Taklit aslını yaşatır
Arif ALTAN yazdı —
- İlkler her zaman kalıcı iz demekti. Taklitçiler ise ancak öncüllerin anımsatıcısı. Kabiliyete yorarlar, halbuki kopyacıların bütün yaptıkları sadece ilklerin değerini daha da artırmak.
- Başarı düzeyi ne olursa olsun taklit esasın yerini alamaz, çünkü yapılacak her karşılaştırma insanların zihninde asıl olanı canlandıracağı için, bu sonrakinin aleyhine ve muhakkak zararlı çıkacağı bir kıyaslamaya dönüşür.
- Eşsiz olmak için hala birçok yol vardı, taklidi marifetten saymadığı sürece. Nadir bir yetenek, her zaman yeni bir yol bulur. Siyasette de sanatta da gerçek yaşamda da.
Eski bir inanışa göre tanrılarla insanların fazlasıyla iyi geçindikleri bir dönem vardı. Bu saadet devrinin sona ermesinde dendiğine göre Olympos tanrılarının doğuştan gelen yapısal bozuklukları tayin edici olmuştur, bu kusurlar tanrılardan çok insanlara yaraşır cinsten olsa da. Zeus zampara bir çapkın, Hera kıskançtı. Poseidon bir kudurmuş, Dionysos bir ayyaştı. Athena azmettirici, kurnaz Hermes hırsız ve hafiyeydi. Afrodit bir sadakat eksiği, Hades karanlıklar prensiydi. Ares kan dökücü, kindar Hephaistos hile ve tuzaklar efendisiydi. Tüm kusurlarına rağmen yine de insanlarla aralarında mutlak bir uyum, tatlı bir anlaşma vardı. Aynı havayı koklar, aynı mekânı paylaşır, aynı yemekten yer, aynı nektardan içer. Bağı, bahçesi, deresi, yağmuru, rüzgârı, güneşi barışı besler, huzuru çağırır, neşeyi çığırırdı.
Bir rivayete göre tam da bu devirde ölüm ve onun çağrışımı yalnızca mutlu bir döngüye işaretti. Gülümseyerek gelip kucaklayan ölüm, dingin ve tamamlanmış ömrün nihai ve güzel uykusu ve ölümsüzlerin mahrum bırakıldığı bir lütuftu. Ölümsüzlerle ölümlüler arasındaki tek fark, doymuş ruh ve bedenin bir ışık demeti halinde yumuşak suyun sesinden geçerek ılık bir tayfın rüyası içinde ölümlülerin çıktığı ebedi bir yolculuktu. Bu görüşe göre insan doğuştan iyi, güzel ve erdemliydi. Ama gün geldi tanrıları bozuldu. Tanrıların bozumu, bozulan insanların da bozgunu oldu. Yani insan değil, tanrılarıydı ilk bozguncu. İnsan, birbirine tuzaklar kuran ölümsüzlerin fenalıklarının, özellikle de fesatlıklarının kurbanıydı. Farklı ve daha ikna edici bir başka görüşe göre ise asıl kurban tanrıydı, insanın ilk kurbanı! Anlaşmayı ilk bozan ve tanrının yeryüzünü ebediyen terk etmesini sağlayan. Düzenbaz insan yalancı, katil, tuzak ve hile kokan bir kötü taklitçiydi. Tanrılarda bir kusur gibi durmayan kusur, ona öykünen insanda sonsuza dek sürecek dramın başlangıcıydı. Bir öncüller ve ardıllar problemi, asıl ve kopyalar uyuşmazlığı…
Bu görüşe göre taklit kötünün kötüsüydü. Aslın bozumuydu. Çağlar boyu taklitçi insanın tüm uğraşı ne kadar kötü olduğunu kanıtlama çabasından ibaretti. İnsan, bu kehanet doğrultusunda kendi kötülüklerinde daha iyi kök salmak dışında bir amaç edinememişti. Bu zincirin dışında kalan tek tük insanlar vardı. Onlar asıl olanı, ilkleri temsil eder, geriye kalanların tamamı öykünenler ve işe yaramazlar yığını. Halbuki yaptıkları az şey değildi, hatta her biri kendi işinde birer yıldız gibi parıldayabilirdi, o işi başkaları daha önce yapmasaydı. İlk olmak büyük erdemdi, saygın bir ad, parıltıdan bir güzellik, ışıktan bir yoldu.
