Girdap

Arif ALTAN yazdı —

  • Kendi küçüklüğümüze o kadar çabuk teslim olduk ki, her büyük işe kalkışmak kaderimiz gibi göründü. Her yerde korkacak bir şey bulanlardandık oysa. Siniklik ruhumuzun derinliklerine öylesine işledi ki pervasızlığımız Nemrud’un, Firavun’un cüretini aştı. Kabarıp duruyoruz, ama en hafif rüzgâr alıp götürüyor işte.
  • Bir vakitler her dokunuşumuza bir iyileştirme gücü, her bakışımıza bir erdem, her duygumuza düşüncenin, her düşüncemize duygunun ihtişamını veren artık sınırsız bir çıkar girdabına çeken önlenemez bir kuvvet. Boğuluyoruz ve boğuyoruz, dokunduğumuz her şeyle birlikte.

Güç tutkunuyuz, hiyerarşi düşkünü, konum müptelasıyız. Hüzünlü bir şey ama bir çıkış yolu bulunmuyor. İmkân dediğimiz, bir girdap. İçine çeken bir derinlik. Saplantımız, çözülüşümüz, artık bir şey bile olamayışımız. Ölümcül, kesinlikle. Talih, belki. Bir mucize, o en fazla bir avuntu. İnsani öğretinin tüm naifliği, insana değinceye. Dirilen hiçbir şey yok. Çöküyor, zamanla birlikte bütün bir canlılık. Düşlerimizin sınırları neydi? Varlığımızı belirleyen gücün dayanakları göçtü mü? Neyiz biz, zamana ve kaderimize hükmeden mi, birçok şeyde bir hiç mi?

Ayrıntı budalalarına dönüştük, sahici olan hiçbir şey dikkatimize değer değil. Doğruya çıkan bütün yol ağızlarını tıkadık. Bizden daha irisi ve yer kaplayanı yok. Palavra ve günah abideleri gibi dikildik. İyiye, güzele, erdeme açılan bütün kapıları doldurduk. Zevahiri, zehirli ihtiraslarımızla sıvadık. Aradan sıyırabilirsek, geridekiler boğulmuş ne gam! Ne değilsek tam da oymuşuz gibi belirdik. Dalaverenin en kestirme geçitlerinden, hilenin en gizli dehlizlerinden bir suçsuzun suretiyle çıkmayı bildik. Bütün kötülüklerin altından girip bütün iyiliklerin üstünden çıktık. Erdemli insanlarız artık. Çünkü asla suçüstü yakalanamayız. Arındık, paklandık. Son suçsuzu da suç kuyusuna batırıp çıkardıktan sonra herkesin suçluluğunda suçsuzluğa eriştik. Suçsuzu kalmayan bir topluluğun suçlusu mu olur? Biliriz, herkes suçluysa kimse suçlu değil. Bizimki bir arınma ayini, bir vaftiz liturjisi. İçimiz tertemiz. Beşere ait ne var ne yok akıp gitti, bir içten yoksunuz, her yanından çatlayan sahile vurmuş kabuklar kadar pırıl pırıl içimiz.

Hükmedeceğimiz bir şey olsun yeter, geriye kalan her şey birer teferruat. Hükümlerimiz mükemmel, yargılarımız kusursuz. Uçlarda yaşamıyoruz, bütün uçların bükülüp buluştuğu yerdeyiz. Merkezdeyiz ve bir ağırlığımız yok, zira içimiz boş. Bu kadar hafiflikle yükselebilir, her şeyin üstüne çıkabiliriz. En ufak esintide öyle havalanabiliriz ki aşağıda olan her şey bize bir toz zerresi gibi görünebilir. O yüksekliklerde bütün dünyayı eksiksiz kavrarız. Ahkam kesebilir, buyruklar verebilir, arzularımızın anında gerçekleştiğini görmek isteyebiliriz. Halbuki kendisi hakkında hiçbir bilgisi olmayan şunun şurasında yeryüzünün en garip varlıklarıydık. En güçsüzü, en çaresizi, en dipte olanı. Hiçbir şekilde yaşama becerisi olmayanı…

Bilememek bilgelikti. Bilememek, kendimiz dışında her şeyi bilmekti. Talih bir kez yüzümüze güldü, kahkahaları bir daha kesilmedi. Bütün setler yıkıldı, bütün sınırlar silindi. En geniş zaman, gözümüzün alabildiği en uçsuz bucaksız mekân bizim. Henüz iştahımızı kesemediyse de bu sınırsız, geniş zaman ve mekânı kendimizle doldurduk. Hiçbir şey bizden daha önemli ve öncelikli değil, çünkü hiçbir konuda yetersiz olduğumuz iddia edilemez. Biz tarihimizin ve de talihimizin ayrıcalıklı kıldığı incinmişlerdendik. Her şeyi incitebilirdik öyleyse. Konumumuz vasıflarımızdan, sahip olduklarımız üstün kabiliyetimizden. Kimseye borçlu değiliz. Hele ıssız koyaklarda vurulmuş, ölüm kayalıklarında aç susuz, buz sarkıtlarıyla kaplı mağaralarda titreşerek birbirilerinin yarasını yaralarıyla bastıranlara hiçbir şey.

Kendi küçüklüğümüze o kadar çabuk teslim olduk ki, her büyük işe kalkışmak kaderimiz gibi göründü. Her yerde korkacak bir şey bulanlardandık oysa. Siniklik ruhumuzun derinliklerine öylesine işledi ki pervasızlığımız Nemrud’un, Firavun’un cüretini aştı. Kabarıp duruyoruz, ama en hafif rüzgâr alıp götürüyor işte. Sürüklendiğimiz yer bir çöplük olsun, üstünde ötüp durduktan sonra o bizim mülkümüz, hükümranlık alanımız. Tabiatın üzdüğü, hayatın alçalttığı, kaderin bizde zedelediği ne varsa burada gururla dolaştırdığımız sancağımız.

Zaman nasıl bir şey, talih ne garip şey; bir bitkiden daha az bilince, bir köleden daha aşağı ruhlara ne yücelikler ne üstünlükler bahşeder! Konum olarak değil de değer olarak bir kıymetlendirme ne mümkün! İnsanların kalbini ele geçiren neydi? Kimin umurunda! Ne değilsek o olduğumuza inandıran boş benliğimizde her şeye yer var, bizi insana benzetecek her şey dışında. Bir vakitler her dokunuşumuza bir iyileştirme gücü, her bakışımıza bir erdem, her duygumuza düşüncenin, her düşüncemize duygunun ihtişamını veren artık sınırsız bir çıkar girdabına çeken önlenemez bir kuvvet. Boğuluyoruz ve boğuyoruz, dokunduğumuz her şeyle birlikte.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.