsızı sürükleyip götürmeye yarayan bir suç kanıtı” diyecek. Sözü Çehov’un Sorgu Yargıcı’na bıraksak, rayları traverslere bağlayan ve bir “Kundakçı”yı kürek cezasına göndererek adaleti sağlayacak kanıtlar zincirinin en sağlam halkası diye başlayacak. Bekçi’yi, Sorgu Yargıcı’nı, bir demir halka için onu pranga ve küreğe yollayan adil ve muhteşem düzeni bir türlü anlayamayan gariban köylü Denis Grigoryev’e göre ise bir somun, sadece bir somundur, “gerekmese çıkarılmayacak bir şey.”
Anlamayacak ne var, alt tarafı bir demir parçası, ama çok da gerekli bir parça. Gerekli çünkü Denis Grigoryev’in olta yapmada kullanacağı kullanışlı bir ağırlık. Bekçi aptal, Sorgu Yargıcı büsbütün bir ahmak olabilir, fakat anasından doğdu doğalı bir kez bile yalan söyleme gereği duymamış yoksul Denis Grigoryev ve tüm Klimov köylüleri bilir ki, somun, olta yapımında kullanılan bir delikli nesne. İhtiyaç duyduklarında teklifsizce gidip yerinden söküp aldıkları bir şey. Olta ne işe yarar peki? Balık tutmaya. Balık nerede bulunur? Klimov köyünün dibinden geçen nehirde. Somun olmazsa olta, olta olmazsa balık olmaz. Balık yoksa yalınayak ve paçavralar içindeki yoksul Denis Grigoryev ve Klimov köylüleri ne olur? Açlıktan ölür. Klimov köyünden bir demir yolu geçmeden önce asırlar, belki de binyıllar boyunca oltasını kapan gariban köylü, o nehrin kenarına inmiştir. Oltasına ağırlık vermek için herhangi bir ağırlık kullanmıştır. Çünkü oltaya ağırlık bağlanmadan olta dibe çökmez? Oltayı indirmeden hep suyun dibinden giden levrek, turnabalığı, yayınbalığını nasıl avlasın gariban Denis Grigoryev ve ataları! Alabalık tamam! Ama yüzeyi ve geniş suları seven alabalıkla da nereye kadar!
Her şey doğal, her şey tabiata uygun. Klimov sakini oltasına ağırlık kazandırmaya elverişli delikli bir demir parçası bulmuş ve çağlar boyu tüm atalarının yaptığını yapmaktan başka bir şey aklının ucundan geçmemiştir. Ama haksızlığı, ironik vurgusuyla acımasızlık düzeyine çıkarıp zamanın yargı sisteminin çürümüşlüğünün eleştirisine dönüştürebilen Çehov’un gözünde bile tabiata en uygun davranış, yine de Denis Grigoryev karakterinde köylünün saflığı, bilgisizliği, basit düşünceleri ve nihayet “yabaninin budalalığı”na ve ondan doğan suçluluğa doğru geriler. Hiyerarşiye, kanun ve nizama, sınır ve yasağa atfedilen bir üst değer. O andan itibaren okurun gözünde bile Denis Grigoryev epey komik, fazlasıyla düşüncesiz ama büsbütün bir cahil, düzenin sadık bekçileri ise tüm aksaklıklarına rağmen aklın, nizamın ve uygarlığın koruyucusu.
Klimov köyüne rayları döşeyenler trenin getirdiğinden söz ederken götürdüklerinden neden söz etsin? Herkes yargılar, herkes bir şeyler söyler. Çehov’un “Kundakçısı” için herkes üzülür. Ama yüz elli yıl sonra bugünün düzen tutkunları, makine köleleri bir yana, çağın insani öğretileriyle kuşanmışları bile “gerçekçilik” adına yıkıcı düzeni bir şekilde akılcılaştırırken, Çehov’un Sorgu Yargıcı ile bir şekilde barışmış olmuyor mu? Bilgelik ve erdemden kendilerine biçtikleri şık elbiseler içinde, pazarlama stratejilerine, reklam dünyasına, orada yeniden ve yeniden görünme arzusu üzerinden ürettikleri hiyerarşi düşkünlüğü ve o hiç dinmeyen buyurma iştahıyla, paçavralar içindeki Denis Grigoryev’i bir kez daha aşağılamıyor, bir kez daha prangaya vurup küreğe mahkûm etmiyor mu? Endüstri çağı ötesi gerçek insan doğası için yabancı baskıyı temsil eden bütün görünme biçimleri, saf ve doğayla uyumlu her şeyi bozarak uygarlaştırma eğiliminde. Vahşiyi uygar gösteren, saf insanı bunak bir yıkıcı diye sunan vahşet öğretisi bugün bir şekilde bütün ruhların okuyucusu. Ona okunmayan ruh yarım kalan, hiç kalan bir ruh.
Denis Grigoryev bir aptal, bir budala, işini bilmez bir ahmak. Bizim koloni devrimcisinin gözünde bile. Kendini pazarlamaya yeteneksiz, tacirliğe elverişsiz bir beceriksiz. Bir yabani, düzenin nüfuz edemediği bir Denis Grigoryev çağın dışına sürülesi bir alık. Çünkü tersten bir düzeni sağlamak ve özgürlük adına kendi kişiselleştirdiği çıkar dünyasının kurallarına onu eğip bükerek uydurmayı başaramadıysa, onu dışarı atmak bir zorunluluk. Bizim cenahın ileri görüşlüsü sanki kendisi hiyerarşi ve çürümüş düzene kapılmamış, adına konumlandığı hareketin ahlaki ilkelerine ve öngördüğü insan doğasına yabancılaşmamış, evcilleştirilmeye muhtaç her yabaniyi ve onun ruhunu kontrol altında tutma arzusunun esiri olmamış gibi. İçini boşaltıp kendi ihtirasları ve düzenin vahşi ruhuyla bütün dokularını doldurduğu kurumlara hükümran kesileli, saflık anıtı Denis Grigoryevler yalnızca “eğitilmesi gereken” ve çıkarına koşturması gereken bir vahşi.
Eylemi girinti ve çıkıntılarından arınalı, dili steril, düşünce artışları ve azalışları yasa koyucunun sinir uçlarının titreşimleri ve nabızlarının ritimleriyle uyumlanalı, açlar ordusu, yoksullar güruhu, doğa ve insani tüm süreçlerin dışına itilmişler yığını birer tehdit odağı. Dönüştürme gücünü yitirip buyurma yeteneğini kazandıktan, hiyerarşinin sağladığı lezzetlerden tattıktan sonra, tüm devrim ayrıcalıklı nezih semt mümessilleri, Anton Çehov’un bekçisi, biraz daha donanımlı olanı ise onun Sorgu Yargıcı.
Başka türlü değildi hikayemiz. Denis Grigoryev olarak başladık, bekçi İvan Semyonuv Akinfov olarak sürdürdük, Çehov’un Sorgu Yargıcı olarak bitirdik. Denis Grigoryevler kalmadı, saf olan hiçbir şey kalmadı. Dokunduğunu kendisine benzeten, hile ve çıkarına durmadan büyüyen yalnızca bir bekçiler ve yargıçlar alayıdır, alaycı bakışlarıyla bugün tüm ölülerimizin açık gözlerine basarak geçip giden.