Özcesi, ilkler her zaman kalıcı iz demekti. Taklitçiler ise ancak öncüllerin anımsatıcısı. Kabiliyete yorarlar, halbuki kopyacıların bütün yaptıkları sadece ilklerin değerini daha da artırmak. İlklerin ayak izleri derine gömülüdür, zamana karşı garip şekilde korunmuştur. İzlerine basmak ilkleri aşındırmaz, aksine görünür kılar. Başarı düzeyi ne olursa olsun taklit esasın yerini alamaz, çünkü yapılacak her karşılaştırma insanların zihninde asıl olanı canlandıracağı için, bu sonrakinin aleyhine ve muhakkak zararlı çıkacağı bir kıyaslamaya dönüşür. İnsanların anılarına asal olan bir kez olanca ağırlığıyla çökmüştür, karartma çabaları ondan eksiltmez, ışığını ve parlaklığını artırır. Bilimde, edebiyatta, sanatta, siyasette, iyilikte ve kötülükte “ilkler kanunu” her işte aynı şaşmaz katılıkta.
Davud, öfkeli bir yumruk, bir çekiç, bir savaşçıydı; oğul Süleyman ise birleşik krallığı, tüm o ihtişam ve serveti ancak barışla yönetebileceğini bilen bir zekâ örneği. Kahraman, açtığı yeni yolda ilerleyendi. Sezar’ın kılıcı ve yüreğiyle yaptığını, varis yeğen Octavianus, Triumvirlik denen üçler erkiyle yaptı, halefi Tiberius ise siyasetin incelikleriyle. Tek dinlencesi atının sırtı olan Burgundiya Lordu sönmez alevlerin gücüyse, tahtından kalkmadan tüm dünyayı mülkü yapan oğul II. Felipe de bir öngörü ve yönetme becerisiydi. Taklitçiler güvenirliliğini kendi sarsar, muazzam bir şeyi çoğaltsa bile. İlkler ise değerine değer katar, dokunduğunda vasat olanı bile ölümsüz yapar. İyi bir sanatçı bile ancak diğerlerinin gittiği yoldan ayrıldığında sanatta görkemli bir kapı, ışıktan yepyeni bir yol açar. Lirik şiir denince Horatius, epik şiir denince Virgil akla gelir. Epigramda Martialis, komedide Terentius, hicivde Persius ana kaynağın başını tutar. Onlar aşağıya akar, aşağıdakiler onlara yükselemez. Tıpkı kaynağına dönemeyen su gibi. “Resim, kelimesiz bir şiir” ise fırçayı tutabilen azıcık sağduyulu her kişi Leonardo, Rafael, Titan gibilerini taklit ederek geçmenin imkânsız olduğunu görürdü. “Üzümden şarap, kömürden ateş, öpücükten insan” yapsa da her çekici tutan Michelangelo, Donatello, Bellini ve Ghiberti gibilerini taklit ederek, onların soğuk mermerin ışıklı damarından geçerek dirilttikleri sıcak ve kanlı canlı insan suretlerine varamayacağını bilirdi.
Ama bilmek artık bilmemekle aynı şey. Çünkü çağımız bir değer kaybı, bir anlam ve güç azalışı, yalnızca bir taklitçiler ve vasıfsızlar geçidi. Tanrıyı oynayan faniler, İskender, Sezar ve Napolyon maskesiyle dolaşan çelimsizler, Homeros’a, Virgil’e, Rafael ve Michelangelo’ya öykünen yüzyılın tüm o vasatlar alayı… O yüzden ne siyaset siyasete, ne sanat sanata, ne de edebiyat edebiyata benzer. İnsan azaldı, insan ufaldı, anlamlı bir şey yaratamayacak kadar küçüldü insan. İyilikte de kötülükte de ilk olamayacak kadar sapkın ve ihtiras dolu. Oysa eşsiz olmak için hala birçok yol vardı, taklidi marifetten saymadığı sürece. Nadir bir yetenek, her zaman yeni bir yol bulur. Siyasette de sanatta da gerçek yaşamda da. Herkes bir ilk, muazzam ve eşsiz olamaz. Ama yüzyılda bir, muhakkak gelirdi biri. Ve geriye kalanlar için taklit değil, vefa ve hürmet iyi bir şeydi, yeryüzünü terk eden ölümsüz ışığın yeniden dönüşü için gerekli. Derler ki gelmişti, son büyük yetenek orada, az ötede. Ve dendiğine göre bir kayalıkta çarmıha geriliydi hala…